21 Aralık 2010 Salı

Hasta olsaydı onu görmeye gidebilirdim. elini tutardım, bana ne kadar üzgün olduğunu söylerdi ve biz yeniden birbirimizi çok severdik.

13 Aralık 2010 Pazartesi

"Ruhumu, korkumu, kırgınlıklarımı; hükmeder gibi gördüğüm ama aslında hakkında hiçbir şey bilmediğim bir dünyayla savaşma yeteneğinden yoksun olduğumu görüyor. "

bazen düş-tüğümde.

odamı sallayınca içinden sen düşüyorsun. bazı zamanlar çok özlüyorum. hepsi senden kalan şeyler. paldır küldür herşeyi atarken artık hiçbir şeye dokunmuyorum odamda. sadece düzeltip yerlerini değiştiriyorum. hayatımın da öyle. özlüyorum. sonra geçiyor. sabah oluyor. sabah olunca hep bir işim oluyor. şarkılar da değişiyor. kış geldi. bugün seninle tanışmama 12 gün vardı iki yıl önce. iki yıl önce hayatımda herşey başka bir yerdeydi. şimdi bambaşka bir yerde. büyüyoruz. değişiyoruz. herşey bitiyor. yeniden başlıyor. ben özlüyorum. sonra geçiyor. senden ayrıldığım için pişman da değilim üstelik. bir kez yaşadığım o şeyin bu kadar erken olması beni şaşırtıyor. sanki bundan sonraki tüm kışlar bomboş geçecek ve hiçbiri sana benzemeyecek gibi. zaman geçiyor. ben gidiyorum. çok az kaldı. iki kış daha geçecek. sonra ben çok uzakta olmuş olacağım. bunları yazarken ne hissettiğimi bile bilmiyorum. bilmediğim çok şeyin arasında en çok seni biliyorum. seni biliyorum: varsın. varlığına inanıyorum. seni seviyorum ve özlüyorum. ama uzakta kalmak benim kaderim. hem de bile bile.

mekanla ilişkim pek karışınca.

Şu noktada kendimle hem fikirim. Bazen seçtiğim bir yolda -ya da seçmediğim önüme gelmiş benim de üzerine binmiş olduğum bir yolda- karşıma çıkan insanlarda ve durumlarda olmadık şeylere sürükleniyorum. Bir şey olmayacaksa ben oradayım. Bir şeyin olacağı yerde ise uzun süre kalamıyorum. Bedenimi buna alıştırdım. Hayatla ortak paydamız bu. Olmayacaklarda ben varım, olacaklarda hep yol dışındayım. Bundandır demir atmak konusunda biraz yeteneksizim. Ya damir atamayacak bir liman buluyorum, ya da o limana asla demir atmıyorum. Böylece yerleşik hayata hiç geçemiyorum. Yarı sürgün yarı gezginim. Yoldayım hep. İnsanlarda da böyle mekanlarda da durumlarda da. O durum-mekan-insan üçgeninden birini henüz seçemedim. Kalamadım. Ya da kalamayacağım durum-mekan-insan oldu hikayede. Ve o hikaye bitmemek üzere kaldı. Kalıyor. Kalacak gibi hep. Benim iyi anlaştığım tek şey zaman. Zamanla gelenler zamanla gidiyor. Beynim hep temize geçiyor. Ama durduğum yerde olmuyor bu. Tam da ben o insan-durum-mekan üzerindeyken. İş üzerindeyken.
Yetmemek duygusu büyük tuzak. İnsanlar-mekanlar-durumlar yetmiyor. Mutluluğu nerede bulabileceğimle ilgili sorularım da yok. Artık sorularım çok az. Çünkü hepsi çok basit aslında; nefes almazsan ölürsün. Nefes alıyorum. Nefes almadığım zamanlarda ölüyorum. Öldüğümde de gidiyorum. Mekanlardan-insanlardan-durumlardan. Bazen de durmak, demir atmak istediğim bir insan-mekan-durum beni kusuyor. Git diyor. Gidiyorum. Böylece ömrüm yolda geçiyor. Gezdikçe kendime geliyorum. Hep bir seyahat hep bir yabancılık. Gitmek beni hayata bağlıyor. Hep gidebileceğini bilmek. Gitmek güzel. Kalmak zor. Şimdi heyecandan ölmek üzere olmam gereken bir zamanda, hep var olmak istediğim bir mekanda, durumda ve insanlarda heyecanlanmak için kendimi zorluyorum. Şimdi nereye gidiyorum bilmiyorum? Ne istediğimi sormuyorum. Ama gitmeme az var biliyorum.

4 Aralık 2010 Cumartesi

bugün

Bugünün insanı olmayı seçebilir miyim bilmiyorum. Bugünün insanı olmamayı seçebilir mi insan? Seçebilir elbet. Şehirlere yabancı olurken, dillere yabancı olurken, zamana da yabancı olabilir pekala. Ama ben bugünün insanıyım. Bu bir seçim mi bilmiyorum. Ya da seçimse ne zaman seçtiğim konusunda bir fikrim yok. İçimde hiçbir şeyin dolduramadığı, hiçbir şeyin yetemeyeceği bir boşluk var. Nerede ve ne zaman açıldığını bilmediğim bir boşluk. Bu yüzden asla mutlu olamayacağıma inandığım bir boşluk. Mutluluğun koparılıp atıldığı, bundan kaynaklı açılmış bir boşluk var. Sanki her gün biraz daha büyüyor gibi. Hergün biraz daha büyüyecek ve içinde kaybolacakmışım gibi. Günümüz insanıyım. Bugünün insanıyım. Bugün herkes böyle. Nereye dönmsem, kimi görsem mutsuzlukla karşılaşıyorum. İnsanların suratında çaresiz ölümü görüyorum. Ölümle doluyorum. Umutsuzlukla kaplanıyorum. Cilalanmış, pırıl pırıl ama dayanıksız bir mobilya gibiyiz. Hepimiz vitrindeyiz. Kendimizi deşifre etmeye meraklıyız. İnternet, sosyal paylaşım siteleri... Bunların hepsi bizim mutsuzluğumuzun aynası. Ego bir insanın mutsuzluğunun en büyük bileşeni. Homojeniz. Yaşadığımız dünyada herşey tam, biz eksiğiz. Savaşlarımız var, başarılarımız ve zaferlerimiz var, bulduklarımız ve kaybettiklerimiz var. Herşey var bu kez ama biz yokuz. Bugünün insanının tüm yokluklarının başında ve sonunda mutsuzluk var. Ben de bugünün insanıyım. Yetmiyor hiçbir şey. Herşeyin daha fazlasını istemeyi öğrendik bir gün bir yerde. İşte modern masallar hep böyle başladı. Başı olmayan, sonu gelmeyecek hikayelerimizi böyle yazdık. İçindeki tüm imla hatalarıyla.

