29 Aralık 2008 Pazartesi

Değişmeyen Yeniler

Bembeyaz kar yağdı, ama insanlar hep aynıydı.. Kar bitecek bir zaman sonra, insanlar yine aynı kalacak. Bir yerde kalacağız hepimiz. Ama kar yağmaya devam edecek, sonra eriyip gidecek. Sonra yine yağacak.. Zaman hep gelip geçecek. Herşey geçip gidecek. Biz kalacağız sonra. Yine bizle kalacağız. Zaman zamanlığından asla vazgeçmeyecek. Geçip gidecek. Bir yıl daha bitecek. Yenisi gelecek. Hiçbir şey değişmeyecek ama... Biz biz olduğumuz sürece değişmeyecek.
Yeni yıldan hiçbir şey beklemiyorum ben şimdi.. Ellerim bir başkasının ellerinin içinde kayıp. Sıcacık. Bir huzur var ki içimde tarif edemem. Etmem de zaten, bırakalım tarifsiz kalsın.. Hep böyle kalsın.
Yeni bir yıl umurumda değil hiç.. Zamanın geçmesiyle hiçbir şey değişmez. Aynı mutluluklar tazelenir, aynı acılar şekil değiştirir. Replikleri değişir, dekor değişir ama aşk aynı aşktır, acı aynı acı.
Şimdi içinde olduğum şey değişmesin hiç.. Hava soğuk... Sımsıkı sarılıyorum içimdeki umuda.. Korkuyor muyum? Biraz.. Kapıyorum gözlerimi.. Zaman geçiyor, hiçbir şey değişmiyor.
Bambaşka bir yere gidiyor hayat. Mani olmuyorum. Zamanı daha önce hiç bu kadar dost bellemedim ben. Sonsuz bir barış imzalıyorum onla. Şimdi zaman benim için, benim istediğim gibi akıyor.. Değişmiyor ama hiçbir şey. Ben değişmedikçe değişmez hayat.. Ben çekip gitmedikçe durmaz dünya..
Seviyorum.
Zamanı, hayatı, onu, kendimi. Hiç utanmadan seviyorum hala. Değişmeyen herşeyi seviyorum. Öncesi bitti. Sonrasında sahne sırası.. Kostüm, makyaj, dekor, seyirci herşey hazır. Perdenin açılmasını bekliyordum. Açıldı...
Büyük bir alkış... Lokal ışık

26 Aralık 2008 Cuma

I'm In Love

22 Aralık 2008 Pazartesi

Hamlet Fragmanlar

olmak ya da olmamak işte bütün mesele bu.
düşüncelerimizin katlanması mı güzel,
zalim kaderin yumruklarına,oklarına?
yoksa diretip bela denizlerine karşı
"dur,yeter" demesi mi?

Eylül ayında olmuşum ben. Ne sıcak ne soğuk, renksiz, keyifsiz bir ayda. Ya gidiş ya da dönüş ayında. Okullar açılırken, yaz biterken. Otogarların, tren garlarının, havaalanlarının en kalabalık olduğu ayda. Ya hüzünlü, ya sıkkın, ya da heyecanlı bir ayda. Bu yüzden sevmem ben doğduğum ayı. Rengini belli etmeyen, ne olduğunu hiç anlatmayan bir ay Eylül. Tastamam gece 03:03'te olmuşum. Hemen herkes uyurken. Evsizler, sarhoşlar, fahişeler ayaktayken. Eylül gecesi o saatte ayakta olan herkesle birlikte. Her bir doğum aynıdır aslında. Başka zamanlarda, başka mekanlarda, başka bir rahimden dünyaya gelen herhangi bir can aynı biçimde var olur. Farklı şartlarda var olmaları özlerinde var olmalarına bir engel değildir. Ben de öyle olmuşum işte. Henüz anne karnında altı ay dokuz günlükken. Yerimde duramayıp çıkmışım. Merak etmişim dünyayı. Doktor elinde aldığında çok korkmuş öleceğimden. Zaten yirmi gün boyunca başka da kimse dokunmamış bana. Öylece geçmiş ilk yirmi günüm yani. Tek başıma.
Dünyaya nasıl veya ne şartta gelirseniz gelin. Şartlar ne olursa olsun doğumunuz doğumdur. O an var olursunuz. O an var olan herhangi birinden ne eksik ne fazla. Herkes sadece o zaman eşit. Bir de ölümde. Arada kalanlardır zaten hayat. Doğum ve ölüm hayata dahil değildir. Onlar eşittir, hayat ise adil değil.
Hayatınızdan yıllar, insanlar, geçerken, nice nice hikayeleri oynarken sizde baki kalan tek şey doğumunuzdur. Herşeye neden olan, herşeyi sağlayan. Kazandıran kaybettiren o andır. Anne rahminden hayatın içine düştüğünüz o an. Sıfırdan başlayarak saymaya başlarsınız sonra nefesinizi. Bitene kadar. Her nefeste bir hayat daha vardır. Bir ölüm, bir doğum. İnsan defalarca ölür, defalarca doğar. Ama bir kez var olur veya yok. Doğum var olmakken bazen ölüm yok olmak değildir. Aldığınız her nefeste yazdığınız hikaye sizi var eder belki sonsuza kadar. O zaman zaferleriniz, hayalleriniz, aşklarınız ve savaşlarınız baki kalır. Gitmek yok olmak değldir. Gitmek gitmektir.
Var olduğum o gün, beni var etme sebeplerini düşünecek kadar zekam olsaydı yirmi gün boyunca neler düşünürdüm? Tek başıma bir metre kare dahi olmayan küvezin içinde aklımdan neler geçerdi? Bunları düşündüm bu sabah. Bu sabah var olduğum günü düşündüm. Tanrı birşey biliyor. Tanrı o gün oyun oynuyor. Tanrı o gün elimize bir isim yazıyor. Biz de hikayeyi. Adımı elime yazdığı o gün ben de ona birşeyler yazmak isterdim. O gün yazmak isterdim. İlk nefeslerimi alırken ve yalnız başımayken.
Ve sen iyi ki oldun.

20 Aralık 2008 Cumartesi

Bir Takım Şeyler

Çalışıyorum. Gerçekten, şimdilerde ciddi ciddi çalışıyorum. Kapanıyorum.. Deniyorum, okuyorum, çiziyorum. Sokaklara çıkıyorum. Bariz bir adanmışlık var üzerimde. Tiyatro hariç hiçbir şeyle uğraşmıyorum.. Eşle dostla iki kelam edecek vaktim yok. Bütün boş vakitlerimde oyun izliyorum. Dolu vakitlerim okul ve provalar. Hayatım garip bir düzene girdi. Düzensiz biraz. Ama olduğu gibi iyi, dağnık ama düzenli. Odam gibi. Neyin nerede olduğunu biliyorum. Ama muntazam değil. Bu sebeptendir ki kendimdeyim. Kafamı dağıtacak hiçbir şey yok. Bazen durup soluk aldığımda bir robota mı dönüşüyorum diye soruyorum. Ama hayır, hiçbir şeye dönüştüğüm yok. Hayatımın en sağlıklı günlerini yaşıyorum. Erken yatıyorum, erken kalkıyorum. Okuyorum, izliyorum. Şimdi yapmam gerekeni yapıyorum. Kimseyle görüşemiyorum. Bundan çok şikayetçi değilim. Kafamı dağıtacak hiçbir şey istemiyorum. İnsanlar ve onların durumlarıyla bir süre ilgilenmek istemiyorum. Kendi kendimeyim. Gittiğim oyunlara da tek gidiyorum. Sonra dönüyorum, yazıp çiziyorum. Ha bir de çok vaktim varmış gibi resim yapmaya başladım.. Bu yüzden az yazıyorum belki.. Resim yaparak rahatlıyorum. Rahatlayacak bir durum yok gerçi, eğleniyorum diyelim...
Uzun bir zaman sonra ilk kez yapmam gereken şeyleri yaptığımın farkındayım. Farkında olduğum durum bir süre daha böyle olmam gerektiğini söylüyor. Bak mutluluk burda diyor kaçma, dağılma, çoğalma...
Kendimle, kendi kendime barışmayı öğrendim. Savaşı bitirdim içimde. Şimdilik belki. Sadece mutlu olmaya çalışıyorum. Ve zaman geçtikçe beni başka hiçbir şeyin mutlu edemeyeceğini öğreniyorum. Daha fazla belki.. Daha fazla mutlu edemez beni hiçbir şey.. İnsanlar beni daha mutlu edemez. Hayatım bir düzen içinde.. Dağınık, uykusuz, vakitsiz bir düzen. Ama düzen...
Zamana boyun eğmeyi öğrendim. Basit hayatımı abartmamam gerektiğini öğrendim.. Karmaşadan uzak duruyorum. Sessiz sessiz ilerlediğimi hissediyorum. Yolumu biliyorum. Hayattan sadece başarı istiyorum.
Hayatı bir fotograf karesine sığdırmaktansa uzun uzun filmler çekiyorum kafamda. Sonu güzel bitiyor. Ortalıkta görünmüyorum. Saklanıyorum. Az ses çıkarıyorum... Beni başkaları konuşuyor. Evet bunu seviyorum. Egomu okşuyorum. Güçleniyorum.
fotograf: E. Nida Dinçtürk

Yanıyor Sivas


Çok değil aslında, onbeş yıl öncesi. Dört yaşındaydım, hayal meyal hatırlıyorum. Sivas cumhuriyet tarihinin -hatta belki insanlık- en rezil gününe ev sahipliği yapmıştı. Mişli zaman evet.
"Biz oraya elimizde güllerle gitmiştik, savaş için değil barış için gitmiştik" diyor aydınlar sahnede.
Dostlar Tiyatrosu geçen sezondan beri hatrı sayılır bir seyirciyle oynadığı Sivas 93 adlı, belgesel oyunuyla bu Cuma gecesi Cadde Bostan Kültür Merkezi'ndeydi. Mutlaka izlenilmesi, görülmesi gereken bir oyundu. Geçmikmiş de olsa izlemenin rahatlığıyla oturdum yerime. Oturduğuma utandım, sıkıldım, çıkıp gitmek geldi içimden. Böylesine bir rezilliğin yaşandığı ülkede nefes almama utandım. Burada yaşadığıma utandım, bu insanların belki sokakta yanımda yürüme ihtimalinden utandım. Diri diri yakılan insanlar, öldürülen aydınlar, sanatçılar, şairler... Beyni pas tutmuş adamlar, bağnaz algılarını savaş sebebi eylemiş yobazlar... Kusuyordum.
Yaşadığımız ülkenin yakın tarihindeki bu büyük utanç, objektif bir şekilde sahnede. Genco Erkal'ın yazdığı ve yönettiği belgesel oyun Meral Çetinkaya, Yiğit Tuncay gibi başarılı oyuncuların, güçlü performanslarıyla büyük bir etki yaratıyor.. Tek perde olan oyunda bir an olsun dikkatler dağılmıyor, tersine güçleniyor, güçleniyor... İlerleyen zamanla birlikte oyunun gücü de artıyor. Arkadaki ekranda Sivas Katliamı ile ilgili görüntüler ise oyunu fazlasıyla zenginleştirmiş.
Unutma temmuzu silme beyinden
Alevler içinde, yanıyor Sivas
Ölüm emri gelmiş kara beyinden
Dumanlar içinde yanıyor Sivas
Gözümüzün önünde yanıyor Sivas.. Gözümüzün önünde gidiyor nice aydın.. Kapkara beyinler yakıyor yurdun geleceğini.. Gözümüzün önünde oluyor hepsi. Ama birileri farkında birileri değil. Birileri hep görüyor, gözüne gözüne sokmak istiyor bu ülkenin. Gözlerini sımsıkı kapatan ise çok.. Mecburi "provakasyona" aldırış etmiyor halk. Devlet büyükleri acıları paylaşıyor(!) Polis, jandarma yaşanan vahşetin ortağı oluyor. Gözümüzün önünde yanıyor Sivas. Madımak bu ülkenin geleceğinin mezarı oluyor.

Muhlis’in Asım’ın ne suçu vardı,
Dillerinde tevhit Sivas’ı sardı,
Kaldıkları otel onlara dardı
Kara beyinlere kanıyor Sivas
Tam onbeş yıl geçti üzerinden.. Tastamam onbeş yıl. Bugün Madımak otelinin altında kebapçı var. Başımızda aynı zihniyetin adamları. Aynı katiller, aynı insanlar.. Onlarca duruşma, yitip giden insanlar, dinmeyen yaralar, hala cayır cayır yanan Sivas.. Üzerinden gelip geçen zamanda o gün unutmayan, o gün bas bas bağıran bugün de bağırıyor. Değişmiyor bir şey. Geçmişte kalan unutulmaya, üzerine oluk oluk toprak atılmaya devam ediyor... Sahnede yükselen çığlıklar. Yanıyor Sivas, yanıyor! Işıklar kapandı, karanlık heryer.. Kadınlar kaçıyor, türküler söylüyor genç kızlar içerde.. Camlar kırılıyor, atlayan atlıyor, atlayan ölüyor. İçerideki ölüyor. Cayır cayır yanıyor bembeyaz kapler.. Pir Sultan Abdal yanıyor bu kez dörtyüz yıl sonra yine. Öyle bir yangın çıkıyor ki Madımak'ta, yobazlar bir yakıyor, bin yanıyor, bir yakıyor bin alıyor... Yanıyor Sivas sahnede onbeş yıl sonra tekrar.. Yanıyorum oturduğum yerde. Kalkıp kaçmak istiyorum. Öyle gerçekler ki karışmda, öyle cayır cayır yanıyor ki Meral Çetinkaya karışımda. Bağırmak istiyorum. Kurtarın bizi!
Artık konuşulsun Sivas diyor Genco Erkal.. Aslında çok büyük bir konu var diyor, kapamayın gözlerini unutmayın diyor... Öyle güzel diyor ki sahnede. Toplumsal belleğimizin anasını belliyor, hepiniz salaksınız diyor bağıra bağıra.. Hepiniz aptalsınız, balıksınız hepiniz diyor. Aziz Nesin'i anıyor.. Giden otuzyedi canı anıyor. Kaybolan geçmişin, yitip gitmiş geleceğin suratına tükürüyor. Genco Erkal ve Dostlar Tiyatrosu'nun yürekli dostlarını, cesaretini alkışlıyorum dakikalarca...
Mutlaka ama mutlaka izleyiniz, utanınız hiç utanmadan.. Yüzünüz kızarsın azıcık.
Rezilliğimizin başlamasına dakikalar kalmıştır. İyi seyirler.

