16 Temmuz 2010 Cuma

Bir Baltaya Sap Olamayacaklardan mısınız?

Aklını bir yere koymuş sonra kaybetmiş, yine bir yerlerde aklını -ya da ona benzer bir şeyi- tekrar bulmuş veya yine kaybetmiş biriyim. Hani ilk okulda "zeki ama çalışmıyor, çalışsa yapar" dedikleri çocuk var ya galiba o benim. Bazen kendimin böyle biri olduğunu farkedip çok bozuluyorum. Biri bam telime dokunmuş gibi geliyor. Ama öyle. Ama -ki ben her zaman kabul edip yola devam etmekle ilgili cümleler kurup, bunu sadece yazıda bırakmışken- bunu bir türlü kabullenemiyorum. Kafamı bir yere koyuyorum, sonra rahatım kaçıyor hoop başka yere gidiyorum çoğu zaman farkında dahi olmadan. Denemediğim olay kalmadı sanırım. Sanatın her dalıyla bir yerlerde bir şekilde haşır neşir olmuşluğum var. Sonra hep bir vazgeçiş, geri dönüş "cık hayır ben bunu yapmak istemiyorum galiba" deyiş var. Hayatım başlayıp yarım bıraktıklarımla dolu. Otuz yaşıma geldiğimde başlayıp yarım bıraktığım bir hayatım olmaz umarım. Çünkü teoride birçok şeyle ilgili olup, denemek güzel bir şeymiş gibi görünse de pratikte hiç öyle değil. Yıpratıcı. Herşeye yeteneğim var galiba benim derken, çok yeteneksizim sanırım bankacı olmalıyım da diyebiliyorsun. Git-geller yorucu. Başlayıp yarım bıraktığım kurslar, atölyeler, okullar, işler.. Yirmi yaşımı bitirmeye hazırlandığım şu galiz yaz günlerinde farkediyorum ki başlayıp yarım bırakma limitimi tamamen doldurmuşum. Sanırım artık başla-bitir sürecine girmeliyim. Çünkü herkesin "bu çocuk ne olacak acaba" (yarı acıyarak, yarı kınamayla) cümlesinden sıkıldım. Pratikte çok söylenip, teoride ne yalan söyliyeyim haklı kadıncağız diyorum. Tam bir şeye başlıyorum ve devam edip sonunu getirmek üzerine emin kararlarla alıyorum. Pat kendi önüme başka setler koyuyorum, kendi kendimi engelliyorum. Aman zaman geçmesin, hayat bu kadar hızlı akmasın diye evhamdan evham seçerken öte yandan Pazartesi olsun başlayacağım diyorum. Pazartesi başladığım "herşey" Salı bitti. Tekrar başlamak için hep bir sonraki Pazartesi'yi seçtim. Tembelim çok. Ve sabırsız. Hem karnım doysun hem pastam dursun bir insan olduğum gerçeği bazen rüyama giriyor. Ne yapmak istediğime eminim aslında. Eminim de nasıl yapacağım kısmında şüphelerim var. Sabrım yok. Hemen olsun bitsin istiyorum ve bu isteğim o kadar ağır basıyor ki hemen olup bitmeyince o zaman toptan bitsin deyip geri adım atıyorum. Onu mu yapsam bunu mu yapsam sürecimin bittiğine şükrederken bir de farkettim ki; peki ben onu nasıl yapacağım? sürecine girmişim. Bu daha kötü sanırım. Öyle mi yapsam? Yok. Böyle mi? Yok.
Haydi bir şeyler olsun, birkaç şey üst üste güzel geçsin. Güzel güzel hikayelerim olsun ve ben bunla ilerliyeyim. Biz bir baltaya sap olamayacaklar hep bir ivme arıyoruz. Hep bir baltanın gelip bize çarpmasını "aa bak sap oldum" demeyi bekliyoruz. Beklemekle geçmiyor ama hayat. Durup kalıyor öyle. Yapmak istediğim çok şey var ve bu uğurda harcamam gereken çok mesai var. Ve kendime ait bir eve, istediğim zaman çıkıp gidecek kadar paraya ihtiyacım var. O zaman bir sap olacağım galiba. Bunun için çalışmalarıma hız vermeliyim. Yaşıtlarım ve etrafımdaki insanlardan hep başka birşey istemek sanırım benim sorunum. Tiyatro okuyorum ama yazar olmak istiyorum. İşte hayatımın genel özeti bu sanırım. Bu durum beni ürkütürken bazen de çok güldürüyor. Tiyatro okuyup kim sosyoloji yüksek lisansı yapmak ister? Böyle biriyle tanışmak istiyorum. Galiba kendim gibi arada kalmış, sap olacağı o günleri sabırsızlık içinde bekleyen başka yarım akıllılara ihtiyacım var. Bir yerde bir şekilde karşıma çıkmalarını umuyorum.