8 Kasım 2010 Pazartesi

başka şeyler istedik. başka şeyler isteyebilirdik de. istedik. bulamadık. bedendik ve ruhtuk. ikisinin farkını bilemedik. bilebilirdik de. öyle oldu böyle oldu sonra ben beklemeyi, durmayı öğrendim. bekledim de oldu hayat rengini buldu.
sen bende olmayanı ben sende olmayanı isterken ne bulurduk. hiç. hiç olduk. iyi oldu, temizlik gibi. bizim bundan sonra senle susmamız gereken bir konu, karşılaşmamamız gereken bir kalabalık ve gitmemiz gereken yollar var. ben gidiyorum. sen çoktan gittin. senin yolun benim değil, benim yolum senin değil. aynı yolda asla yürüyemeyiz. yürüyebilirdik de aynı şeyi isteseydik. ama ben isteyecek kadar hesap yapmayı, kitap tutmayı öğrenemedim. senin öğrendiklerini ben benim öğrendiklerimi sen bilmiyorsun. ben seni bilmiyorum sen beni bilmiyorsun. iyi oluyor böyle. seni ve türevlerini bilmemem lazım. benim yolum başka. sizin oradan geçmiyor.
hatalar da yaptım. yapabilirim de. istediğim herşeyi yapabilirim. herşey kadar olabilirim. sen de herşey kadarsın, hepsi kadarsın. tümden gelip tüme gittik. fazlasıyla güme gittik. öyle oldu böyle oldu. kesiştik, deliştik. delindik. sen iyisin. sen iyi olduğunu sanıyorsun. herkesi de buna kanıyorsun. aslında çok kanıyorsun. yaraların bile yok. bunların hepsini sen yapıyorsun. ben sonra özledim ve bekledim. beklemeyi de özlemişim. bir nefes aldım, kaosun içindeyim. binlerce söz. artık büyüdüm, senle beraber hoşçakaldı onbeşyaş erkek çocuğu rolleri. hepsini attım. kocaman da oldum. kocaman da olurum. hepsini olurum herşeyi olurum. sen sadece kendin olursun. kötüleyen, kötülük ve mutsuzluk dağıtan. çünkü mutsuzsun ve herkes mutsuz olsun istiyorsun. bu seni biraz bencil yapabilir. yapsın da. çünkü bencilsin. hiç de mutlu olamayacaksın. neyse ne işte. oldu bitti geldi gitti. napalım ölecek değiliz ya. ben çok iyiyim. ben iyi olmakla mükellefim. sen öyle kal. ben bekledim, sonra oldu hayat da rengini buldu.

28 Ekim 2010 Perşembe

dört günlük birşey

Çok az anımız var seninle. Herşey birkaç fotoğraf karesi gibi. Garip, neden bilmiyorum bir sürü şey biriktirdim. Çok zaman geçmiş gibi. Herkesin seninle ilgili birşey söylemesinden yoruldum. Senle ilgili kötü şeyler öğrenmekten de yoruldum. Çok yoruldum. Kısacık bir zaman bana büyük mutsuzluklar getirdi böylece. Hani şey gibi, annenin çok sevdiği bir yemeği çok az yapması gibi. Tadı damağında kalma durumu bu. Çok şey biriktiriyorum. Çok düşünüyorum. Belki bendeki boşluktan, belki sendeki yokluktan böyle oldu. Soru da sormayı bıraktım. Oldu. Napalım, olmalıymış. Anılarım olsun isterdim senle. Geçirdiğim uzun zamanlarım olsaydı herşey daha zor olabilirdi. Bile bile lades gibi birşey olurdu. Ama böylesi daha güzel oldu. Herşeye ve herkese tıkadım kulaklarımı. Bütün olup bitenlere de. Ben seni hep o dört günle hatırlamak istiyorum. Bana o dört gün boyunca baktığın gibi bakıyorsun hep. Ben seni hala ufak bir çocuk gibi biliyorum. Seni tanıdığımda doğmuşsun gibi. Öncesi yokmuş, sonrası olmamış gibi. Orada kaldı. Öyle kaldı kafamda fotoğraf. Kimsenin bozmasına da izin vermeyeceğim elimden geldiği kadar.
Hikayemiz bile diyemeceğim kadar kısaydı herşey. Bir hikayemiz bile olmadı. Belki de böyle olması gerekiyordu. Belki seni sadece iyi hatırlamam gerekiyordu. Seni yeterince kötü hatırlayan insan var. Ben iyi hatırlayanlardanım. Özlüyorum seni. Ama o halini. O halin bir daha gelmeyecek biliyorum. Senin "kötü çocuk" olduğunu da biliyorum. Umurumda değil. Beraber bir hikayemiz olmadı. Olmaması gerekiyordu, olmadı. Ama bir süre ben seninle ilgili hikayeler yazacağım.
Bir anı gibi herşey. Olağanüstü güzel, olamayacak kadar güzel bir anı. Öyle kaldı.
Bir vardı, bir yoktu. Belki en güzeli buydu.
Birgün bir yerde yolumuzun kesişeceğini de biliyorum. Biliyorum, birgün yüzyüze konuşucağız. Senle bir hikayemiz yok, bir geleceğimiz yok ama bir geçmişimiz var. Bir zaman geçecek ve yüzyüze geçmişimizi konuşacağız.
Kim ne derse desin, ben gördüm sende daha önce kimsenin görmediğini, ya da çok az kişinin görebileceğini. Hiç de canını acıtmadım, üzmedim seni.
Bir zaman geçecek ve ortak geçmişimizi konuşacağız seninle. Ben iyiyim. Ben iyi olmak zorundayım. Sen iyi ol.
Geçecek zaman sana huzur getirsin.
Aşık ol.
Güzel şehirlere git.
Lezzetli yemekler ye.
İyi para kazan.
Güzel işlerin olsun.
Güzel dostluklar kur.
Dostluklarını koru.
Her sabah mutlulukla uyan.
Kimseyi kandırma.
Mutsuzluğunu kendin yaşa.
Mutsuzluğuna ortak etme kimseyi.
Seni mutsuz edenleri hayatında bulundurma.
Mutsuz olduğun her yerden gidecek cesaretin olsun.
Gücün olsun.
Babanı sev.
Anneni sık sık ara.
Hastalanma.
Kimseyi çok sevme.
İyi seviş.
Sevmediğin birine dokunma.
Zamana inanma.
Yaşlanma.
Sarhoş ol.
İstediğin herşeyi istediğin zaman söyle.
Beni unutma.
Unutmak istediğin herşeyi unut.
Zamana inanma.
Gece hüzün dışında herşeyi getirsin.
Geceyi sev.
Güzel şarkılar söyle ve dinle.
İnsanları dinle.
İyi cümleler kur.
Sev ve sevil.
Beni hiç unutma.
Hayatı önemse.
Değer bul ve değer ver.
Beni asla unutma.