Bugün Git Yarın Gel

İstabul Şehir Tiyatroları'nda yeni bir oyun var; Deri Ceket. Sadece Deri Ceket yok tabii oyunda bir de Hikmet Körmükçü var! Şehir Tiyatroları'nın en sevdiğim, en beğendiğim oyuncularının başında gelen Hikmet Körmükçü her performansıyla kalbimi birkez daha çalmayı başarmış, büyük hayranlığımı kazanmıştır. İyi Geceler Anne, Trendeki Derviş perfomansları kafama kazınmıştı. Ve yine Hikmek Körmükçü... Büyük bir heyecanla gidiyorum oyuna.. Oyun Daha önce Roma Hamamı, Otobüs gibi oyunları da Türkiye'de sergilenmiş olan Bulgar Tiyatrosu'nun çağdaş yazarı Stanislav Stratiev'e ait. Rejisör Arif Akkaya. Oyuncular ise Yiğit Sertdemir, Hikmet Körmükçü, Cengiz Tangör, Can Ertuğrul, Yeliz Gerçek, Ertuğrul Postoğlu, Güneş Doğan, Selçuk Yüksel, Melahat Abbasova, Nevzat Çankara ve Yağız Pala.
Oyunda bürokratik işleyişin labirentinde kaybolan idealist bir öğretim görevlisinin trajikomik durumu anlatılırken, diğer yandan da var olan bürokratik yapı içindeki toplumsal ve bireysel yozlaşma hicvediliyor... Deri bir ceketin, bürokratik bir hata sonucu koyun olarak kaydedilmesi ve bu yüzden Dilbilimci Yiğit Sertdemir'in vergi vermek zorunda kalmasıyla başlıyor.. Bu saçmalığa itiraz etme gafletinde bulunan Dilbilimcimiz kapı kapı dolaşarak "Benim koyunum yok!" diye bağırıyor.. İşin kapı kapı kısmı şahane, çünkü kapılar geziyor. Kapılar çoğalıyor.. Sonra her yol bir kapıya, ve kapının içinde bürokrasinin kölesi olmuş bir devlet memuruna çıkıyor.. Bu kadarı ancak Türkiye'de olur cinsten bir hikaye. Ama hayır hikayemiz Bulgaristan'da geçiyor. Demek ki bu işler böyleymiş.. Bürokrasinin düşük lqsu dünyanın herhangi bir yerindeki herhangi bir yurtdaşın çıldırma sebebi olabilirmiş pekala...
Hikmek Körmükçü yine büyülüyor beni. Farklı devlet memurlarını canlandıran Körmükçü, oyunda asalak, kurnaz, idealist olarak karışımıza çıkıyor defalarca.
Dilbilimci derdini anlatmaya kararlı. Benim bir koyunum yok! Sadece deri bir ceketim var..
Yiğit Sertdemir'in başarılı performansı Hikmek Körmükçü ile birlikte oyunun enerjisini yükseltse de genel olarak oyunculukları zayıf buldum.. Bu da yer yer oyundan kopmama neden oldu.. Ama zekice tasarlanmış dekor, bir çok oyuncudan daha fazla enerji kattı olaya. Dürüst olmak gerekirse Yiğit Sertdemir, Hikmek Körmükçü ve dokoru izledim.. Bu yüzden oyun sonundaki alkışlarımın büyük bir kısmı Gamze Kuş'a aittir.
Ülkemizde de sıkça rastladığımız devlet dairesi zorluklarını, kimi zaman trajikomik durumları barındıran, absürd bir dille sahnelenen oyun izlenilmeye değer.. Ama ben sıkıldım biraz.. Bu yüzden de böylesine sıkıcı bir eleştiri yazdım.
İyi seyirler.

17 Aralık 2008 Çarşamba

13 Aralık 2008 Cumartesi

Diva'nın 60. Yılı

insanin ortak kaderi doğum, ölüm ve o aradaki zaman, yaşam...
doğmak, ölmek isteğe bağlı değil...
ölmek, belki bazen.
bize düşen yaşamak. koşullar ne olursa olsun yaşamak... ayakta kalmak...
hadi sıyırttın sıyırttın, hayatta kalabildin zar zor...
uzun yaşamak, bir ayricalık. iyi, güzel...
ama ayakta kalmak, kalabilmek.
ceza! müthiş bir ceza!
ilkokuldaydım, birinci sınıfta. hiç unutmadığım bir cezaya çarptırıldım.
karatahtanın önünde, sırtım sınıfa, yüzüm karatahtaya dönük, ders bitimine kadar kıpırdamadan ayakta durmak...
utanıyorum, midem bulanıyor. ölmek istiyorum.
herkesten nefret ediyorum, herkes ölsün istiyorum.
sonra bir ara cebimdeki kabarıklığı hissediyorum:
kabak çekirdeklerim!
bir kuruşluk kabak çekirdeği almıştım, bir tane bile yemedim.
mahmut'la (benden birbuçuk yaş büyük ağabeyim; üçüncü sınıfa gidiyor) eve giderken yiyecektik.
evimiz taa tepede, abidin paşa köşkü'nün orada.
bahardı... bademler açmış, tepeye giden toprak yol bomboş.
ev yok pek. apartman hele hiç yok. göz alabildiğine tarla.
papatyalar, gelincikler.
hadi be sen de!.. ne diye ölecekmişim... mati'ciğimle güzelim dağ yolunda çekirdek yiyerek, konuşa gülüşe eve gitmek varken!
şimdi dönüp geriye baktığımda, hep çekirdek misali umutlar peşinde ayakta kalabildiğimi görüyorum.
öleceğimi bile bile bir çekirdek uğruna bu kadar çaba, çırpınma!
değer mi?..
birşey yap, met'i anımsıyorum, sevgili aziz nesin'i... içim ısınıyor yeniden.
kalk hadi diyorum, durma koş, birşeyler yap. yaşa...
dur diyorlar bir yandan da, koşma... yeter dinlen artık. koşma...
öl artık!
ama çekirdeklerim bitmedi ki daha...

Yıldız KENTER

11 Aralık 2008 Perşembe

Ola-sı


Soğuk. Gri sokaklardan adım adım geliyor, çıkardığı sesler bir flamenko ayakkabısının suda çıkarabileceği cinsten.. Ağaçların arasından dolaşıyor, evlere dokunuyor.. Seksek oyunuyor kaldırımda... Yerdeki izmaritlere karışıyor, bir kuşun kanadına dokunuyor.. Kapımı açıyor yavaşca.. Görüyorum. Önce ayak bileklerime dokunuyor, göbeğimden omuzlarıma... Kulağımı öpüp gidiyor açık pencereden.. Tekrar karışıyor duman kokusuna, kaldırımlara, çamurlara.
Üşüyorum, soğuk. Bedenim küçülüyor. Aynaya bakıyorum... Dudağımda vişne lekesi. Tekrar geleceğini biliyorum.

5 Aralık 2008 Cuma

Haftanın Şarkısı

Pamela- Eğer Dinlersen

Senden hızla kendime kaçarken
Geçmişi bulurum sensizlikte
Gördüğüm şeyler,susturduğum yürekler
Karşıma çıktılar birer birer.
Nice gönül çaldım cevap vermiyor.
Yine dondum kaldım içim sıkılıyor.

Gitme şarap açtım
Vodka da var istersen
Sevdiğim şarkı çalıyor eğer dinlersen...
Sana olan zaafım nefrete dönüşmüş,
Tenler uyuşmuş ruhun kadar
Oyunlar dinmiş,
Sözler sözlenmiş.
Gitmem lazım zaten sigaram bitmiş.

Herşey boş zaten bu ölümlü dünyada.
Kalbimi kırma, duracak bir gün nasılsa...
Kafaları çekip, muhabbet edelim.
Sonra uyuruz ya da , ya da sevişiriz...

Sana aldığım tişörtü hiç giymedin.
Sevdiğim insanları da pek sevmedin.
Ve beni sevdiğini söylerken hep onu istedin.
Zaten benim kim olduğumla hiç ilgilenmedin.

3 Aralık 2008 Çarşamba

Antigone Ölsün... Geçmişim Kalsın

Sıkıldım... Sıkıldım... Sıkıldım... Yanımda bira içen seyirciler vardı. Bir de bunlar canım ülkemin tiyatro öğrencileri olunca sarhoş olasım geldi. Olayım da unutayım diye. Haliç Üniversitesi Tiyatro Bölümü 2. Sınıf öğrencilerinin Nazım Uğur Özüaydın rejisiyle sahnelediği Antigone oyununu izledik sınıfca.. Sadece sınıf olan biz değildik Haliç Ünivesitesi'nin kasvetli salonunda. Bizimle birlikte İstanbul'un çeşitli okullarında okuyan, çeşitli tiyatro öğrenciler de vardı. Çeşit çeşittik. Hatta salonun tamamını onlar oluşturuyordu.. Seyirciye hiç kızmadım oyun boyu garip tavırlarından dolayı. Tiyatro öğrencilerinin yaklaşık bir buçuk saat seyirci rolü oynayamamasına kızdım.. Garip alkışlar, yerli yersiz gülüşmeler, çıkıp gidenler, telefonlar, gürültüler... Ve tabi kesif kesif burnuma gelen bira kokusu. Oyundan çıktığımda aklımda kalan tek şey Efes Extra'ydı..
Günümüz kelimesi oldum olası yorar beni.. Günümüze uyarlamak, günümüzce yorumlamak. Bir de buna çağdaş, modern kelimeleri eklendiğinde ifrit olmaya sebeptir pekala.. Ama fikir yine de güzeldi. Çıktığımda aldığım derin nefesin sebeplerinden biri de olsa ikinci sınıf öğrencilerinin özverisi, Nazım Uğur Özüaydın'ın cesareti takdire şayandı. Sonuç ne olursa olsun.. Oyunu sevmedim. Ama bu oyunun kötülüğünden değil.. Bilakis benim ukalalığım. Sevmiyorum "günümüze uyarlanılmışları". Sevemiyorum.. Sevsem de Kastamonu şivesi içinde olsun istemiyorum, istesem de Antigone'nin üzerindeki gri tişörtü istemiyorum. Hepsini geçtim cep telefonu görmek istemiyorum. Bırakalım bunlar günümüzde kalsın.. Bırakalım ve bir de diğerini görelim. Onu zaten gördük demeyelim bir de sizden görelim. Güzel popolu kızın elindeki şarap kadehinden daha fazlasını görmek istedim belki. Ya da aksayan ışıklardan fazlasını. Hatta azını görmek istedim. Creon'un kravatını görmek istemedim mesela, İsmene'nin penti çorabını... Yasemen Levy'nin şarkılarının gerekliliğini düşünmek istemedim.. Arada karışımızdaki perdede çıkan ne dediklerinin anlamadığım kadınları da görmek istemedim. Ama onlar göstermek istedi.. Dediğim gibi hepsi benim ukalalığım. Kendimi dışarı atıp, derin bir nefesten sonra sigara yakmama sebep olanlardan biri olsa da oyun, denenen şeye saygı duyulmalı, cesaret ne olursa olsun alkışlanmalı.. Alkışladım tabii.
Ve Antigone... En büyük alkış sana.. Üzerindeki gri tişörte rağmen.
Nazım Uğur Özüaydın'ı da kutlamak lazım tabii ki. Öğrencilerine güveni ve cesareti için..
Sevemiyorum ben günümüze taşınanları.. Geçmişi geçmişte kaldığı haliyle seviyorum. Ama bakmayın siz bana. Gidin ve izleyin. Eminim daha iyi bir şeyle karşılaşıp beni kafanızdan direkt sileceksiniz. En azından bira kokusu olmayacak, ve benim gibi ukala öğrenciler.

"Ölüm Devrimin Maskesidir
"

İyi seyirler.