Geçmiş Yaz'lar

Mevsimlerden yazdı ya da kış. Belki bahar. Yüzümüzde ter vardı veya yağmur taneleri. Henüz gözyaşı değillerdi. Bir kaç masum su tanesi. Sonra büyüdüler. Akar oldular gidenin ardından. Gidenler ağlatır. Giden gitmiştir ve kalan artık gidenin yarısıdır. Hep yarısı kalır içerde. Giden gider ama. Onda kalmaz birşey. Kalanda kalır tümü. Belki yarısı.
Günlerden Cuma'yadı veya Pazar. Birileri gitti, birileri kaldı. Üzerinden uzun bir zaman geçti. Aylar veya yıllar. En kötü ihtimalle günler. Unutmak zor, hatırlamak kolay. Yaşananlar, yaşayanın verdiği değer kadar kalır hatırda. Geride kalan hatırlar. Giden unutmuştur çoktan. Giden temizler hafızasını, kalana bırakır hepsini. Ne bir eksik ne bir fazla.
Bir çocuk gitti aylar önce, veya haftalar. En kötü ihtimalle günler. Üzerinden ne kadar vakit geçerse ihtimal o kadar güzel. Zaman -hiç sevmediğim ve asla sevemeyeceğim. - bu kez dosttur kalana.
Zaferi kazanan kalandır. Eğer bir savaş varsa ortada. Üzerinden ne kadar zaman geçerse geçsin.
Giden kolayı seçmiştir. Kolaydır gitmek. Ardında bıraktığınla, aklında kalan birbirine eşitse,kolaydır gitmek. Gitmek kolay.
Zor olan kalmak. Beklemek, durmak zor. Durup beklemek zor zamanı. Geçerken alsın götürsün birşeyleri diye. Kalanlar kalacaktır zaten kalanın içinde. Onun an olup çekip gitmesi zordur. Hatta imkansızdır belki.
Zamanla tükenir herşey. Zamanla azalır. Yok olmaz ama. Üzerinden bir yıl geçse de. Üzerinden bir ömür geçse de zor kalan olmak. Gitmek kolay. Kolayı seçmek kolay.
Giden gitmiştir ve artık kalan gidenin yarısıdır bundan böyle. Bir çocuk gitmiştir bundan aylar önce.
Gidenler kolay olanı seçmiştir. Kalıp sevememiştir. Savaşamamıştır. Eğer bu bir savaşsa. Kalan onu hep hatırlar iyi veya kötü. Unutmaz kalan. Giden unutulmaz. Yanında kalan biraz karmaşa, biraz yalnızlık, biraz soyutluktur. Ve tabii gidenin yarısıdır.
O çocuklar hep gittiler. Onlar çocuktular minicik elleri, minicik gözleri ve minicik kalpleri vardı. Hep çocuktular. Kalanlar büyür sonra, çünkü gidenin yarısı artık içindedir. Bir buçuk beden taşır bundan böyle. Yarım kat daha hatıra, yarım kat daha acı, yarım kat daha gözyaşı. Giden gider. Kalanlar artık kalandır. O kadar kalmıştır ki o anda, gözlerini kapar hayata.

Duran Yaz

Zaman bazen durur gibi olur. Bazen hiç akmadan, değişmeden geçip gider. Geçip giden günleri farkettiğimizde zamanın da geçtiğini farkederiz. Zaman bazen evrende asılı kalır. O orada dururken işler burada daha anlamsız ve daha anlayışsız ilerler. Zaman bazen peşinden koşup yakalamaya, dizginlemeye çalıştığımız bir at iken bazen de dingin bir su gibi.
Benim suyumun dinginleştiği zamanlar hep yaz aylarına gelir. Yaz ayları bitmeyen günler, değişmeyen haberler ve kulakta aynı kalmış bir şarkı gibi.. Zamanın durup dinlendiği zamanlarım yaz ayları. Bir bilgelik, bir sakinliğe bürünmüş bu ayları sevmiyorum. Sakin ve sinsi geliyor yaz günleri. Hiçbir şey anlamadan, değişenleri farketmeden, kaçıp giden günleri bilemeden bir bakmışsın Sonbahar gelmiş. Unuttuğun faturaları toptan ödemek gibi.. Geçen zamanın ceremesini çekmek gibi Sonbahar. Yavaş yavaş değil. Durup bakarak, zamanda küçük kavisler yakalayarak da değil. Hoooop "bir zaman sonra" dizi/filmlerde bir sonraki sahneye geçerken "bir yıl sonra" yazar ve karakterlerin ve hikayenin değiştiğini, kiminin yaşlandığını, kiminin öldüğünü anlarsın peşpeşe gelen sahnelerde işte onun gibi. Yaz'dan Sonbahar'a geçiş tam da böyle benim için. İstanbul sıcağını üzerime yıktığı rehavetten midir, vıcık vıcık şehrin kargaşasından mıdır bilmiyorum ama bu zamanlar bana hep "hiçbir şeyin olmadığı/hiçbir şeyin olamayacağı günler" gibi geliyor. Oysa öyle değil. Yaz'ın da zaman geçiyor. İyi kötü şeyler oluyor, hayat akmaya yeni insanlar gelip gitmeye devam ediyor. Ama işte bir şey -neyse o bilemiyorum- bunların hepsini görmezden gelmeme, görüp de gözümü yoracak mecal bulamamama neden oluyor. Şu zamanlarda iyi-birkaç-birşey bekliyorum. Bekliyorum ki tekrar zamanın aktığına, hayatın değişebileceğine inancım devam etsin. Zaman durmuşken ben pek iyi olmuyorum. Büyüdükçe bunu anlıyor, Yaz aylarından daha çok uzaklaşıyorum.