Belli bir zaman geçecek, şimdi geleceği konuşmamız lüzumsuz. Bir yere varamayız. Zaten bir yere de varmamlıyız. Geçmişinden getirdiğin mutsuzluklarına başkalarını ortak etme. Mutsuzluğunla kal, çöz, kurtul. Belli bir zaman geçtiğinde senle ortak geçmişimizi konuşacağız. Ben o günü bekleyeceğim. Ama seni beklemeyeceğim. Hayatıma devam edeceğim. Mutlu olmalıyım. Aşık olmalıyım. Çok gencim. Başarılı olmak zorundayım. Sevilmek zorundayım ve sevmeye ihtiyacım var.
Senle ortak bir zamanımız gelecek, ben o günü bekleyeceğim. Seni değil.
Hep bir anı gibi. Yabancılaştım biraz da. Başkasının bir hikayesiymiş ve ben defalarca dinlemişim gibi. Çok güzel bir filmi defalarca izlemişim gibi. Bana ait değilmiş gibi. Bana ait değilsin. Olmamalısın. Uzaktan izlemek daha iyi şimdi. Uzaktan izliyorum seni. Ortak bir zamanımız olacak. O zaman hepsini konuşacağız.
Şimdilik bir varmışsın, bir yokmuşsun.. Güzel bir rüyaydı. Sabahında "benim hayatımda böyle birşey olmaz ki" diyecek kadar büyüleyici. Gerçek olamayacak kadar olağandışı. Belki de en güzeli bu oldu. Yarım kaldı. Yarım kalmasıyla bende bütün oldu. Geri kalan yarımı ben tek başıma doldurabilirim. Çünkü bu ilkti ve sondu.

17 Ekim 2010 Pazar

yani işte böyle

hayatımın iki dönemi var. tesadüflere inandığım zamanlarım, tesadüflere asla inanmadığım zamanlarım. şimdi asla tesadüflere inanmadığım zamanlardayım. hayatta hiçbir şeyin rastlantı olmadığını düşünüyorum. yaşanması gereken herşey yaşanıyor. herkes geliyor, gidiyor. aklına bile gelmeyecek olayların arasında buluyorsun kendini. asla düşünmediğin birine aşık olup, dün aşık olduğuna bugün susuyorsun. olması gereken herşey oluyor. yolculuk böyle birşey. yolculuğa inanıyorum. bir de inandığım başka birşey var artık. yoluna çıkan herşeyi gör, hatta iste, şansını dene ama asla şansını zorlama. olmuyorsa olmuyor -abi büyüyorum- olmuyorsa olmamalı. en güzeli. çok renkli bir hayatım var. kormançormanımdoğrusu.

26 Eylül 2010 Pazar

Sanıyorum bu gece benim tarihim. Tam olarak bir tarih bu gece. 27,09,10. Binlerce söz, mekan, kişi, ses hepsi zihnimde dolanıp duruyor. Tam olarak ne demem gerektiğini bilmiyorum. Bildiğim tek şey bir tarih bu gece. Onlu yaşlarımın sonu, yirmili yaşlarımın başı. İki senenin biriktiği her şey.. Tümü anı. Her şeyi anlamaya çalışıyorum. Anlıyorum. Peki şimdi ben ne yapacağım?

30 Temmuz 2010 Cuma

7'in Bitirdin

Acı hatıraların odasını terk ettim
Ötekine geçtim
Gözyaşlarım orda kaldı
Ne evlere sığıyorum ne sokaklara
Karşıdan karşıya geçerken
Havalara bakıyorum
Üstüne yürüyorum arabaların
Daha ne söyleyeyim
Bilmiyorum ki

Bu dudaklar artık seni öpmeyecek
Bu kalp senin için çarpmayacak
Senin için yaşamayacak, ölmeyecek
Senle aynı ağaca adını yazmayacak
Sen de gittin ya...