2 Aralık 2008 Salı

Size Öyle Geliyorsa Öyledir

Kim doğru söylüyor? Peki doğru dedikleri nedir? Gördüklerimiz, duyduklarımız mı? Gerçekten doğru var mıdır peki? Yoksa doğru sadece içimizde olan ve hiç kimsenin bilmediği zaten bilemeyeceği şey mi?
Bizi doğruyu aramaya iten nedir...Kendi doğrularımızı bile ancak ve ancak istediğimizde görebilecekken ne diye başkalarının hayatlarına burnumuzu sokar, onların doğrularını ararız.
Bizim için gerçek hangisiyse, doğru odur. Gerçek doğrunun hangisi olduğunun ne önemi var. O doğrunun, gerçeklik payı mıdır bize güven veren?
Böyle diyor "Size Öyle Geliyorsa Öyledir"

Şık bir salon zevkle döşenmiş mobilyalar, sade tüller. Ve bu salonda birbirinden şık adamlar, kadınlar...
Yeni olmak zordur. Yeni,keşfedilmek üzere lanetlidir.Bambaşka bir şehirde, bambaşka insanların anbean hayatınızın içine girmesine asla engel olamazsınız. Hele ki bir sırsa en mahreminiz, yepyeni ellere,seslere hazır olmak zorundasınız.
Ne Panzo'nun harap olan kimliğine aldırış edildi ne de Frola'nın anneliğine. Peki neydi onların sırrını bu kadar ayyuka çıkaran şey?
Merak. Hiç çekinmeden ötekinin hayatına burnumuzu sokarız. Tepemizde Lamberto Laudisi gibi alay edenler, size ne diyenler olasa da. Bir gerçek vardır ve bu gerçeği bilmek zorundayızdır. Her şeyden daha çok.

Modern tiyatronun kurucularından sayılan Nobel Ödüllü İtalyan yazar Luigi Pirandello'nun komedisi İstanbul Şehir Tiyatroları'nın, Engin Gürmen rejisiyle sahnelenen yeni oyunlarından.

Özhan Özdil'in hazırladığı sade ve şık dekor öncellikli olarak dikkatimi çekiyor. Fakat sade sahneye karışılık, çok büyük perdeler kullanılması, geride kalan yaratıcı kapı ve fonu sönük bırakmış. Bu arada dekorun bir bölümünün seyirci arasına yerleştirilmesi, seyirciyle ilişkili metni destekleyen bir unsur olarak başarılı.Aysel Doğan'ın imzasını taşıyan kostüm ise gerçekten takdire şayan. Şık, yaratıcı ve uyumlu. Tekrarlanan sahnelerde, oyunun genel temposuna uygunsuzluğuyla beni rahatsız eden klasik bir müzik var. Saç ve makyajda ise özenilmişlik göze çarpıyor. Kadınların şıklıkları, başarılı makyaj ve saç kesimi ile desteklenmiş.
Yaş ortalaması yüksek, deneyimli oyuncuların yer aldığı oyunda Kubilay Penbeklioğlu (Lamberto Laudisi) , Nilgün Kasapbaşoğlu (Bn Sirelli) beğendiğim oyuncular. İki oyuncuda yeterki kadar doğaldı. Kubilay Penbeklioğlu'nun sürekli seyirciyle ilişkili olması, oyunun seyirciden ulaştığı sahnelerde bir cankurtaran görevi gördü. Nilgün Kasapbaşoğlu ise başarılı performansıyla seyirciden yeterli reaksiyonu aldı. Diğer oyuncuları vasat buldum ne yazık ki. Abartılı veya tutuk oyunculuklar oyunun ritmini bozdu. Oyunculuk açısından ikinci perde daha başarılıydı.

Böylesine başarılı bir metin yönetmen Engin Gürman'ın işini kolaylaştırmış. Deneyimli yönetmen ise oyunun mesajını sık sık tekrarlamayı seçmiş. Aslına bakarsanız çok rahatsız edici bir unsur değil. Fakat etkileyici final sahnesi, oyunun başından sonuna kadar söylenen sözlerle bitmeseydi veya bu sözlerin üzeri oyunun başlarında biraz kapatılarak seyircinin düşünmesine zaman verilseydi daha başarılı olabilirdi. Mesaj başta verilerek seyircide sadece "merak" duygusu bırakıldı. Oysa başta verilen mesajla, oyunun sonunu anlamak hiç de zor değil.

Panzo mu deli yoksa Frola mı? İkisinden biri yalan söylüyor ama hangisi?Bunu herkes, herşeyden daha çok merak ediyor ama neden? Bir doğru olmalıydı ve ikisinden biri bize gerçeği söyleyebilirdi. Ama onlar ne kadar "gerçeği" söylese de biz inanamadık. Çünkü biri siyah derken diğeri beyaz diyordu. Doğruyu bulmak zorundaydık. Biri yalancıydı. Yalancı deli.

Peki bir "gerçeğe" ihtiyacımız var mıydı? Bizim için hangisi gerçekse doğru da o değil miydi? Benim gerçeğim benim doğrum, sizin gerçeğiniz sizin doğrunuz. Bu şık ve uyumlu salonda, en zevksiz en karmaşık kısmı vardı hayatın. Gerçekler ve yalanlar yani doğrular. Aynada kimi görüyorsak, gerçek o değil miydi? Tek gerçek vardı o da doğruluğuna inandığımız...
Biri deli olmalıydı. Bazı yalanlar, en gerçekten daha doğru olmak zorundaydı. Acaba herkes deli miydi? Yoksa hepimiz deli miyiz? Size öyle geliyorsa öyledir...

İyi seyirler...

1 Aralık 2008 Pazartesi

Boş zamanlar, boşluklar, içini doldurmaya çalıştığımız anlar, bir var olup bir yok olan yüzler. Kış geldi. Haydi kapanalım hepberaber içimize. Battaniyeleri çekelim üstümüze sevdiğimiz filmleri izleyelim. Yalnız kalalım.. Şimdi doldu ucunda kıyısında çok az kalan boşluk da. Şimdi doldu, tam. Sessiz sessiz, damla damla biriktirdim. Kış gelmişken doldu. Tam zamanında doldu.
Bir hikaye anlatacaktım içinde üçüncü tekil şahısların olmadığı. Mışlı geçmiş zaman hem de. Yaşanmış ve bitmiş. Yaşanması ve bitmesi gerekmiş.. Mış miş...
Çantamdaki kitaplar gün geçtikçe artıyor.. Kendimi kitaplara kapadım. Şimdi hayatımın merkezinde Eric Moris ve "duyu belleği" var. Eric Moris, unutmayın diyor. Unutmuyorum.. Bugün bu teknik üzerine çalıştım.. Moris'in dediklerini bir bir yaptım. Belleğimi zorladım. Önce kokusunu çağırdım, sonra ellerini, sonra sesini duydum. Doğru söylemiş.. Hepsi tastamam oldu..
Neden, nasıl, niçin? Bunların hepsini sor diyor.. Soruyorum. Acaba bunları yazarken ne amaçlı kullanacağımızı biliyor muydu. Masum oyunculuk teorileri hayatı çalkalamak için kullanılırsa ayıp mı olur. Bilmem, belki.
Bakınız Aralık geldi.. Kafamın karışıklığı çok belli oluyor mu?

ps: vizeler sonrasında en iyi Shylock performansına sahipmişim. U. Hocam dedi bugün.. Kötü olmamıştı ama böyle bir şey de beklemiyordum. Eyvah eyvah dedim sonra demek millet o kadar vahim.. Kötülerin iyisi olmak işime gelmiyor.
hayır ukala falan değilim! :)

30 Kasım 2008 Pazar

deneme bir ki üç

Lanet olsun bu çalar saatlere. Kim bulduysa,kim sattıysa...Hepsine bin kez, yüzbin kez lanet olsun. Bu kadar sinirlenecek ne mi var? Her sabah ilk sesini duyduğunuz şey bir zangırdıysa ona en büyük lanetleri saymaya hakkınız var demektir. Bu bir kuraldır. Öyle olmalıdır.
Bu şehirde ilk kadınlar uyanır. Çalışsın,çalışmasın,genç olsun,bunasın. İlk kadınlar uyanır şehr-i istanbul'da. Şehr- i kadında. Ve en çok kadınlar lanet eder, şu lanet olası çalar saatlere. Çalmaz olasıcalara. Hele yalnız yaşıyorsan ve şehre karışana kadar duyduğun tüm ses bu zırıltıysa katil bile olabilirsin çok kolay. Tüm kadınlar lanet eder çalar saatlere her sabah, ve bu şehir bir lanetle başlar güne. Uykunun en güzel yerinde,en sevdiğin diziye giren reklam gibidir çalar saat. Ve çalar saatlere,her sabah bu şehrin kadınları lanet eder...Esma'da..
Yataktan fırlamasıyla, giyinmesi arasındaki farkı kendisi bile anlayamadı. Anlayamadı ki bir durdu baktı şöyle. Kendi hızı, kendisini bile şaşkına çevirmişti bu sabah. Gün geçtikçe daha hızlı, daha hızlıydı Esma..Hızlı giyinir, hızlı yer, hızlı okurdu. Ve tabi hızlı yürürdü. Ama hızlı yürümesi pek ona has bir huy değildi bu şehirde. Zira bu şehrin kuralıdır...Hızlı yürür bu şehirde kadınlar.Yetişmek için değil,kaçmak için. Alelade bir kot pantlonun üzerine, en az onun kadar sıradan gömleğini giyerken girdi mutfağa. Kahvesini koyarken,sigarasını yaktı. Renksiz suratlı kadınlardandır Esma... Teninin renginden başka renk gören azdır yüzünde. Ruj,allık,rimel,oje... Hiç bilmediği bir filmin hiç bilmediği karakterleridir. Pek uzun olmayan saçlarını eliyle şöyle bir iterek, bir bakış attı salondaki aynaya. Kahvesini yudumlarken ayakkabılarını giydi, hızlı hızlı. Daha bitirmeden kahveyi açtı kapıyı. Son bir yudum alıp bıraktı fincanı portmantonun üzerine, diğer fincanların yanına... Haftaiçi kahve fincanlarını buraya bırakır Esma. Hafta sonu da alır hepsini. Sayılarına bakarak günü anlar... Dördüncü fincanı bırakıyordu ve bu gün Perşembe'ydi. Sabah ayazı adım adım geziyor yollarda, apartmandan çıkar çıkmaz şakağında hissetti soğuğu. Bir ürperdi,bir kasıldı. Ayak bileklerindeki karıncalanma hatırlatıyordu ona mevsimi. Bir kez daha uyandı sokakta. Çalar saat olmadan. Uyanır uyanmaz atladı arabasına, kulağına gelen ses; Slayer den Seasons in the abayss...


" Kapa gözlerini ve unut ismini

Kendi dışına çık bırak düşüncelerin patlasın
Sen çıldırırken...çıldırırken "

Devam Eder.

29 Kasım 2008 Cumartesi

Kış Gelirse Ben Üşürüm

Hep yolları düşündüm. Herkesin bir yolu vardı. Hayatın bizi içine attığı, isteyerek ya da istemeyerek çıktığımız, sonu olan veya olmayan bir yol. Herkesin bir yolu vardı. Benim de var. Henüz ne olduğunu bilmiyorum ama var... Hep yollara taktım kafayı.. Kendimi de hep yollarda buldum. Ama yollarımız tren raylarından daha büyük. Daha karışık, daha uzun..
Hep yolları düşündüm. Gidecek bir yerim yok henüz.. Ama bir yolum var şimdi bilmediğim.. Bir şeyler hissediyorum. Sonra puf kayboluyor.. İçimde bir inanç büyüyor, sonra günbegün beni terkediyor.. Henüz bir dengeye koyamadım aklımı. Algım beni şaşırtmaya devam ediyor.. Henüz kalbimi de bir yere koyamadım.. Aşkın peşinden koşacak zamanı geçtim çoktan.. Hayatın o kısmını şimdilik atladım.. Bir yol düşündüm. Buldum buldum kaybettim..
Olası herşeye hazırım galiba artık. Ölümlere, kalanlara, gidenlere.. Bir tek sevenlere ve sevebileceklere kapadım şimdi kendimi.. Kimsenin sevgisini istemiyorum.. Kafamı karıştıracak, yolumu şaşırtacak ya da bulmamı geciktirecek bir sevgi istemiyorum.. Yeteri kadar yorgunum.. Yeteri kadar birikti içim.. Zamanın geçmesini, birikenlerin tükenmesini bekliyorum. Kendimi kandırmıyorum. Herşeyin bir sonu var. Daha cevabını beklediğim sorular var. Mutluluğu bir dost meclisinde ya da sahnede arıyorum.. Sevgilinin dudaklarında ya da kalbini bilmediğim bedenlerden aldığım zevkte değil.. Bu yüzden kendimle uğraşıyorum.. Korkularım da bu yüzden.. Bazen hayatımın ilk günü gibi uyanıyorum.. Herşeyi yeniden farketmeye başlıyorum. Başlıyorum ki hatırladığımı hissediyorum. Sonra zaman zamanlığını biliyor ve herşey eskisi gibi akmaya devam ediyor. Hayat akmaya devam ediyor. Hayat akıp giderken ben de bakmaya.. Uzaktan bakıyorum, durup dinliyorum. Ne zaman anlatmaya cesaret etsem pişman oluyorum. Hayatın ses çıkaran tarafı olamıyorum.. Seveni de sevemiyorum. Nankörüm, bazen de vefasız. Kıymet bilmez oluyorum. O zaman suçu herşeye atıyorum. Kaçıp gitmenin, kaçıp da saklanmanın yolu bu benim için. Korkularımı biliyorum. Korkabileceğimi biliyorum.
Nedenlerini anlatamayacağım şeyler yapıyorum. Kendi kendime deşip, kendi kendime kapıyorum. Açıp açıp kapıyorum.. Artık insanların beni anlamasını beklemiyorum.. Kimseye anlatacak bir şeyim yok çünkü.. Ben ses çıkaramıyorum, çıkarsam da anlatamıyorum.. Kimsenin kafasında olduğum gibi olamıyorum. İnsanların algısıyla oynayamıyorum. Oynayamadığım için herkesin bir bildiği var benle ilgili.. Kimseye inanmıyorum.. Kafam öyle karışık ki.. Şimdi hiçbi şey istemiyorum.. Ama herşeye açığım.. Nerden gelirse, kimden gelirse açığım. Gözlerim de açık. Ama yokum ben.. Uzaktan bir yerden izliyorum olup biteni.. Kendi kendimle kalıp başkalarını dinlemeye, başkalarını sevmeye devam ediyorum. Beni sevmesi veya sevmemesi değil mesele. Aşkın o tarafını düşünmüyorum. Aşkın tek tarafını seviyorum. Bardağın boş tarafını istiyorum.. Yolumu bekliyorum. Ortasına düşüp, tanrıya göz kırpacağım zamanı bekliyorum..
Aynaya bakıyorum.. Dışardaki rüzgar sesi.. Kış gelmiş, üşüyorum.

Haftadan Haftaya

Öylesine karışık bir on gün geçirdim ki. Yoğun bir haftanın sonunda oniki saat uyumaktan mıdır bilmiyorum ama şimdi hiçbir şey hissetmiyorum.. Geçen günler flu kafamda. Öylesine zor bir hafta geçirdim ki.. O kadar kendime getirdi ve o kadar kendimde olduğumu farkettim ki. Bu hafta kendimi farkettim. Tam da istediğim gibiymişim. Şimdi aynaya bakıyorum, yüzüm gözüm şişmiş uyumaktan. Gözlerim ufacık. Ama gördüğüm şey net, koşulsuz. Bu sabah kendimi çok sevdim. Koşulsuzlaşmaya başlamışım. Değişen veya değişmeyen herşeyle ben aynı kalmışım. Büyüdüğümü hissettim. Karakterimi öğrendim.. Yaşasın ki ben böyleyim. İyi veya kötü, eksik veya fazla. Böyleyim. Böyle iyiyim.
Bu hafta yeni sıfatlarım oldu; iki yüzlü, yalancı ve türevleri. Üç beş ay önce hönküre hönküre ağlayıp, kendimi anlatmaya, ispatlamaya çalışırdım. Ama şimdi hiç birini yapmadım. Güldüm geçtim öyle. İnsanların zavallılıklarına güldüm. Kendimle gurur duydum.. Büyümüşüm. Şaşırdım da kendime.. Her koşulda aynı kaldığıma şaşırdım. İnsanların benim hakkımda ne düşündüğünü çok önemserdim, artık önemsemiyormuşum. Kendimi öğrenmişim, kendimi bilmişim. Ki susmuşum. En sevdiğim susuşum oldu bu.. Bu hafta büyüdüğümü gördüm. Gülüp geçtim. İnsanları gördüm, derin bir iç çektim.
İki kişi yatmak istedi benle. Nedenini anlamaya çalışmadım pat diye düşen bu soruların. Belki kafamda bir soru işareti olabilirdi.. Düşünmedim bile.. Sevmediğimle sevişmedim.. Şimdi o koşulda da kendimi sevdim.. Öğrenmek istediklerimle öğrenmek istemediklerimi net olarak ayırmamı sevdim. Doğru veya yanlış bende kalanları sevdim.
Öğrendim... Bu hafta da çok şey öğrendim. Kendimi öğreneceğim, insanları, hayatı bileceğim başka haftalar da olacak biliyorum.. Ama ben öğrenmek isteyip istemediklerimi de biliyorum. Kendimi şimdilik biliyorum. Koşullar değiştikçe kendimi öğrenmeye devam edeceğim. Aynaya baktığımda gördüğüm şeyin ne kadar net olduğunu biliyorum. İnsanların bilip bilmemesine aldırış etmiyorum. Hayatımda değer sahibi olmayan insanları önemsemiyorum.
Hala eksikler var, yanlışlar var, cevabı olmayan sorular var. Olsun, onlar hep olmaya devam edecek. Ben kendimle olmaya kendi kendimle kalmaya devam edeceğim.
Kimseye güvenim yok. Bu güvensizlik bana zarar vermiyor ama. Güvensizliğim kötü birşey değil, kimsenin üzerine bırakmıyorum yükümü. Yükümü de seviyorum. Olanı ya da olmayanı seviyorum. Konuşarak tükenen aşk, susarak bitmez belki, ben de bunu deniyorum.
Kış gelince bir dinginlik çöktü üzerime... Evime kapanıp yazmak ve okumak istiyorum.. Sevdiğim şarkıları dinlemek istiyorum, sevdiğim insanları görmek istiyorum. Kendi kendimi bulmak istiyorum. Ama zamana baş kaldırarak değil, kendimle savaşarak. Her koşulda yavaş yavaş...

28 Kasım 2008 Cuma

Haftanın Şarkısı

Bundan böyle haftalık ruh halimi yansıtan şarkılara yer vermeye karar verdim blogumda. neden bilmiyorum. içimden geldi :)

İlk şarkı;

İncelikler Yüzünden
incindim, incitildim derinden
terkettim kendimi

tesadüfen karşılaştım içimde
kendimle yeniden

bir minicik kız çocuğu bak
duruyor orada hâlâ
anlatamam gördüklerimi
o neşeli çocuğa

artık beni asla yaralayamaz
hayat eğer istemezsem
yıllar beni kolay yakalayamaz
ben durup beklemezsem

siz yine de incelikli davranın
benim kadar değilse de

ben bu yüzden, incelikler yüzünden
belki daha çok üzüldüm

26 Kasım 2008 Çarşamba

Düş

Bir oğlum olacak. Adı da hazır; Mehmet Alkım. İnandığım çok az şeyden biri bu.. bir oğlum olacak. Hem de ben çok büyümemişken, hala birbirimizi büyütecek şansımız varken. Bir oğlum olacak.
Gördüğüm, duyduğum, hissettiğim tüm iğrençliklerden uzak büyüyecek. Her gün biraz daha büyüyecek. Kocaman bir adam olacak sonra. O zaman ben çoktan büyümüş olacağım..
Bir ev var hayalimde. İçinde olduğumuz, dışarıya çıkmak istemediğimiz. Hep birlikte kalmak istediğimiz bir ev. Bir de kendime ait bir oda. Herşeyi içinde biriktirdiğim bir oda. Biriktirmiş olduğum herşeyi sakladığım, sakındığım bir oda. Hazine dairesi gibi.. Kıymete değer iyi, kötü herşeyin birikmiş ve birikmekte olduğu bir oda. Mehmet Alkım'ın da bilmediği bir oda. O büyürken ben de büyüyeceğim. O geldiğinde ben henüz büyümemiş olacağım...
Bazen kusuyorum.. Herkes midemi bulandırıyor.. Ardıma bakmadan kaçıyorum.. Sevdiğim şarkıları dinliyorum kaçtığım yerde, gözlerimi kapatıyorum.. Sonra düşler kuruyorum. En masumundan..
Biliyorum bir sabah uyanacağım hiç bilmediğim bir şehirde, yanımda oğlumla.. Her gece tekrar kapatacağız gözlerimizi karanlığa.. Sonu güzel biten masallar anlatacağım ona. Geleceğine öyle eminim ki...

fotograf: kaan bebek ve ben

25 Kasım 2008 Salı

The Stars are Closer Tonight

Yaklaşık bir haftadır evime gitmiyorum. Okulun hemen yanında oturan bir arkadaşımda kalıyorum günlerdir. Vizelere çalışıyoruz, not çıkarıyoruz, provalar alıyoruz, metinler yazıyoruz.. Kafam kocaman oldu artık.. Ama çalışmaktan değil, insanlardan. Herkeste gereksiz bir yılanlık. Herkes herkesi sokuyor hiç acımadan. Uzaktan izliyorum öyle. Ve öğreniyorum ki bana göre değilmiş abicim. Ben bu insanların içinde bulunduğu hiç birşey yapmak istemiyorum. Bu ülkede kalmak istemiyorum. Birbirlerine oynadıkları küçük oyunlara anlam vermeye çalışmak istemiyorum. Ben bu insanları da istemiyorum. Bu okulu da istemiyorum. Öyle yoruldum ki şu bir hafta içinde. Fena halde de sıkıldım. Yarın sahne sınavı var. Koskoca bir yeteeer deyip evime kaçtım. Kendimle kalmak istiyorum. Okulda birbirine yardım etmeye çalışan, ama içten içe birbirlerinin kuyusunu kazan insanlarla aynı havayı solumak istemiyorum. Bu gereksiz kavganın şahidi dahi olmak istemiyorum. Bana göre değilmiş. Bunu bir kez de bu hafta anladım. Tam anlamıyla anladım. Öğrendim yani.
Herkes en iyisini biliyor, herkes en iyisini görüyor, herkes en iyisini düşünüyor. Herkes herkesten nefret ediyor. Kimsenin kimseye sıfır çıkarla, en ilkel haliyle yaklaştığı olmadı henüz. Ya da ben görmedim. Kimseye inanmıyorum. Güvenmiyorum da. Kimseyle konuşmadım bu hafta ortamın götüydüm fena halde. Herkesi tersledim, ona buna patladım. "haddini bildirdim" birçok kişinin. İyi geldi. Ama henüz geçmedi. İçimde büyütmeye başladığım bu kinin benden biraz daha uzaklaşması için birkaç kişinin daha suratına kusmam lazım.. Birkaç kişiye daha haddini bildirmem lazım. Yoksa rahat edemeyeceğim biliyorum kendimi..
Bugün eve kaçtım. İki yüzlü, egosu beyninden büyük insanlardan kaçtım.. Kelimenin tam anlamıyla kaçtım. Bu gece bir huzur olacak bende. Kendimle kalacağım. Yarın sabah sahnenin kapısında sırasının gelmesini bekleyen sınıf arkadaşlarımın yüzündeki iğrençliğe daha bir hazır olacağım.. Bu gece kafam rahat olacak. Çalışacağım bol bol.
Hepsi değil tabii, çok sevdiğim çok değer verdiğim insanlar var. Ama onların da başkalarının oyuncağı olmasına sinir oluyorum. Galiba bu ara herşeye sinir oluyorum. Öyle bir kaosun içine düşmüşüm ki farkında olmadan, ne yapsam diye soruyorum. Çok soruyorum.
Bu gece evimde olmaktan mutluyum. Uzun zaman sonra evde olmaktan mutluyum.
Alkım'ı öyle özledim ki. Bugün doğumgünü. Koşam koşsam üstüne atlasam, herşeyi unutsam. Öyle özledim ki anlatamam. Yok hayır anlatırım. Anlatacağım birkaç gün sonra. Hayattaki en büyük değerim olan bu "garip" adamı.

28 Aralık günü Galata'da sokaklarda flamenco yapıyoruz. Hem de çıplak ayaklarla. Modern dansla birşeyler saçmaladık. Bakalım neler çıkacak ortaya... Kaldırımlar arnavut bizim ayaklarımız çıplak olabilir. Zaten bizim "Ayaklarımız Kaşınıyor"

İyi gelecek o gösteri bana. Bir de Alkım tabi.
Öyle sıkıldım öyle bunaldım öyle yoruldum ki.. Koşsam koşsam atlasam pencereden...