İçim boş
Odalar boş
Boşlukta yüzüyorum
Boğuşuyorum kendimle
Bir batıp bir çıkıyorum
Beni başka biri keser mi kesmez
Burda bir gün geçer mi geçmez
Yabancı yataklarda uyumaya mı alışayım
Elimden geldiği kadar yaşamaya mı çalışayım

Beni yedin bitirdin
Kırdın geçirdin
Böyle bitirdin

Çok çok çok kötü geçirdin
Burnumdan getirdin
Yedin bitirdin

Şu sıralar çok yalnızım
Kendimle konuşuyorum
Hüzünlü kitapları
Okuyup hüzünleniyorum
Sibiryadan beter bir yatak
Yattım mı başlıyor panik atak
Ağlıyorum sanıyorsun sadece
Ne uyku var ne dur durak
Sen kendine müslüman
Bu aşk değil bu tekme tokat

Beni yedin bitirdin
Kırdın geçirdin
Böyle bitirdin

Çok kötü geçirdin
Burnumdan getirdin
Yedin bitirdin

Her gece her gece
Ölünmüyor iki kere

Beni yedin bitirdin
Kırdın geçirdin
Böyle bitirdin

Çok çok çok kötü geçirdin
Burnumdan getirdin
Yedin bitirdin

27 Temmuz 2010 Salı

Ev Oturması

Temmuz da bitiyor. Yaz gidiyor yavaş yavaş. Gitsin. Bitsin. Eminönü'nde yağmura yakalanırsanız bir yaz günü sakın turistik bir kafede oturmayın. Türkçe konuştuğunuz için kendinizi çok değersiz hissediyorsunuz. Yapmayın. Alt geçitte onlarca insanla yağmurun dinişini beklemek daha güzelmiş. Ben yaptım, siz yapmayın. Hayatta da böyle kesin kurallara ihtiyacımız var. Onun öyle olmasını istemiyorsan böyle yap gibi. O kurallar var aslında. Herkesin herkesten duyduğu, üzerinde tecrübe yazan, çoğu zaman işleyen ama netice itibariyle herkesin kendi kendine varabileceği gerçekler. Hayat çok sınırlı aslında. Çok temel kurallar var. Yağmur yağdığında kapalı bir yerde durmak gibi; eğer ıslanmak istemiyorsan. Ya da acelen varsa evde oyalanma; eğer gitmen gereken bir yer varsa. Deneyip de bulduklarımız, deneyip de bulamadıklarımızın yanında duruyor oysa. Hepsi yanyana. Hayat çok sınırlı. Neler yapabilirsin ki en fazla? En fazla ne kadar ıslanmadan durabilirsin yağmurda. İstanbul gibi çileli bir şehirde yaşıyorsan geç kalmamak gibi bir lüksün yok hiçbir yere. Bunlar da temel kurallar. Her kuralın bir panzehir kuralı var. Onun yıkılması için mutlak bir neden var.
Kural Bir: Zaman geçer. Zaman hızla akıp geçer hem de. Fark etmeden, hissettirmeden notasından şaşmayan deneyimli bir orkestra gibi usul usul geçer. Eğer zamanla bir problemin varsa, onu yakalamak ve içinde kendine yer bulmak istiyorsan; evde oturup beklememelisin. Çünkü bilinir ki evde geçmiyor zaman. Ev saatiyle yerel saat arasında birkaç yıllık bir fark var. Evde zaman hep birkaç yıl geride. Zamanın içinde kendine bir yer arıyorsan dışarı çık. Zamanın Dünya'nın yerel saatiyle bir olduğu, aynı anda attığı tek yer dışarısı. Evden dışarı.
Evden dışarı çıkacak mecalim yok. Günlük "ertlemelerime" geçen her günle bir yenisini ekliyorum. Yarın giderim dişçiye gibi cümleler günlük mecburiyetlerim oldu. Fark edemediğim şey ise, benim yarınımın dışarının yarınına eşit olmaması.
Kural İki: Eğer gelecekle ilgili kaygıların, yapmak istediğin şeyler varsa üstelik bunlar çoksa evde oturma. Çünkü evin geleceği yok. Hep bir mışlı geçmiş zamanda kalarak gelecek planları yapılmaz. Romancılar bile romanlarını evde yazmaz. Dünya zamanıyla bir tutmak için kalemini sokağa çıkar, zamana karışır. Evden çık.
Aslında sıkıntılı günler yaz ayları. Hiç öyle yaz, plaj, alkol heyoo kafası değil. Yaz aylarında zaman yavaşlıyor. Aheste aheste yayılıyor etrafa sıcaklık, nem. İnsan ağırlaşıyor. Boşuna demiyorlar yaz şişkinliği diye tombik kadınlar. Yaz şişiriyor. Bu yavaşlığın etkisine girilmeyegörsün. O zaman kolunuz asla kıpırdatılmaması gereken bir cisim oluyor. İp üstünde yürüyen cambaz gibi büyük bir dikkatle kıpırdatmıyorum kolumu. Yaz ayları erteleye erteleye geçer. Erteledim erteledim Temmuz'u bitiriyorum. Ağustos'a şimdiden selam olsun. Daha fazla yazamayacağım sanırım, parmaklarım yoruldu (!)
Bildiğim ve asla uygulamadığım kurallarım ve ben evdeyiz. Bekleriz.

16 Temmuz 2010 Cuma

Bir Baltaya Sap Olamayacaklardan mısınız?