23 Kasım 2008 Pazar

Huyum Kurusun

Prncfrn tarafından mimlenmek

1- Tamam demem, peki derim. Herkes de bilir bunu.
2- Bazen öksürdüğümde insanlar hapşuruyorum sanar ve çok yaşa derler :)
3- Önemli bir görüşmeye gidiyorsam iç çamaşırı giymem. onun dışında hiç atlet giymedim, giymem de. Giyeni de sevmem.
4- Hayatımda hiç kemer takmadım.
5- Kivi, ciğer, kızarmış tavuk, meyveli pasta, kokoreç ve daha hatırlamadığım bir çok şey yemem.
6- Asprin dahil bütün ilaçlara alerjim var. Tofranil hariç. alerjimin olmadığı tek ilacın bir antidepresan olmadı da ilginç :)
7- Bir tiyatro öğrencisi olarak tiyatro adına hiç bir kitabı okumaktan keyif almam. Buna oyunlar da dahil. Hatta Cehov'dan nefret ederim :)
8-Loş ışık dahil asla karanlıkta yemek yiyemem. Sessizlikte ve ışıkta uyuyamam.
9- Sahne sanatlarıyla uğraşan insanlarla anlaşamam. Sevmem de.
10- Özenle düzenlenmiş, derli toplu evlerde fena halde rahatsız olurum.
11- Asla telefonumu duymam.
12- Ortalama iki ayda bir traş olurum.
13- Çok sevdiğim arkadaşlarımı birbirileriyle tanıştırmam. Bana en yakın olan üç insan hiç bir araya gelmemiştir. Birbirleri hakkında herşeyi bilirler ama hiç karşılaştırmam. Kıskanırım.
14- Saçma sapan uyku alışkanlıklarım vardır. Mesela sabah dokuzda evden çıkmam gerekiyor ve saat beş olmuş ve ben hala uyumamışsam, uyumam. Hiç uyumadan çıkarım evden. Sonra tüm gün keşke birkaç saat uyusaydım derim.
15- İlk kez karşılaştığım biri bana canım derse bozulurum. Gelemem canıma cicime.
16- Kahvaltı yapmam.
17- Bilmediğim şeyi yemem, bilmediğim mekana gitmem.
18- Çok sevdiğim yazar, oyuncu, şarkıcı hakkında herşeyi bilirim. Okuduğu okullardan sevdiği filmlere kadar. Acaip bir ajana dönüşebilirim. Merak ettiğim insanın hakkında herşeyi bilirim. Bilmeliyim de.
19- Kimsenin adını aklımda tutamam.
20- Aileme karşı özlem, merak duygum çok az gelişmiştir. Annem on gün aramasın aramam. Unuturum.
21- Onun dışında hiçbirşeyi unutmam fil gibi bir hafızam vardır. Telefonumda kayıtlı tüm numaraların en az birkaç sayısını bilirim. Birçoğu da tamamen ezberimdedir.
22- Evden acil çıktığımda üzerimde ne olduğunu asla farketmem. Çocukken daha beterdir bu. Baharda servisi beklerken kapıda geyik yapardık ve ben çoğu zaman terlikli olurdum servis gelmeden giyerdim ayakkabımı. Birkaç kez unutup okula öyle gitmiştim.
Kafamda onlarca şey var. Malum sınavlar. Aklıma bunlar geldi =)
ondine karısı seni de mimledim ayrıca

20 Kasım 2008 Perşembe

Vize

17 Kasım 2008 Pazartesi

A. A. ?!?!

Bu akşam tüm haber bültenlerinde aynı haber; A. A. isimli dizi oyuncusu(!) geçen yaz gittiği büyükada tatilinde onyedi yaşında bir inşaat işçisi tarafından önce darp edilip sonra da tecavüze uğradı. İsmi açıklanmayan çok ünlü dizi oyuncusunun maduriyetini içler acısı buluyor pek değerli türk medyası. Ve ismini de açıklamıyor. Biz salağız ya bilemeyiz. Yer aldığı hemen her projeden bir görüntü yayınla ve buzla sonra. Biz asla anlamayız. Gerizekalı bir millet olduğumuz için.
Akasya Asıltürkmen tecavüze uğradı. Akasya Asıltürkmen bastırılmış duygularına engel olacak iradye sahip olamayan bir toplumun yine aynı eksiklikten müzdarip bir ferdinin adice saldırısına uğradı. Akasya Asıltürkmen başarılı bir oyuncu.. Sayısız tiyatro oyununda başrol oynamasının yanı sıra bir çok sinema filminde başarılı performanslar sergiledi.
Akasya Asıltürkmen tecavüzü kabul etmiyor fakat yapılan araştırmada tecavüz olayı gerçeklik kazandı. Türk basını sanatçının yerle bir olan psikolojisini hiçe sayarak, bir de üstüne dalga geçer gibi buzlu görüntülerle A. A. dedi. Bir de dizi oyuncusu...
Değerli oyuncuya geçmiş olsun diyorum. Ama yaşadığı talihsiz ve dünyanın her yerinde her kadının başına gelebilecek bu olaydan daha çok, böyle bir ülkede, böyle insanlarla, böyle insanların basınıyla işini yapmaya çalıştığı için.
Umarım hayatında ve mesleğinde açılan bu adice yara en yakın zamanda dostlarının ve sevenlerinin desteğiyle sarılır.. Eminim ki yakın bir zamanda yurtdışına gidecektir. Hatta belki bir daha hiç gelmeyecektir... Biz de böylesine yetenekli bir oyuncuyu sahnede, beyazperdede izlemekten mahrum kalacağız.

15 Kasım 2008 Cumartesi

tesadüfen karşılaştım içimde, kendimle yeniden

Hayatın tesadüflere, tesadüflerinse koskoca bir hayata dönüştüğü bir zaman dilimi yaşamımız. Tesadüflerin üzerinde geziniyoruz. Bazen koşup, sağımıza solumuza bakmadan, ne kaçırdığımızı neler kaybettiğimizi bilmeden rastgeliyoruz bu tesadüflere, bazen de ufak adımlarla hatta sıkça durarak yaşıyoruz hayatı. Her şeye tek tek dokunarak. Tesadüflere boyun eğerek, tesadüflere şaşarak veya gülerek. Koskoca bir tesadüf hayatımız. Öyle ki, hayatın koca bir "ce-e!" olduğuna inanmaktan başka şansımız yok kimi zaman.. Zaman zaman.
Gezinirken, durup beklerken, bekleyip dururken hep düşündüm bunları. Tesadüfen karşılaştık hepimiz. Tesadüfen hayattayız belki. Sizi bilmem ama benim hayatım koskoca bir tesadüf. Küçük, çok küçükken geçerken bana uğraşmış bir hastalık. Sayısız cerrahi müdahalelere, bilmem kaç doktora, o hastane senin bu hastane benime maruz bıraktı beni.. Tesadüfen karşılaştık bu hastalıkla. Çocukluğumun nedensizliklerini günbegün deşen, deşip de kendine irili ufaklı yer eden bu hastalıkla da iki sene önce vedalaştık. Yine tesadüfen. Benim hayatım bir şansmış. Öyle dedi doktorum. Altı ay dokuz günlükken doğmuşum ben. Doktorlar yaşamaz demiş. Dört yıl sonra tekrar söyleyecekleri gibi. Yaşamışım. Tesadüfen...
Yürüdüğümüz yollar, sevdiğimiz insanlar, can yakıcılar hep tesadüfen. Hayatın bol cilveli, işveli hafif kevaşe elleri birleştirmiş bizi. Biz bilmeden. Koca koca ağaçlar kesilip yol olmuş, birlikte yürümüşüz. Bazen omuz omuza bazen de birbirimizin varlığını yok sayarak, görmeden. Bu ülkede doğmam da bir tesadüf benim. Nerden nereye diyor insan. Yaşadığım aşklar, hayatıma giren insanlar, seçtiklerim, öptüklerim, teptiklerim hep tesadüfen. Çok da deşmeye gerek yok hayatı. Ama hayır "biz kaşınanlar" sadece böyle buluyoruz yaşama amacını. Ölmemizin vereceği huzuru düşüne düşüne yaşıyoruz. Ancak böyle yaşıyoruz.

7 Kasım 2008 Cuma

Gitmek

Kaçmak, sonsuza kadar kaçmak kurtarır beni. Her yere herkese yabancı, tek başıma durmak en zor olanı. Tek olmak en zor olanı, yabancı olmak. Kendi annene bile yabancı olmak. Kardeşinin hiç kardeşin olmaması, babana hiç sarılmamış olmak, kimsenin elini sımsıkı tutmaması zor olanı. En zoru kimsenin dilinden konuşamamak. Herkese el olmak. Ama en büyük yük kendine yabancı olmak. Ne kurtarır beni diye düşünmek zor olanı..
Bir gece daha bitti.. Şimdi rütuşları yapılıyor dağılan evin, kırılan telefonun.. Bu kargaşadan çıkıp yüzü hala gülmeyen, konuşamayan, anlatamayan benim. Annemi bile görmek istemiyorum. Hiç ama hiç özlemiyorum ailemi. En zoru asla aile olamadığın bir ailenin parçası olmak. Olmaya çabalamak, hiç olmayacağına inanmak.
Annenin seni asla anlayamaması zor. Babanın kaçıncı sınıfa gittiğini bilmemesindan büyük acı var mı ki hayatta. İçinden geldiği gibi tutamamak elini. Babam diyememek, kardeşinle aynı evde duramamak.
Yıllar var ki uyuyamıyorum bu evde. Ruhumda açılan yaraları kim sarar bilmem. Tanrı var mıdır bu evde. Melekler ağlar mı halime. İnsanı en acıtan sözlerini kardeşinden duymak mıdır keder. Gözler kararırmıymış birkaç cümleye..
Yabancı diyorlardı bize. Yabancı denilen insanların içinde en yabancı olmaktan daha zoru var mıymış. Kime anlatsam derdimi. Nasıl unutsam annemi, babamı, kardeşimi.. Nasıl öldürsem köklerimi.. Nasıl bitirsem can damarını soyumun.
Bir sabah uyansam hiç bilmediğim bir şehirde. Yanımda oğlum.. Hep bir oğlum olsun istedim. Dışardan habersiz, kötülüğü görmemiş olsa gözleri. Beni büyütemedikleri gibi büyütsem onu günbegün. Beni sevmedikleri kadar sevsem. Kimsenin izini bilmediği bir yola çıksak birlikte. Kimse bilmese yerimizi. Bir evimiz olsa, gökyüzüne bakan, hiç bilmediğimiz bir şehirde. Dillerini anlamadığımız insanların içinde. Ne var ki onlara da yabancı kalsak. Daha ne kadar el oluruz ki dünyada.
Çekip gitsem bu evden, dört duvardan kurtarsam kendimi.. Annemi unutsam, babamın adını silsem kafamdan. Bir kardeşim olduğunu daha önce bilmemiş olsam. Hiç olsam bu evden çıkıp, köklerimi versem bir dilenciye, başımın gözümün sadakası olsa. Tanrıyı unutsam yürürken yolda.
Hiç bilmediğim bir şehirde de sevmeseler beni. Ama acıtmasalar canımı. Zayıflıklarımdan habersiz olsa onlar. Oğlumu ve beni bilmeseler. Kimse görmese yolda yürürken elele.
Gün gelip gitsem bu evden. Babamı bir daha görmesem, unutsam adımı bir Eylül günü. Yazdıklarımı silsem, aşklarımı gömsem... Gitsem bu şehirden..
Kaçmak, sadece kaçmak kurtarır beni. Önce bu evden, sonra bu şehirden, en son kendimden. Arkama bile bakmadan gitsem bir Eylül günü. Gözümde bir hayat yok uzun zamandan beri. Canım acımasa bu kadar. Çok iyi olmasam hiç birgün. Hastalıklarım olsa, acılar biriktirsem. Ama canımı yakmasalar bir daha.. Kim anlar beni, ben kime anlatabilirim kendimi.. Bir sabah unutsam kendimi. Unutarak uyansam, soyadım sigaramın dumanı gibi uçup gitse pencerenin aralığından.
Hayatta daha önce hiçbir şeyi seçmedim diyemem ama seçtiklerim de seçmediklerim kadar yaktı canımı. Seçtiklerimi sonuçlarını bile bile seçtim. Canımın ne kadar acıtacağını bile bile yürüdüm o yoldan. Kazanımı kendim yaktım. Fokur fokur kaynattım içinde kendimi. Bazen ben yaktım kendimi bir başkası için. Öyle sevdim ki yangınımı. Sonuçlarını bile bile yaktım. Seçemediklerimse senebesene üzerimde kendine yer edindi. Yosun tuttu yaralar bedenimde. Eskidim. Yaşadığım herşeyin bedelini hemen ödedim. Zaman beni hiç bekletmedi.. Unutmama hiç izin vermedi.. Ben ne zaman çocuktum bunu unuttum sadece.. En son ne zaman okşadı biri başımı bunu unuttum. En son ne zaman hatalarımı çocukluğumu verdiler. En son ne zaman yüzüme güldü babam.. Bunları unuttum.. Unuttuklarıma yandım, unutamadıklarıma yandım.. Dönüp baksa da anlayamaz, anlatsam da anlayamaz kimse. Herkesin derdi kendine.
Kaçmak, sadece kaçmak kurtarır beni. Herşeyden kaçmak hatırlatır tekrar çocukluğumu. Bir Eylül sabahı uyansam bilmediğim bir şehirde oğlumla. Unutmuş olsam küçükken her gün evde gördüğüm güzel kadını. Hayatı, kalmadığı yerden yaşamaya başlasam. Hiç bir şey kalmasa bende. Herşeyimi alsalar, umudum olmasa içinde yarının geçtiği. Bir tek oğlum ve ben olsam.. Uyansam ve bir kimliğim olmasa cebimde. Bir geçmişim olmasa. Aşklar ölse, insanlar çekip gitse içimden.. Adını hiç bilmediğim bir şehirde unutsam adımı.

6 Kasım 2008 Perşembe

Sahici

Daha önce kurduğum hiçbir cümle için pişman olmadım. Yazdığım herşeyin içinde hep ben oldum. Herşeyi buraya yazmadım bazılarını kendime sakladım. Onlara da kendimi koydum. Hepsini sahici belledim. Öyleydi.. Elimden geldiği kadar ben olmaya çalıştım her zaman. Kendi küçük dünyamı zaman zaman fazla önemsedim. Bazen de hiç önemsemedim. Öyle büyüttüm ki hayatı gözümde, giderek küçüldüm. Evet, gururumu ayak altı ettim zaman zaman. Ama bundan hiç pişman olmadım. Küçücük kaldım birilerinin gözünde.. Olsun, hiç önemli değil. Ne olursa olsun ben olmaya çalıştım. Bildim hep ne bir eksik ne bir fazlayım herkesten. Kimseyi küçültmedim gözümde. Kimseyi benden daha değersiz görmedim. Kendi değerimi unuttuğum da oldu tabii. Varsın unutmuş olayım,hiç ama hiç pişman olmadım. İnsan yaptıklarından değil yapmadıklarından pişman olur oyunun sonunda. Hiçbir yerde hiçbir şey aramıyorum.. Aramadım da. Hayattan bir beklentim yok benim..
Ama karşıma çıkan tuzakların da içine düştüm tek tek. Yara bere içinde kaldım, elimde ayağımda daha önce görmediğim, tadını, kokusunu bilmediğim lekeler oldu. Olsun.. Hatalarım çok. O kadar çok ki.. Beklentilerimi kendi kendime bitirdim ben. Öldürdüm hepsini tek tek. Kendimi öldürecek kadar cesur olamadığım için geleceğimi öldürdüm. Hep yolumu kaybettim durdum. Bir yerde hep kendimi yolda buldum. Öyle yoruldum ki bundan yolları da unuttum. İnsanların kafasında dönüp dolaşan şeylere asla dokunamadım. Hiç bilemedim karışımdakini. Hiç anlayamadım.. Öyle kayboldum. Zaman zaman bir çıkış yolu buldum, ona da gözümü kapadım. Ben kendi kendime kayboldum. O kadar da benimsedim ki bunu şimdi hiçbir yer benim değil. Her yere yabancı bedenim. Her bedene elim. Olayım.
Öyle olayım veya böyle olayım, hatta hep kaybolayım. Ne olursam olayım ama hep sahici kalmaya çalıştım. Neysem o olmaya çalıştım. Kafamda kuramadım kursam da tutamadım dilimden kaymasına.. Hayatın elimden kayıp gitmesine hiç engel olamadım. Olmayayım.. Oyunlar oynanıyor, birileri birilerini ısırıyor, yalıyor, kanatıyor. Ben ne yapıyorlar diye düşünüyorum. Farketmeden ben de yaptım mı acaba diye düşünüyorum. Kendim hariç kimseyi bilemedim. Kendimi de unuttum tabii.
Şimdi unuttum yolumu, bedenimi. Şimdi herşeyi unuttum. Kafamda büyüyenler, bedenimi ağırlaştıranlar yüzünden unuttum.
İçime döndükçe kaçtıkça insanlardan hiçbir şeyi bilemeden unuttum. Birgün bir yerde karşılaşmak üzere bıraktım hayatı zamana. Şimdi koskoca bir ara veriyorum yazmaya.. Kasım bitsin. Zaman zamanlığını bilsin. İnsanlar gitsin, ben döneyim, yolumu bulayım, öğreneyim veya unutayım sonra devam edeyim nefes almaya...
Yazdıklarımda hep ben oldum. Hep ben kalmaya çabaladım. Ama anlattığım herşeyde hep kendimi unuttum. Kendimi unuta unuta hayatı unuttum. Kendinden emin, ne söylediğini bilmeyen biri oldum. Kendinden neden emin olduğunu da bilmeyen. Özetle bilemedim. Hiçbir şeyi.. Ayakta durmak ayakta duranların oyuncağı olmaksa, oyunun bir parçası olmaksa ben hiç yapamadım. Bu iyi bir şey mi kötü bir şey mi bunu da bilemedim.
Şimdi bir ara... Sorularım cevapsız kalmaya devam edinceye, ben sormaya ara verinceye kadar ara.
İçimden geldi, Dökülmek istedim kendime.
Neon Kapanır.
Nokta.

5 Kasım 2008 Çarşamba

Rastlantı, Sancı, Cesaret

Adımı okuduğunda elim ayağım titredi. Okulun başından beri korkuyorum M. B.'den. Öylesine muhteşem bir adam ki bu işin kıyısında köşesinde duran herkes bilir onu. Korkar da. Mükemmeliyetçi harika bir göz M. B. Oyunculuk dersinde ilk kez performanslara bakacaktı ve ilk beni kaldırdı. "hayatımızdan bir anı" oynayacaktık. Başımızdan geçen kısa bir hikayeyi sözsüz bir şekilde anlatacaktık. Önceden seçmiştim hikayemi. Çalışmıştım da. Sahneye çıktım, elim ayağım birbirine girdi. Hemen attım üzerimden gerginliğimi ama derhal kurtuldum korkularımdan ve başladım hayatımdan bir anı oynamaya. Hem de ne an. Bittiğinde içimde bir şeyler düğümlendi kaldı. Rastlantının böylesiydi. Rastalantının bu kadarıydı ancak. Ben o andayken o anda karşı sınıfta ders vardı. İkisinin arasında bağ kurmaya çalışma. Yapamazsın. Yapma da zaten.
Güzel şeyler söylediler. M. B. 'nin eksiklerimle birlikte beğenmesine çok sevindim. Bir yük kalktı üzerimden. İçimde sancıdı, üzerimden kalktı. Uykulu uykulu bir not düştüm hayatıma, böyle rastalantılar hatırına.

4 Kasım 2008 Salı

Kasım Aynı Kasım

Yener ve yeniliriz. Yenileniriz bazen bir de. Herşeyin başına bir "başka" koyarız. Her yenildiğimizde yenilendiğimize kendimizi inandırmak için önce başkalaşırız ve başkalaştırırız. Herşey sıfırdan. Yeni sıfatlar ediniriz. Yeni şarkılar dinleriz, yeni mevsimler severiz. Yenildiğimiz her an yenileniriz. Değişmeye çalışırız. Değiştiririz herşeyi. Günlere bir format atıp, hayatı yeniden başlatırız. Ta ki tekrar kapatana kadar. Her kapatışta tekrar açarız bu safis kutuyu. Kapatır ve açarız. Öyleyiz veya böyleyiz. Her koşulda farklıyız. Soyunuruz veya giyiniriz, birileri için soyunurken birileri için giyiniriz. Kapatırız her bir yanımızı sımsıkı. Yenildiğimiz her an etrafımızdakilerin rollerini değiştiririz. Biz de değiştiğimize inanırız. Döner dolaşır kendimiz oluruz.
Durduğum her an birikmişim peyderpey. Şimdi kasım kasım kasılıyorum galiz Kasım'da. Yenilmiyorum, yenilemiyorum da. Bırakıyorum herşey olduğu gibi kalsın. Herşey olmasını istediği gibi kalsın. Benim olmasını istediğim gibi değil. Hani herşey olacağına varır ya bu da öyle birşey. Bırakıyorum olacağına varsın. Hatta bırakmıyorum da, görmüyorum hiç dokunmuyorum. Yenilemektense yineliyorum. Uzak tutuyorum kendimden kendimi. Bırakayım öyle dursun. Nasıl bulduysam öyle bırakayım hatta.
Silik bir zaman Kasım. Değişmeyen herşeyin biriktiği, değişmeyenlerin peşpeşe dizildiği bir zaman. Öyle bir zaman ki günler bile gereksiz. Kasım bir. Sonrası Aralık. Her gün aynı... O yüzden deşmiyorum Kasım'ı Eylül gibi. Yorgun olurum Kasım'da.. Bırakırım kendi haline herşeyi, ama en çok kendimi. Bunun adı durup beklemek değil elbet. Zaten ben ne yapıyorsam durup beklerken yapıyorum. Bunun adı öyle birşey değil. Başka da değil. Hiçbir şey değil Kasım. Bir zaman sadece. Bir de bakmışsın kış gelmiş. Güneş doğmaz olmuş tepemize. Yağmur çamur, kar kıyamet. Dışarı çıkana, çıkartana aşk olsun. Şöyle bir sinelim içimize, dinlenelim azıcık. Durup beklemeden ama, eşip deşmeden.
Ne bir ses var şimdi zamanda ne bir nefes. Sadece zaman zamanın adı. Benden uzak dursun, dokunmasın hiç bana... Kendi kendime, kendi kendimle şöyle bir dolanıp geleyim Aralık'a. Bu zaman sever hepimizi. Yenildiğimizin hemen ertesi, yenilendiğimizin hemen berisidir. Durup beklemeden, eşip deşmeden geçer Kasım. Öyle geçsin utandırmasın beni. Yenilenmeye, yenilmeye niyetim yok hiç... İsim falan da koymam olmayan çocuğa. Hiç yok Kasım. Halt etmiş diyenler Kasım'da aşk başkadır diye. Kasım'da herşey aynıdır. Ne yenilenir, ne yinelenir.

3 Kasım 2008 Pazartesi

Her Koşulda

Sahnede denemekten asla korkmamak gerekiyor. Sanatçı saçmalamalı, saçmaladıkça salt kendine ulaşmalı.. Saçmaladıkça kendimize daha çok yaklaşıyoruz. Kontrolden çıkmış bazı duyunumlarda buluruz bazen kendimizi. En biz o oluruz. Belki yani. Belki de değil. Denemekten zarar gelmez.. Denedikçe doğruya ulaşırız. Doğruya inanıyorsak tabii. Doğruya inanmayacak kadar cesursak eğer işte o zaman daha doğru herşey. Sahnede doğru yoktur..
Hayat koşullar değiştikçe değişiyor.. Biz de bu koşullarla birlikte değişiyoruz. Her koşulda verdiğimiz tepki ayrı. Saklanmamızın ve kaçışlarımızın, dimdik duruşlarımızın veya çöküşlerimizin hep nedeni var. Ve bu nedenlerin kaynağı; koşullar...
Koşullar değiştikçe tepkimiz değişir. İşte insan davranışlarının özü budur. Oyunculuğun da. Her koşulu bilmek, her koşulda ne yapabileceğimizi düşünmektir kendimize yaptığımız yolculuk. Bu yolculukta gördüğümüz herşey biziz. Birbirinden ne kadar farklı olsa da. Bir kalıp içinde, sıkışa sıkışa bocalarız her koşulda. Ama her koşulda farkılıkları farkettiğimizde, farkındalığımızla biz oluruz. Hayat böyle. Sahne de. Her şeye rağmen hayat sahne değil ama.. Koşullar bize uygun veya değildir. Öyle anlar vardır ki hayatta -sahnede de- o koşulda tepkisiz kalırız. Öyle değil midir.. Nutkumuz tutulur. O zaman susmasını bilmek zorunda kalırız. Oyunculuk da konuşmak değildir. Dimağmızı kocaman açıp, her koşulda kendimizi gördüğümüzde hep farklıyız. Ama özünde hep aynı. Hem farklı hem aynı. Sahne hayat gibi, ama hiç değil.. Kafam gittikçe karışıyor. Stanivslavski'yi öpüp geleceğim.

adı dua olan sevgilim

yedi rekat günah kıldım bedeninde
dizlerinde yedi zikir secdeye vardım
ihmalin uzak meleğine teninde aldandım
yapayalnızdım kendi kalabalığım içinde
tarih kadar yalnız
aşka aşina acıya unutkandım

er yüzlerde tavaf ettim bunca yıl kalp evini
kırk yemin kurtulmuştur sanırken içimin pınarlarını
inanmadığım allah’a
senin yüzünden inandım
adı dua olan sevgilim
yandım yandım yandım

sessizliğe borcum var birkaç kelime
sessizliğe borcum var birkaç feryat
sessizliğe borcum var birkaç çığlık
sustum yıllarca sustum kan içinde

ödeyemedim borcumu onca şiirle
adı dua olan sevgilim
yandı ruhumun gömleği
yedi deryalar içinde
aştım aştım aştım

aslında sen yoktun
yalnızca bir duayı sevdim ben
varlığın yalanımdı
aşktım aşktın aşktı
geçti gitti hepsi
geçti gitti işte
dudaklarım kilitli
yasin yasin yasin

çok şükür ölmeden
son duamı ettim ben
allah beni terk etti
kendi dağımı kazdım defterime
gün geldi buradan da gittim

m. mungan

2 Kasım 2008 Pazar

Cinsellik Açık Bir Kapı


gereksiz olmuş selam vermek artık şehr-i boğaziçi’nde
pusulası şaşmış kızlar aşık olmuş tanımadan birbirlerine
insanlar istif taksilere dolmuş cumartesi eğlencesinde
kalpler vuruyor, hep kulaklar tıkalı tarihin en eski sesine

cinsellik açık bir kapı, biri onu artık kapatmalı
iyi olan her şey gibi, bu da artık çok fazla kurcalanmamalı
cinsellik açık bir kapı, biri onu artık kapatmalı
güzel olan her şey gibi, bu da artık çok fazla kurcalanmamalı

hangi gönül kimde belli değil artık şu ihtiras eğlencesinde
kırılan kalplere amatör deniyormuş, kızlar usta olmak peşinde
yıllarca sürmüş ilişkiler artık yok olmanın arifesinde
sevgisizlik artık almış da yürümüş, sonumuz boğaz köprüsü’nde

cinsellik açık bir kapı, biri onu artık kapatmalı
iyi olan her şey gibi, bu da artık çok fazla kurcalanmamalı