Aklını bir yere koymuş sonra kaybetmiş, yine bir yerlerde aklını -ya da ona benzer bir şeyi- tekrar bulmuş veya yine kaybetmiş biriyim. Hani ilk okulda "zeki ama çalışmıyor, çalışsa yapar" dedikleri çocuk var ya galiba o benim. Bazen kendimin böyle biri olduğunu farkedip çok bozuluyorum. Biri bam telime dokunmuş gibi geliyor. Ama öyle. Ama -ki ben her zaman kabul edip yola devam etmekle ilgili cümleler kurup, bunu sadece yazıda bırakmışken- bunu bir türlü kabullenemiyorum. Kafamı bir yere koyuyorum, sonra rahatım kaçıyor hoop başka yere gidiyorum çoğu zaman farkında dahi olmadan. Denemediğim olay kalmadı sanırım. Sanatın her dalıyla bir yerlerde bir şekilde haşır neşir olmuşluğum var. Sonra hep bir vazgeçiş, geri dönüş "cık hayır ben bunu yapmak istemiyorum galiba" deyiş var. Hayatım başlayıp yarım bıraktıklarımla dolu. Otuz yaşıma geldiğimde başlayıp yarım bıraktığım bir hayatım olmaz umarım. Çünkü teoride birçok şeyle ilgili olup, denemek güzel bir şeymiş gibi görünse de pratikte hiç öyle değil. Yıpratıcı. Herşeye yeteneğim var galiba benim derken, çok yeteneksizim sanırım bankacı olmalıyım da diyebiliyorsun. Git-geller yorucu. Başlayıp yarım bıraktığım kurslar, atölyeler, okullar, işler.. Yirmi yaşımı bitirmeye hazırlandığım şu galiz yaz günlerinde farkediyorum ki başlayıp yarım bırakma limitimi tamamen doldurmuşum. Sanırım artık başla-bitir sürecine girmeliyim. Çünkü herkesin "bu çocuk ne olacak acaba" (yarı acıyarak, yarı kınamayla) cümlesinden sıkıldım. Pratikte çok söylenip, teoride ne yalan söyliyeyim haklı kadıncağız diyorum. Tam bir şeye başlıyorum ve devam edip sonunu getirmek üzerine emin kararlarla alıyorum. Pat kendi önüme başka setler koyuyorum, kendi kendimi engelliyorum. Aman zaman geçmesin, hayat bu kadar hızlı akmasın diye evhamdan evham seçerken öte yandan Pazartesi olsun başlayacağım diyorum. Pazartesi başladığım "herşey" Salı bitti. Tekrar başlamak için hep bir sonraki Pazartesi'yi seçtim. Tembelim çok. Ve sabırsız. Hem karnım doysun hem pastam dursun bir insan olduğum gerçeği bazen rüyama giriyor. Ne yapmak istediğime eminim aslında. Eminim de nasıl yapacağım kısmında şüphelerim var. Sabrım yok. Hemen olsun bitsin istiyorum ve bu isteğim o kadar ağır basıyor ki hemen olup bitmeyince o zaman toptan bitsin deyip geri adım atıyorum. Onu mu yapsam bunu mu yapsam sürecimin bittiğine şükrederken bir de farkettim ki; peki ben onu nasıl yapacağım? sürecine girmişim. Bu daha kötü sanırım. Öyle mi yapsam? Yok. Böyle mi? Yok.
Haydi bir şeyler olsun, birkaç şey üst üste güzel geçsin. Güzel güzel hikayelerim olsun ve ben bunla ilerliyeyim. Biz bir baltaya sap olamayacaklar hep bir ivme arıyoruz. Hep bir baltanın gelip bize çarpmasını "aa bak sap oldum" demeyi bekliyoruz. Beklemekle geçmiyor ama hayat. Durup kalıyor öyle. Yapmak istediğim çok şey var ve bu uğurda harcamam gereken çok mesai var. Ve kendime ait bir eve, istediğim zaman çıkıp gidecek kadar paraya ihtiyacım var. O zaman bir sap olacağım galiba. Bunun için çalışmalarıma hız vermeliyim. Yaşıtlarım ve etrafımdaki insanlardan hep başka birşey istemek sanırım benim sorunum. Tiyatro okuyorum ama yazar olmak istiyorum. İşte hayatımın genel özeti bu sanırım. Bu durum beni ürkütürken bazen de çok güldürüyor. Tiyatro okuyup kim sosyoloji yüksek lisansı yapmak ister? Böyle biriyle tanışmak istiyorum. Galiba kendim gibi arada kalmış, sap olacağı o günleri sabırsızlık içinde bekleyen başka yarım akıllılara ihtiyacım var. Bir yerde bir şekilde karşıma çıkmalarını umuyorum.

Geçmiş Yaz'lar

Mevsimlerden yazdı ya da kış. Belki bahar. Yüzümüzde ter vardı veya yağmur taneleri. Henüz gözyaşı değillerdi. Bir kaç masum su tanesi. Sonra büyüdüler. Akar oldular gidenin ardından. Gidenler ağlatır. Giden gitmiştir ve kalan artık gidenin yarısıdır. Hep yarısı kalır içerde. Giden gider ama. Onda kalmaz birşey. Kalanda kalır tümü. Belki yarısı.
Günlerden Cuma'yadı veya Pazar. Birileri gitti, birileri kaldı. Üzerinden uzun bir zaman geçti. Aylar veya yıllar. En kötü ihtimalle günler. Unutmak zor, hatırlamak kolay. Yaşananlar, yaşayanın verdiği değer kadar kalır hatırda. Geride kalan hatırlar. Giden unutmuştur çoktan. Giden temizler hafızasını, kalana bırakır hepsini. Ne bir eksik ne bir fazla.
Bir çocuk gitti aylar önce, veya haftalar. En kötü ihtimalle günler. Üzerinden ne kadar vakit geçerse ihtimal o kadar güzel. Zaman -hiç sevmediğim ve asla sevemeyeceğim. - bu kez dosttur kalana.
Zaferi kazanan kalandır. Eğer bir savaş varsa ortada. Üzerinden ne kadar zaman geçerse geçsin.
Giden kolayı seçmiştir. Kolaydır gitmek. Ardında bıraktığınla, aklında kalan birbirine eşitse,kolaydır gitmek. Gitmek kolay.
Zor olan kalmak. Beklemek, durmak zor. Durup beklemek zor zamanı. Geçerken alsın götürsün birşeyleri diye. Kalanlar kalacaktır zaten kalanın içinde. Onun an olup çekip gitmesi zordur. Hatta imkansızdır belki.
Zamanla tükenir herşey. Zamanla azalır. Yok olmaz ama. Üzerinden bir yıl geçse de. Üzerinden bir ömür geçse de zor kalan olmak. Gitmek kolay. Kolayı seçmek kolay.
Giden gitmiştir ve artık kalan gidenin yarısıdır bundan böyle. Bir çocuk gitmiştir bundan aylar önce.
Gidenler kolay olanı seçmiştir. Kalıp sevememiştir. Savaşamamıştır. Eğer bu bir savaşsa. Kalan onu hep hatırlar iyi veya kötü. Unutmaz kalan. Giden unutulmaz. Yanında kalan biraz karmaşa, biraz yalnızlık, biraz soyutluktur. Ve tabii gidenin yarısıdır.
O çocuklar hep gittiler. Onlar çocuktular minicik elleri, minicik gözleri ve minicik kalpleri vardı. Hep çocuktular. Kalanlar büyür sonra, çünkü gidenin yarısı artık içindedir. Bir buçuk beden taşır bundan böyle. Yarım kat daha hatıra, yarım kat daha acı, yarım kat daha gözyaşı. Giden gider. Kalanlar artık kalandır. O kadar kalmıştır ki o anda, gözlerini kapar hayata.

Duran Yaz

Zaman bazen durur gibi olur. Bazen hiç akmadan, değişmeden geçip gider. Geçip giden günleri farkettiğimizde zamanın da geçtiğini farkederiz. Zaman bazen evrende asılı kalır. O orada dururken işler burada daha anlamsız ve daha anlayışsız ilerler. Zaman bazen peşinden koşup yakalamaya, dizginlemeye çalıştığımız bir at iken bazen de dingin bir su gibi.
Benim suyumun dinginleştiği zamanlar hep yaz aylarına gelir. Yaz ayları bitmeyen günler, değişmeyen haberler ve kulakta aynı kalmış bir şarkı gibi.. Zamanın durup dinlendiği zamanlarım yaz ayları. Bir bilgelik, bir sakinliğe bürünmüş bu ayları sevmiyorum. Sakin ve sinsi geliyor yaz günleri. Hiçbir şey anlamadan, değişenleri farketmeden, kaçıp giden günleri bilemeden bir bakmışsın Sonbahar gelmiş. Unuttuğun faturaları toptan ödemek gibi.. Geçen zamanın ceremesini çekmek gibi Sonbahar. Yavaş yavaş değil. Durup bakarak, zamanda küçük kavisler yakalayarak da değil. Hoooop "bir zaman sonra" dizi/filmlerde bir sonraki sahneye geçerken "bir yıl sonra" yazar ve karakterlerin ve hikayenin değiştiğini, kiminin yaşlandığını, kiminin öldüğünü anlarsın peşpeşe gelen sahnelerde işte onun gibi. Yaz'dan Sonbahar'a geçiş tam da böyle benim için. İstanbul sıcağını üzerime yıktığı rehavetten midir, vıcık vıcık şehrin kargaşasından mıdır bilmiyorum ama bu zamanlar bana hep "hiçbir şeyin olmadığı/hiçbir şeyin olamayacağı günler" gibi geliyor. Oysa öyle değil. Yaz'ın da zaman geçiyor. İyi kötü şeyler oluyor, hayat akmaya yeni insanlar gelip gitmeye devam ediyor. Ama işte bir şey -neyse o bilemiyorum- bunların hepsini görmezden gelmeme, görüp de gözümü yoracak mecal bulamamama neden oluyor. Şu zamanlarda iyi-birkaç-birşey bekliyorum. Bekliyorum ki tekrar zamanın aktığına, hayatın değişebileceğine inancım devam etsin. Zaman durmuşken ben pek iyi olmuyorum. Büyüdükçe bunu anlıyor, Yaz aylarından daha çok uzaklaşıyorum.