1 Kasım 2008 Cumartesi

hem karnım doysun hem pastam dursun

Sigara içmekten ciğerlerim helak oldu günlerdir. Sıkıntıdan diyorum kendime, anneme de. Günlerdir hiç çıkmadım evden. Hastaydım... İyileştim sayılır. Üzerimde nedenini bilmediğim ve hiç bilemeyeceğim bir durgunluk var.. İçimdeki sıkıntıyı büyüttükçe kendim küçülüyorum. Hiç bir şey yapmak istemiyorum.. Ama çok şey olsun istiyorum.. Dolanıyorum evde. Saçmalıyorum bolca. Evden çıkmadığım şu üç beş gün delilik raporum adeta.. Alkım'ı özlüyorum... Çok kişiyi özlüyorum. Birçok insanın yokuluğunu hissediyorum. Sigara içiyorum. Konuşasım yok hiç. Yetiştirmem gereken işler var, yapmıyorum. "Hadi gelsene!" diye arayanlar oluyor, bahaneler uyduruyorum. Çıkmak istemiyorum evden. Kendimi cezalandırıyorum. Kafam karmakarışık. Nerden bakacağımı bilmediğim bir mesele var içimde. Ne olduğunu da bilmediğim. Bir yandan birileri benle ilgilensin istiyorum, bir yandan kimseye yanaşasım yok. Hele yeni insanlar tanımak, asla! Artı bir istemiyorum artık hayatımda. Sonu ünlemle biten cümleler kuruyorum. Kendi kendimi kandırıyorum... Bir şeylere inanmam lazım. Beni kandırması lazım birilerinin. Sanırım daha önce hep böyle ayakta durdum. Şimdi günlerdir evdeyken, birilerinin beni kandırma şansı yokken, kendi kendimleyken zorlanıyorum bu kadar. Kendime bu kadar salt bakmam korkuttu belki de beni. Hatta belki benim bütün sorunum bu; korkmam. En çok kendimden korkmam, asla inanamam kendime. Oysa her boku bildiğini sanan bir yeni yetme var içimde. Hiçbir şeyi ve kimse beğenmeyen, herşeyde bir hata bulan... Kendi kendimeyken sadece kendi hatalarımı görmem ezdi galiba beni. Şu ana kadar kimseyi ezememiş olan ben, kendimi ezdim hiç acımadan. Nefret ettim herkesten. Haber programlarından, dizilerden, filmlerden kitaplardan.. İnsanlardan. Bunların hepsiyle birlikte yaşayan kendimden. Acaba düşündüklerim ne kadar doğru veya hissettiklerim. Acaba doğru bir meslek mi seçmiştim. Bilmiyorum. Sonuç hep bu. Hiçbir şey bilmiyorum. Ama her boku bildiğimi sanıyorum. Hayat böyle değil, evde oturup korkmakla geçmez elbet.. Dışarısının pisliğinden kaçarak olmaz. Pisliğe bulaşmadan olmaz. Hiçbir şeyi beceremez, hiçbir şeyi başaramaz hissediyorum kendimi. Hiçbir işe yaramazım fena halde. Kendime bile yararım yok.. Şüphelerle büyüyorum. Kendim hariç herkese inanıyorum.. Ya bu deveyi güdeceksin ya bu diyardan gideceksin diyorum kendime. Önce deveyi sonra diyarı halletmeliyim.. Büyümeliyim. Pişmeliyim.. Çok pişmeliyim.
Hiç böyle birşey yazmak istemedim. Aslında yazmak da istemedim hiç. Yazmamayı öğrenmeliyim. Belki artık yazmamalıyım. Galiba bunu da beceremedim..
Gitmeliyim.

30 Ekim 2008 Perşembe


Hayırlı olsun :)

Grip

yilda en az bi kere gelen, geldi mi gitmeyen, zaten birine gelince, arkadas, anne, abi, taksici, satici.. herkese gelen, insani herseyden nefret ettiren, beyninin calismasini bile engelleyen, bogaz agrisi, ates, kiriklik, burun akintisini bunyesinde barindiran bela.

kaynak: eksisözlük.

İçindekiler

Okula gitsem mi gitmesem mi? Yatağın içinde onbeş dakika kadar bunu düşündüm. Okul açıldığından bu yana yaptığım gibi. Gitsem mi gitmesem mi? Saat yediye geliyordu ki bir hışımla çıktım yataktan. Elime geçenleri giydim ve düştüm yollara. Sınıfa girdiğimde yirmi dakika kadar geç kalmıştım. E.B.'nin oyunculuk dersine. Bindiğim araçlar mı tutmuştu yoksa üşütmüşmüydüm bilmiyorum ama fena halde midem bulanıyordu. Sahneye çıkıp performans yapmadım. Yapanları izledim. Eleştirmedim de. Durdum öyle.
Herkes tek tek çıktı E. B.'nin daha önce verdiği performansları yaptı. Rahatsızlığımı anladı ve hiç elleşmedi bile bana.
Performanslarla ilgili genel eleştrilerden biri de sahnede oyuncuların kendini sakladığıydı. Açık değiliz seyirciye. "Oyuncu her anlamda açık olmalı" dedi E. B.
Bunun için bir alıştırma yapacağım ders sonunda diye de ekledi. Dersin sonu gelmişti.
İki sandelyeyi bize göre sağa çevirerek karşı karşıya aldı ve Şimdii dedi tatlı sesiyle. "karşınıza kendi hayatınızdan birini almanızı ve ona hiç söylemediğiniz bir şeyi söylemenizi istiyorum. Hadi dedi sonra. Saklamayın kendizi, korkmayın gerçek olmaktan, kendi sahiciliğini görelim. bundan korkmayın, sizin o en "siz" halinizi görmek istiyorum"
Ben dahil olmak üzere herkes bir gerildi tabii. Tedirginlikler ve ufak sırıtmalar başladı. "Hadi hadi hadi!" E. B. ısrarlı.
Ve hemen çıkardı birini. Sonra başka birini.. Karşısına babasını alanlar oldu, eski sevgilisini, büyükannesini... Garip bir yüzleşmeye döndü ders. Gerildik, üzüldük. Sahneye çıktığımda ne yapacağıma, karşıma kimi oturtacağıma emin değildim. Sandalyeye oturdum. Karşı sandaliyeye göz attığımda zaten oturan oturmuştu. Konuştum. Kısa bir konuşmaydı. Ayak parmaklarımın uyuştuğunu hissettim.. Ağlıyordum ki kalktım. Oturdum yerime.. Benden sonra bir iki kişi daha "yüzleşti" sonra bitti çalışma. E. B. sahneden.
"Çok ama çok teşekkür ediyorum. Bu kadar dürüst ve gerçek olduğunuz için. Böyle büyük şeyler beklemiyordum. Çok teşekkür ederim sahneye çıkan herkesin burdaki herkese olan güveni için.. Öylesine gerçek ve izlenilesiydiniz ki. Çok etkilendim. İşte bu gerçekliği, sahiciliği sahnede de görmek istiyorum. Şimdi çıta benim için çok yukarda. İşiniz zor."
Gülümsüyorum. Elim ayağım titriyor.. Ne hissettiğimi bilmiyorum. Gerginim ama inanılmaz da bir rahatlık var üzerimde. Ders bitiyor, çıkıyorum. Bir sigara yakıyorum.

28 Ekim 2008 Salı

Savaş, Kadın ve Diğerleri

Kim başlattı, kim kötüydü?
Nasıl oldu da benim yurdum vahşeti gördü.
Ölü oğlunun ceketindeki eksik düğmeye ağlayan anne.
Parçalanmış bebeğine bez bebek diker
Hergün bir tane...

İçimde nedenini bilmediğim bir gerginlik vardı. Teması savaş olan oyunlarda hep olur bu bende. Alışkınım. Hele ki sahnede "çok şey beklediğim" bir oyuncu varsa bu gerginlik daha da büyür. Savaş ve Kadın oyunun adı. Hem savaş hem kadın. Gerilmek için fazlasıyla yeterli. Ha bir de balkanlar tabii. Çocukluğuma denk gelir. Oldukça geriye dönmem lazım, duygu belleğimi yoklamam lazım anlamam için. Balkan müzikleri dinledim. Biraz baktım yakın tarihe. Mostar'a göz attım. Fotografları elledim az biraz. Ama en çok balkan müzikleri dinledim.

Oyunumuzun başlamasına 5 dakika kalmıştır, lütfen cep telefonlarınızı ve çagrı cihazlarınızı kapalı tutunuz. İyi seyirler.

Dakika bir gol bir sahnede akordiyonuyla Muzaffer Berişa, sesiyle Aslı İçözü.. Ve balkan şarkıları. Oyunla sözleşmişiz gibi.. Ve ben de eşek olmadığımdan derhal giriyorum oyunun içine.. İlk sahneler olayın nereye gideceği konusunda hiç bir ipucu vermiyor. Özenle saklanmış hikaye. Sadece olağanüstü dekora kitleniyorum.. Son yıllarda gördüğüm en yaratıcı dekorla karşı karşıyayım. Pratik ve estetik. Tavandan dökülen kumaşlar sahneyi mekanlara bölüyor. Öylesine şık ki. Taciser Sevinç'i fena halde alkışlamak geliyor içimden...

Balkanlar... Onlarca milletin, ölürcesine birbirini suçladığı. Bir arada yaşatılamayan insanlardan oluşan tarihin en kanlı sahnelerine ev sahipliği yapmış bir savaş filmi seti.

"Kadınların dörtte ikisi tecavüzcülerini teşhis edebiliyor. Çünkü tecavüzcüler, ya okul ya iş ya da mahalle arkadaşları." Savaşın çirkinliğini, senebesene bu topraklarda bıraktığı acıları dinliyoruz savaş maduru, tecazüve uğramış bir balkan kadınından. Ona eşlik eden Amerikalı psikolog Kate. Bambaşka hayatlar yaşamış bu iki kadının iç hesaplaşmasını izliyoruz, fonda askerlerin ayak sesleri..

Bambaşka hikayelerin başka kahramanları olan bu kadınların dünyaya "kadın gözüyle" bakışını izliyoruz dakikalarca. Savaşın gölgesinde "zoraki" bir dostluk kuruluyor. Erkeklerin dünyasındaki erkekçe savaşlarda kadınlar anlatıyor erkekleri. Balkan insanlarını, arkadaşından, komuşusundan gördüğü zulmü. Uzak diyarlardan basılan tuşlarla bir oyun oynanıyor bu topraklarda. Kadınlar sanıldığı kadar aptal değil ama. Olan bitenin -veya bitemeyenin- farkında hep. Bir kin bazen de alaycı bir tavırla bahsediyor kadın balkanlardan. Sırplardan, Boşnaklardan, Müslümanlardan..

Hespi tatlı insanlardır! "amma.." diyor balkan kadını. Hastanede çaldığı felekten bir gecede. İşte balkanları özetleyen de bu balkan kadını için. "Amma" Ha bir de televizyon. Pespembe diziler.

Oyunun sonlarına doğru hamile olduğunu öğreniyoruz Balkan kadınının. Nefretle reddediyor bu bebeği.. Kate ise doğurması konusunda ısrarlı "Senin karnında bir toplu mezar var. Bu bebeğin babası savaş diyor" Tüylerim diken diken oluyor...

Yazan: MATÉI VISNIEC

Yönetmen : Orhan Alkaya

Oyuncular :Aslı İçözü, Aslı Öngören


Kendi adıma sezona iyi başlıyorum Savaş ve Kadın'la.. Ha bir de oyun Pippa Bacca anısına..


Pippa Bacca;Dünya barışı için italya' dan yola cikip da turlu turlu ulkelerden gecip beyrut' a ulasmayi isterken, guzergahinda yer alan, bastirilmis duygularina karsi koymayi beceremeyen erkeklere sahip , yasamayi istedigi seyi istedigi sekilde yasamanin gunah sayildigi, her seyin goze battigi, kadinlarin ozgurce giyinip sokaklarinda dolasamadigi, kimi kaldirimlarinda otobus bekleyen kadinlarin bile icinde erkek suruculerin bulundugu arabalar ile rahatsiz edildigi, tum bunlara benzer saymaktan utandigim ama hepimizin cok iyi bildigi bircok igrenc durumla karsilasilabilecek bir ulke de tecavuze ugrayarak oldurulmus italyan sanatci.

Savaşımızın başlamasına 5 dakika kalmıştır, lütfen cep telefonlarınızı ve çagrı cihazlarınızı kapalı tutunuz.

İyi seyirler.

26 Ekim 2008 Pazar

Üç Gün

Anlık düşüşlerle geçiyor zaman. Yüzüm bir düşüyor bir kalkıyor günlerdir. Evden çıkmıyorum hiç. Çıkmak da istemiyorum.. Gelen gidenler oluyor. Gelenler gidiyor bir zaman sonra. Sonra yine tek kalıyorum.. Düşüyorum, kalkıyorum. Geceyi güne bağlıyorum. En çok geceyi görüyorum günlerdir. Yağmur var sokakta. Evde kalmama bahane oluyor.. Peyderpey büyüyor içimdeki şey.. Anlatmadıkça daha çok büyüyor. Ama anlatmak istemiyorum. Kimsenin bilmesini istemiyorum. İçimde hin bir gurur büyüyor. Dimdik taklidi yapıyorum sağa sola. Bu yüzden "kimseyle paylaşılmaması gereken yazılar defterini" dolduruyorum akşam sabah.
Bu kadar gaddar olmamalı zaman.. Bu kadar zor geçmemeli. Geçse de herşeyin geçeceğinin sözünü vermeli. Bu sözle direnmeliyim akıp giden hayata. Olmuyor böyle, olmayacak da.. Zaman henüz işlenmemiş günahlara biçilmiş bir ceza gibi geçiyor. Tutamıyorum. Tutmaya çalışsam da canımı acıtıyor. Günbegün, anbean daha zor herşey. İçimde bir şey büyüyor. Tutamıyorum. Atamıyorum da. Boğazımda düğümleniyor zaman.. Tükürüp atamıyorum gelip geçen, delip geçen günleri..

25 Ekim 2008 Cumartesi

Blogumu Geri Ver!

Hiç kolay olmadı çocukken evden çıkmak. Eğer sıfatınız çocuksa tehlikeli sokaklar. Gördük ki büyüyünce de öyleymiş. Sokaklar herkese tehlikeliymiş. Sıfatı ne olursa olsun… Bizden ilk alınan şey sokaklar oldu. Başıboş sokaklarda başıboş gezemedik pek. Başımızda biri olmalıydı. Benden ilk sokakları aldılar. Onların kuralları benim günlük mecburiyetlerimdi. Akşam dokuzdan sonra televizyonu aldılar. Okula gittik aterimizi aldılar. Konuştuk sözlerimizi aldılar. Düşündük düşlerimizi aldılar.

Kurallara uymak ” bizden alınanlara razı olmaktır” bu yüzden benim için. Benden alınana razı olduğumda /boyun eğdiğimde kurallara uymuş saydım hep. Oyunu kurallara göre oynadığımı hissettiğim zamanlar hep bu anlara denk gelir.

Büyüdükçe kurallar da büyüdü tabii. Ama ben de boş durmadım,çıkardığım sesleri büyüttüm. Ağlamanın yerini bağırmak aldı. Ses çıkarmaktan korkmadım daha önce. Eğer kaybedecek bir şeyiniz varsa korkmuyorsunuz ses çıkarırken. Kaybedecek kocaman kocaman şeyler vardı. Benden alınmaması gerekenler. Onlar hep aldı. Ben ses çıkardım geri verdi. Sonra başka bir şey aldı. Yine ses çıkardım geri verdi. Tabii hepsini değil. Ana babamızın ruhu huzur bulsun diye okuduğumuz okullar. Öğretmen sözlü yapacak diye boğuştuğumuz kitaplar. İstediğimiz gibi öldüremediğimiz zamanlar. Bizden alınan aşklar. Bunları geri vermedi kimse.

Birileri bizden hep aldı.

Çocukken kolay değildi sokağa çıkmak. Büyüdükçe gördük ki bu ülkede hiç birşey kolay değil. Bunları öğrene öğrene büyüdük. Öğrendiklerimiz kabul ettiklerimiz olmadı tabii. Bu yüzden sesler çıkadık. Yazılar yazdık, oyunlar oynadık. Dans ettik sokaklarda. Hiçbir şeyin kolay olmadığı bir ülkede sanatı seçtik dalga geçer gibi. Güldük onlara hep. Bizbize kaldığımızda kafayı yedik. Ağladık belki hatta. Akıntıya kürek çektik durduk.. Bundan hiç pişman olmadık. Bizden alınanlara sahip çıktık en çok. Bizde kalanları koruduk.

Şimdi yazdıklarımızı istiyorlar bizden. Çıkardığımız sesleri istiyorlar. Sözlerimizi ve düşlerimizi. Biz öğrensek de onlar öğrenemedi henüz çıkarabileceğimiz sesleri.

Geri verip durmasınlar bizdekileri.. Bizden almasınlar.

Az önce size çok fena bir aduket çektim. Farketmediniz.

http://www.serbestyazarlar.com

21 Ekim 2008 Salı

Vicdan


Git, izle, tap.
afiyet olsun nurgül.

19 Ekim 2008 Pazar

Eylül'de Kalan

Fotoğraf: Uzaklara bakan bir çocuk. Yağmurlu bir Temmuz günü.

26.07.08

Uzun uzun baktı çocuk giderken. Bana değil ama geride kalan herşeye. Eğer bir yolunuz varsa çıkılacak, bakarsınız geride kalan herşeye. En büyükten en küçüğe, hafızada yer etmiş her kareye bakılır tek tek. Uzun uzun baktı çocuk giderken. Bana değil ama ben onun gerisinde kalan herhangi birşey değildim. Geride yoktum hiç.
Geriye bakıldığında orda bırakılanlar görülür tek tek. Başkalarının silüetleri, hatıralar, anlar ve dostlar. Hepsine tek tek. Ama en çok kendine baktı çocuk. Geride bıraktığı kendine. Delik deşik bedenine, ruhların en lekelisine. Bir iz bıraktı bu şehire. En kırmızısından.
Ve böyle gitti kahramanım. Çıkacağı bir yolu vardı ve çıktı. Geriye baktı çıkmadan önce. Hemen yolun başında. Orda ben yoktum. Hiç olmamıştım ve hiç olamayacaktım. Böyle gitti. Geriye dönüp baktığında beni görmese de bıraktı gerisinde. Yolun hemen başında bir yerde durmuştum öylece.. Ve gitti. Ben kaldım geride. Tanıdığım kahramanımla giden kahramanım hiç benzemiyordu birbirine. Değişen zaman mıydı kahramanım mıydı yoksa değişen birşey yok muydu. Acaba kandırmış mıydı beni kahramanım. Ufak bir çocuğun el izinden birşey olmaz hemen silinir ve geçer diye mi durmuştu karşımda. Önce hiç his olmayan yerlerine, sonra ellerine dokunmuştum. O da benim. Öylesine çocukçaydı, öylesine masum. Ufak bir çocuk muydum gözünde. Diğerlerinden farkılı, diğerleri olmaya aday her an. Diğerlerinin arasından ben çıkmıştım karşısına, veya o benim karşıma. Her ne olursa olsun ömür haritamız öyle çizilmişti. Birgün bir yerde karşılaşmak üzere. Karşılaştık. Birgün rastlaştık bir yerde. Kötü kokan bir yerde. Kaldırımları çamurlu bir sokakta. Ordaki çocuklar hep kirliydi. Onlardan biriydim ben de. Ordaki çocuklardan biri. Kirlenmem de an meselesiydi dolayısıyla. Oysa kirlenmek dediğin oturmak mıdır çamurlu kaldırımlara. Değildir. Gördüm bunu defalarca kahramanımdan. Her zerresi bembeyaz her zerresi tertemiz bir çocuktu kahramanım. Öyle bir çocuktu. Küçücük elleri, ufacık bir boyu yoktu. Şaşkın bakışları da yoktu. İyi biliyordu bu sokağı. Her kaldırımında oturmuştu bir kere. Ama pis diyordu bu sokak. Bu sokağın çocukları pis diyordu. Sen öyle değilsin, bu sokakta değilsin diyordu. Birşeyler diyordu kahramanım.. Acaba beni kandırmış mıydı. Tecrübesiz bir çocuk olarak ben mi kanmıştım o kandırmasa da herşeye. Her sözü ben mi söylemiştim. Bilmiyorum. Sormuyorum da artık. Cevaplar sorulardan daha fazla acıtacaksa canı sormanın lüzumu yokmuş. Korkarım bu sorunun cevaplarından. O yüzden sormuyorum. Tertemiz, güzelden güzel anıyorum kahramanımı.
Ve gitti kahramanım. Çıkması gereken bir yol vardı ve çıktı. Geride bıraktığı herşeyle gitti. O herşeyden biri ben değildim. Ama gitmesiyle hiçbirşey olmaya mahkumdum. Ya bir süre ya da bir ömür boyu. Bunu şimdi kardeş edindiğim zamana bırakmaktan başka şans yok karşımda. Kahramanım gitti, olasılıklar içine düştüm. Olası bir hayat var gözümde. Bir hayat var gözümde. Öyle demiyordu kahramanım, hiç ağzından çıkmıyordu böyle sözler. Kahramanım tertemizdi. Hep temiz kaldı ve hep temiz kalacak aklımda.
Ama bu şehirde kalmayacak artık. Başıboş sokaklarda karşıma çıkması veya bir bahaneyle onu görmeye gitmem gibi bir şans bırakmadı bana. Hiç şans vermedi bana. Giderken kendinden koca bir yük, dudaklarımda tuzlu damlalar bıraktı. O gitti kalanlar bana kaldı. Kalanların hepsi benden kaldı.
İlk adımı attığında çocuk sonsuzluğa, ömür haritamdan bir kızıl çizgi geçti boydan boya. Geri dönüp baktığında göremeyeceği, asla geriye koymadığı bir çocuğun ömründe bir çizgi oldu kahraman.
Ve gitti kahramanım. Onu ne kadar sevdiğimi, ne kadar sevebileceğimi anlamadan. Beni hiç sevmek istemeden ve karartarak ruhunu. Ben onu seviyordum diye o da beni sevmeli değildi tabii. Sevginin zamanı değildi zaten. Ben de zamansız çıkmıştım karşısına. Hiç istemediği bir zamanda hiç bir zaman istemeyeceği bir adamdım karşısında. Beni hiç istemedi. Sevginin zamanı değildi şimdi. Hem sevgi yoktu ademin son oğlullarının nefes aldığı bu havada. Bu atmosferi terkedeli çok olmuştu. Böylesine bir havayı solurken sevemezdi kahraman. Hiç sevmedi beni, hiç sevebileceğini düşünmedi. Bir yolu vardı çıkılması gereken. Ve inanılacak bir sevgi yoktu gözünde. O sokağın çocukları sevemezdi, sevse de giderdi birgün. Kahraman böyle öğrenmişti. Haklıydı. Bu kadar acımasız olmamalıydı belki bana. Kahramanım ne istemişti benden? Ben mi olmalıydım o istemese de acısını çıkardığı hayattan. Bunları sormamaya söz vermiştim. Bu soruların cevabı acıtırdı canımı şimdiden daha fazla.
Ve kahramanım gitti. Geriye leş bedenli fahişeler, yitik aşklar, kaybolmaya yüz tutmuş bir hayat, bir de içinde bu şehrin geçtiği hayallerini bırakarak. Bir de hiç istemese de beni bırakarak.
Ve gitti kahramanım önce aklını sonra ruhunu en son da gözünü kararttı ve gitti. Son bir sigara yaktı, çekti çiğerlerine, burnundan saldı dumanı bu şehrin sokaklarına. Çektim içime, öyle sarhoşum şimdi.

15 Ekim 2008 Çarşamba

Yokuz |15.10


p.s: birileri gerçekten "yokluğu" hakediyor çoğu zaman. biz de onların olmadığı yerlerde varoluyoruz. yürüdüğümüz yollar ve aklımızdan geçenler aynı. sahte bir varlıktansa "yok" olanı tercih ediyoruz. onların sahte varlıklarının içindeki kocaman kocaman "yoklara" bakarak... kimi zaman gülerek hatta.
Nokta.

Başkalar

Nasıl da değişiyor hayat bir anda. Yoksa değişmiyor da değiştiğine mi inanmak istiyorum. Bilmiyorum. Ama şimdi başka bir yere doğru akıp gidiyor hayat. Ben de çok ses çıkarmadan, oyunlar oynamadan izliyorum akıp giden hayatı. Zamanın ustaca yazılmış oyunlarının karşısında küçülüyorum. Figürasyonun ötesine geçemiyorum. Ama en güzeli de böyle şimdi. Hayat akıp giderken çok da karıştırmamak içi. İçine pek de girmemek güzel böyle durumlarda. Şimdi zaman bir başka geçiyor. Hayat çok da bilmediğim yollarda geziniyor. Karamsar karamsar bakmıyorum. Yerin dibinden görmüyorum olup biteni. Tam da ortasında duruyorum. Ama dokunmadan. Pürüz yaratmadan...
Başka akıyor zaman. Başka insan var şimdi. Başka arkadaşlar, başka işler. Başka şeylere gülüp duruyorum. Başka hayallerle doluyor beynim. Gökyüzü başka. Hergün geçtiğim yollar başka. Zaman bir başka şimdi. Hayat başka bir yere doğru akıp gidiyor.
Geçmişe bakmıyorum hiç. Güzelce paketledim, ve bağladım. Yapıştırdım sımsıkı. Benim için çok güzel içindeki. Geçmişe koyduğum şey benim için çok değerli. Ama o geçmiş. Dönüp bakmıyorum artık hiç. Dönmüyorum geriye. Alzheimer bir kahin rolü oynuyorum kendime. Yarına bakıyor gözlerim. Geçen her günü unutuyor şimdilik. Güzelce paketleyip kaldırıyor rafa. Arada açıp inceler nasılsa. Huyudur şaşmaz bundan.
Ve geride bırakılan unutulan değil çoğu zaman. Şimdi sadece geride bırakmak zorundayım. Çünkü biriken bazı şeyler azalmaz. Zamanla bütünleşir bedenle, önceliğini kaybeder günlük mecburiyetlerin içinde. Ama bitmez. Sizi bilmem, bende bitmiyor kolay kolay. Bitsin de istemem hiç. Öyle tertemiz kalsın paketimde. Bana kalsın, benim için kalsın. İnsan hayatta bir kez karşılaşabilir bununla. Yüzünü güldürmemesi değersiz kılmaz. Benim hayatımdaki en değerli şey paketimdeki. Geride bıraktıklarım. Ama şimdi gerideler. Açmıyorum hiç.
Başka başka hikayeler fısıldıyor şimdi kulağıma sokaklar. Hayatı başka yollarda, başka insanların ağzından dinliyorum. Zaman bir başka geçiyor.
Bir anda nasıl da değişiyor hayat. Ben nasıl da hayatın hala değişebileceğine inanacak kadar güçlüyüm. Şaşıyorum kendime. Gelip geçenlerin arasında durup izliyorum herşeyi. Ama hiç dokunmadan.