15 Temmuz 2010 Perşembe

Yabancı-lık

Yaşadığın ülkede başkası olmak, başka bir ülkede yabancı olmaktan daha zor. Sokaklarında yürüdüğün şehrinde başka levhaları farketmek, başka binaları beğenmek kadar sırdan bu ayrım. Dünya büyüdükçe hangi şehirde olursan ol ortak bir dile sahip oluyorsun. Zaman hızlandıkça dünya büyüyor. Zaman daha hızlı akmaya, günler daha çabuk geçmeye başlıyor. Bu hızın içinde de hemen herkesin kulağına aynı müzik, aynı sözcük, aynı olay takılıyor. Dünya büyürken günlerimiz küçülüyor. Hepimiz aynı şehrin yabancı sakinleri oluyoruz hızla. Dünya'nın bir parçası olmaya, hızla geçen zamana ve gündeme tutunmaya çalıştığımız bu yüzyılda yabancılaşıp başkalaşmamız en büyük çelişkimiz. Herkesin bir fikri var. Ama zaman o kadar hızlı akıyor ve öylesine hazırcı oluyoruz ki bütün fikirlerimiz televizyonda gördüklerimiz ya da sabah işe/okula giderken otobüste duyduklarımızdan ibaret oluyor. Bu sebeptendir ki fikirlerimiz yarım yamalak. Bilgi edinmeden fikir sahibi oluyoruz. Zamanın hızı bizi bilgi edinmekten alıkoyuyor. Ya da buna sığınmaktan başka şans vermiyoruz kendimize. Yarım yamalaklığımız aslında bizi başkalaştıran. Fikirler ayrıdır, bilgi tektir.
Sosyal belleğimizin hızla yinelendiği bir yüzyılın hızlı yaşamaktan ve hızla tüketmekten mükellef insanlarıyız. Böyle başkalaşıyoruz. Hızlandıkça geriye dönüp bakmaya korkuyor, bastırıyor ve neticede en olası şeyi kabul edip unutuyoruz. Kimimiz unutmuyor. Zamanı bir adım geriden takip etmek zorunda kalıyor. Öylesine hızla geçiyor ki günler, dün evet dediğimize bugün de evet demek için bir adım geride kalmak zorunda kalıyoruz. Daha geride kalanlar var, biraz daha geride kalanlar var. Tam bugünde olan tüketip unutan, hıza ayak uyduran, gündemden bazı başlıklarla sosyal hayata tabii olanlar var. Bir zaman ileride olup gelecekle ilgilenenler var. Aynı yüzyılın başka zamanlarında yaşayan insanlarıyız. Başka düşünmek bizim kaderimiz. Başka anlamak, başka yorumlamak zorunda kalıyoruz. Birbirimizi bu zorluğun içine itiyoruz. Her şeyden haberimiz var. Her şeyden haberimiz olmak zorunda olduğu için "bir şeyi bilmiyoruz". Her şeyin, değişen-gelişen farkına varmaya çalışırken, bizden bir zaman geride ya da bizden bir zaman ileride yaşayan insanların kendi kimliğimize mıhladığı süzgeçle farkına varıyoruz/varamıyoruz.
Günlerdir "Türkiye Türklerindir" yazan pankartları ve standlarıyla İstanbul'un hemen her semtinde karşıma çıkan genç insanlar var. Gelecek zamanla ilgili fikirleri var. Gelecek zamanda olmasını istedikleri şeyler var. Geçmiş zamanda olup biten, kimi büyüklerinden duydukları şeyler var. Irkçılık ve milliyetçiliğin ayrılma noktası hakkında fikirleri var. Öte yandan Türkiye'de arı ırkın kalmadığı -dünyada da hemen hemen böyle- hakkında bir fikirlerinin olup olmadığını sorguluyorum. Onları sorguluyorum ve onlardan ayrılıyorum. Onları "başka" sıfatına koyuyorum, kendimi başkalaştırıyorum.
Yabancılık düşünceyle başlar. Bir başkasından "başka" düşünüyorsak onun için el oluruz. Aynı dili konuşup aynı şeyi anlayamamak, farklı dilleri konuşup aynı şeyi anlayamamaktan daha hüzünlü. Anlamamak, anlayamamak, anlamak istememek hüzünlü. Dünyanın her yerinde toplumsal kimlik üzerine tartışmalar yapılıyor. Toplumda ötekileştirmek, sindirmek ve değiştirmek üzerine yapılan her politika her kesim tarafından eleştiriliyor. Bizim gibi farklı görüşte ve farklı algıda insanların ezici çoğunluğu belli başlı bölümlerini oluşturduğu toplumlar marjinalliğin sınırlarını yokluyor. Hepimiz başkasını, sonra kendi içimizdeki başkasını, sonra onun özündeki başkasını yaratıyoruz. Zaman hızlanmışken başkalaşanlar da başka başka zamanlarda, başka başka ayrımların sahibi oluyorlar. Hepimiz kendi içimizde sınırsız başkaya bölünüyoruz. Çağımızın hastalığı yaftalamak.
Dinler tüm güçlerini mezheplerle yıkmış, diller lehçelerle, İmparatorluklar milletlerle. Çoğalmaya başladığımız anda bitiyoruz. Kendi içimizde bölünürek çoğalmak, birbirimizi etiketleyip yabancılaştırmak kendi sonumuzu getiriyor. Tarihe sımsıkı sarılıp hala Osmanlı'nın peşinde olan da Avrupa Birliğinin ülkemize getireceği sınırsız iyilikten bahseden de aynı neticede tökezliyor. Bugünde yaşayan, al-tüket-at hayatı yaşayanlar da tökezlemeye mahkum olanlardan. türk-kürt-eşcinsel-kadın-laz-ermeni-tiyatrocu-yazar-kemalist-islamcı-ilerici-gerici-sosyalist-faşist-zengin-yoksul gibi milletlerin fertleriyiz. Hepimiz daralan dünyanın, hızla akan zamanında yolunu arayan, ararken diğer yolları kapayan çocuklarıyız.

18 Haziran 2010 Cuma

Uyuyup uyansak ve her şey bitmiş olsa. Her şey bitmiş, sıfırdan başlamış olsa. Bir sabah uyansak ve geri kalanını hiç bilmesek.
19.06.2010
İçimde büyüyen, kocaman olan bir mutsuzluk var...
19.06.10

15 Haziran 2010 Salı

birtakımşeyler

Eskiden hep zamana ihtiyacım var derdim. Zamanın geçmesine, geçerken her şeyi düzeltip temizlemesine ihtiyacım vardı. Şimdiyse zaman hariç her şeyin geçmesini istiyorum. O kadar tembelim ki. Yüz yaşında gibiyim. Kolumu kaldıracak derman bulamıyorum çoğu zaman. Benim esas sorunum hayatımda bir şeylerin düzelmesi ve iyiye gitmesi için hep bir iteleyen güç beklemem. Hep iyi birşey olsun diye beklemem başlamak için. Oysa en çok kendim biliyorum ben-yapmazsam-hayat-bakmaz. Kalkmadan yürüyemem. Ama bu tembelliğimi ve üzerimdeki ölü toprağını atamıyorum bir türlü. Şanssız bir insan olduğuma inanıyorum fakat biliyorum ki çoğu zaman şansızlığımı kendim yaratıyorum. Ben-yapmazsam-hayat-bakmaz. Bir kalkmayı denemeliyim artık. Biraz şans dilemeliyim kendime.. Yoksa yirmili yaşlarım böyle bir-baltaya-sap-olamadan geçip gidecek.
Galiba o kadar çok istiyorum ki hayattan, o kadar çok beklenti içindeyim ki; birşeyler zor geliyor. Beklenti içinde olmakla durup beklemeyi ayırt edemiyorum.
İşin en kötü tarafı da bunun farkında olmam. Bile bile lades yani. Şansımızı kendimiz yaratıyoruz biliyorum. Peşinden koşmadan gelmiyor hayat ayağına. Önce kalkmalı, sonra da koşmalıyım. Belki bir yerlere, belli bir zamanda beni bekleyen başka bir hayat vardır. Değişmeliyim çok. Daha çok.

Devam

Hayatım birşeylere ara vermek -sonra kaldığım yerden devam etmekle geçiyor. Bunu farkediyorum. Sık sık. Ama sonra yine unutuyorum.. Ve kaldığım yerden devam ediyorum. Bu beni hem yoruyor, hem de hayatımı kolaylaştırıyor. Ara vermeyi bilmeli. Ama hatırlamayı, devam etmeyi de bilmeli.
Hayata ara vermek riskli. Zaman -ki kendisini çok severim- acımasız. Hayat da öyle. Buraya en son aylar önce yazmışım. Birkaç ay öncesinde de ay-da-yıl-da-bir yazı girmişim. Ama yazmaya devam ettim. Hep yazdım. Yazmaya ara vermedim -hayata ara versem de- Oyunlar yazdım. İki oyun bitirdim, bir tanesi de yolda. Bir de roman uyarlaması yaptım. Yazmaya ara veremedim.
Ama hayatımda ara vermek istediğim çok şey -insan,zaman,kurum,durum- var. Ara vermek bazen bir şeyleri kolaylaştırıyor. Öte yandan sonu belirsiz bir yola da çıkıyorsunuz farkında olmadan ya da olarak. Bu da ara verdiğin şeye -insan-zaman-kurum-durum- bağlı. Bir kere ara verdin mi geriye dönüp baktığında göremeyeceğin kadar uzakta olabiliyor ara verdiğin. Arana, ara koyduğun şey. Sonra dönüp arana arana bulmak, bulamamak, bulup da anamamak var.

Ara zor.

Bir kez zaman-mekan-kişi-kurum-durum koydun mu arana geri dönüş hep riskli. Çünkü arana koca bir zaman koyuyorsun aslında. O zamana geri dönmek, geri anmak da zor zanaat. Ben yapamam sanırım. Yapamıyorum da. Ara verip devam ettiğimi sanıyorum. Oysa öyle değil. Her arada baştan başlıyorsun. Ya acemice debelenerek, ya da taptaze temizlenerek. Ara veremiyorsun yani hiçbir şeyde. Başa sarıyorsun, zaman hariç her şeyi.
Buraya ara verdiğimde, ablamın ikinci bebeği oldu. Adı Ekin. Dünyanın en güzeli şeyi şimdi bizim ailede. Abim sözlendi. Evlenecekmiş, çok kararlı. Üçüncü sınıf oldum. Ülkenin en sağlam tiyatrosunda çalışmaya başladım. Daha çok yazdım. Yazıyla amaçlarım, yollarım değişti. Hayatıma girenler oldu, çıkanlar oldu. Dost edindim dost kaybettim. Barıştım, savaştım, seviştim geri geldim.
Buradayım. Eski bir dostu görmüş gibiyim. Aradan sonra bir baktım, her şey başa sarmış. Bir bakmış en baştaymış.

Merhaba.

Meleba Blog


Verdiğim uzuuun arayı kapatacağım. Buraya yazmaya devam edeceğim. Bu sabah farkettim de çok özlemişim.
Çok sevgi.
Neon

3 Mart 2010 Çarşamba

Okula gitmek artık her anlamda bir kabusa dönüştü. Sabah yedide kalk. Yatakta fazla vakit kaybetmemeye çalış, kahvaltı yapmaya çalış ve evden çık. Geç kalacağına inancın sağlamsa metrobüse bin, yoksa motorla geç. En azından otobüste uyursun. Okula git, derse gir. Birbirinden yeteneksiz insanı sahnede izleyip vakit kaybet. Ben burada napıyorum diye sor. Kral Lear'ı anlamaya çalış. Sana doksandört yaşındaki bir adamı oynatmaya çalışan hocanı anlamaya çalış. Mesleğinde herhangi bir adalet ve ahlak kavramının olmadığını kabullenmeye çalış. Görmek istemediğin insanları görmemeye çalış. Kantine fazla gitme. Uzun süre çadırda oturursan tabii ki halüsinasyon görürsün. Senden nefret eden insanlara zorla selam verme, sevmediğin insanları seviyormuş gibi yapma. Çalış, çok çalış. Niye çalıştığını sorma. Okul bitince napıcam diye sorma. Hocaya soru sorma. Her şeyin doğruluğuna inan. Provada herkesle muhattap olma. Ortalıkta fazla gezinme. Kimsenin ağzının payını vermeye çalışma. Rolüne itiraz etme. "Peki neden böyle?" diye sorular sorarsan kötü olursun. Kötü olma. Arkadaşına yalan söyle, tiradını beğen. Belirli zamanlarda belirli insanlara çok yeteneklisin de. Eve döndüğünde hiçbir şey düşünmemeye çalış.

12 Ocak 2010 Salı

Ufak Notlar

Bir sonraki gün ne yapacağımı biliyor gibiyim. Bir sonraki gün de. Geçmişi unuttum oysa. Tamamını. Bu gece oturup "dün" ne yazmışım onları okudum. Okudukça kendimi hatırladım. "Dün" yazdıklarımı okumak fotoğraf albümü karıştırmak gibi benim için. Yanımda kimler olduğunu, saçmının ne şekilde olduğunu, giydiklerimin, bildiklerimin ne olduğunu görmek gibi. Oturdum ve bir çoğunu okudum. "Öğrendim" diye başlamışım veya bitirmişim bazı cümleleri. Oysa öğrendiğim tek şeyin sebretmek olduğunu görüyorum bugün. Zaman acımasızca sabrı öğretmiş, beklemeyi. Sabretmemek istiyorum artık. Sabırdan sıkıldım. Ama sebretmeyecek kadar güçlü olsaydım eğer, zaten sabretmezdim. Hala o kadar zayıfım. Hala o kadar küçük. Hayatta bitmesini istediğim o kadar çok şey var ki. Bitsin artık diye kurduğum binlerce cümlem var. Bile bile ladesim de umurumda değil. Keza zamanın geçmesini hiç istemem. Eskimeyi istemem, yorulmayı, bunamayı. Kafamın karışık olmadığı bir süre zarfını bulamıyorum "eski fotoğraflarda". Belki de değişmeyen tek şey bu.