30 Ekim 2008 Perşembe


Hayırlı olsun :)

Grip

yilda en az bi kere gelen, geldi mi gitmeyen, zaten birine gelince, arkadas, anne, abi, taksici, satici.. herkese gelen, insani herseyden nefret ettiren, beyninin calismasini bile engelleyen, bogaz agrisi, ates, kiriklik, burun akintisini bunyesinde barindiran bela.

kaynak: eksisözlük.

İçindekiler

Okula gitsem mi gitmesem mi? Yatağın içinde onbeş dakika kadar bunu düşündüm. Okul açıldığından bu yana yaptığım gibi. Gitsem mi gitmesem mi? Saat yediye geliyordu ki bir hışımla çıktım yataktan. Elime geçenleri giydim ve düştüm yollara. Sınıfa girdiğimde yirmi dakika kadar geç kalmıştım. E.B.'nin oyunculuk dersine. Bindiğim araçlar mı tutmuştu yoksa üşütmüşmüydüm bilmiyorum ama fena halde midem bulanıyordu. Sahneye çıkıp performans yapmadım. Yapanları izledim. Eleştirmedim de. Durdum öyle.
Herkes tek tek çıktı E. B.'nin daha önce verdiği performansları yaptı. Rahatsızlığımı anladı ve hiç elleşmedi bile bana.
Performanslarla ilgili genel eleştrilerden biri de sahnede oyuncuların kendini sakladığıydı. Açık değiliz seyirciye. "Oyuncu her anlamda açık olmalı" dedi E. B.
Bunun için bir alıştırma yapacağım ders sonunda diye de ekledi. Dersin sonu gelmişti.
İki sandelyeyi bize göre sağa çevirerek karşı karşıya aldı ve Şimdii dedi tatlı sesiyle. "karşınıza kendi hayatınızdan birini almanızı ve ona hiç söylemediğiniz bir şeyi söylemenizi istiyorum. Hadi dedi sonra. Saklamayın kendizi, korkmayın gerçek olmaktan, kendi sahiciliğini görelim. bundan korkmayın, sizin o en "siz" halinizi görmek istiyorum"
Ben dahil olmak üzere herkes bir gerildi tabii. Tedirginlikler ve ufak sırıtmalar başladı. "Hadi hadi hadi!" E. B. ısrarlı.
Ve hemen çıkardı birini. Sonra başka birini.. Karşısına babasını alanlar oldu, eski sevgilisini, büyükannesini... Garip bir yüzleşmeye döndü ders. Gerildik, üzüldük. Sahneye çıktığımda ne yapacağıma, karşıma kimi oturtacağıma emin değildim. Sandalyeye oturdum. Karşı sandaliyeye göz attığımda zaten oturan oturmuştu. Konuştum. Kısa bir konuşmaydı. Ayak parmaklarımın uyuştuğunu hissettim.. Ağlıyordum ki kalktım. Oturdum yerime.. Benden sonra bir iki kişi daha "yüzleşti" sonra bitti çalışma. E. B. sahneden.
"Çok ama çok teşekkür ediyorum. Bu kadar dürüst ve gerçek olduğunuz için. Böyle büyük şeyler beklemiyordum. Çok teşekkür ederim sahneye çıkan herkesin burdaki herkese olan güveni için.. Öylesine gerçek ve izlenilesiydiniz ki. Çok etkilendim. İşte bu gerçekliği, sahiciliği sahnede de görmek istiyorum. Şimdi çıta benim için çok yukarda. İşiniz zor."
Gülümsüyorum. Elim ayağım titriyor.. Ne hissettiğimi bilmiyorum. Gerginim ama inanılmaz da bir rahatlık var üzerimde. Ders bitiyor, çıkıyorum. Bir sigara yakıyorum.

28 Ekim 2008 Salı

Savaş, Kadın ve Diğerleri

Kim başlattı, kim kötüydü?
Nasıl oldu da benim yurdum vahşeti gördü.
Ölü oğlunun ceketindeki eksik düğmeye ağlayan anne.
Parçalanmış bebeğine bez bebek diker
Hergün bir tane...

İçimde nedenini bilmediğim bir gerginlik vardı. Teması savaş olan oyunlarda hep olur bu bende. Alışkınım. Hele ki sahnede "çok şey beklediğim" bir oyuncu varsa bu gerginlik daha da büyür. Savaş ve Kadın oyunun adı. Hem savaş hem kadın. Gerilmek için fazlasıyla yeterli. Ha bir de balkanlar tabii. Çocukluğuma denk gelir. Oldukça geriye dönmem lazım, duygu belleğimi yoklamam lazım anlamam için. Balkan müzikleri dinledim. Biraz baktım yakın tarihe. Mostar'a göz attım. Fotografları elledim az biraz. Ama en çok balkan müzikleri dinledim.

Oyunumuzun başlamasına 5 dakika kalmıştır, lütfen cep telefonlarınızı ve çagrı cihazlarınızı kapalı tutunuz. İyi seyirler.

Dakika bir gol bir sahnede akordiyonuyla Muzaffer Berişa, sesiyle Aslı İçözü.. Ve balkan şarkıları. Oyunla sözleşmişiz gibi.. Ve ben de eşek olmadığımdan derhal giriyorum oyunun içine.. İlk sahneler olayın nereye gideceği konusunda hiç bir ipucu vermiyor. Özenle saklanmış hikaye. Sadece olağanüstü dekora kitleniyorum.. Son yıllarda gördüğüm en yaratıcı dekorla karşı karşıyayım. Pratik ve estetik. Tavandan dökülen kumaşlar sahneyi mekanlara bölüyor. Öylesine şık ki. Taciser Sevinç'i fena halde alkışlamak geliyor içimden...

Balkanlar... Onlarca milletin, ölürcesine birbirini suçladığı. Bir arada yaşatılamayan insanlardan oluşan tarihin en kanlı sahnelerine ev sahipliği yapmış bir savaş filmi seti.

"Kadınların dörtte ikisi tecavüzcülerini teşhis edebiliyor. Çünkü tecavüzcüler, ya okul ya iş ya da mahalle arkadaşları." Savaşın çirkinliğini, senebesene bu topraklarda bıraktığı acıları dinliyoruz savaş maduru, tecazüve uğramış bir balkan kadınından. Ona eşlik eden Amerikalı psikolog Kate. Bambaşka hayatlar yaşamış bu iki kadının iç hesaplaşmasını izliyoruz, fonda askerlerin ayak sesleri..

Bambaşka hikayelerin başka kahramanları olan bu kadınların dünyaya "kadın gözüyle" bakışını izliyoruz dakikalarca. Savaşın gölgesinde "zoraki" bir dostluk kuruluyor. Erkeklerin dünyasındaki erkekçe savaşlarda kadınlar anlatıyor erkekleri. Balkan insanlarını, arkadaşından, komuşusundan gördüğü zulmü. Uzak diyarlardan basılan tuşlarla bir oyun oynanıyor bu topraklarda. Kadınlar sanıldığı kadar aptal değil ama. Olan bitenin -veya bitemeyenin- farkında hep. Bir kin bazen de alaycı bir tavırla bahsediyor kadın balkanlardan. Sırplardan, Boşnaklardan, Müslümanlardan..

Hespi tatlı insanlardır! "amma.." diyor balkan kadını. Hastanede çaldığı felekten bir gecede. İşte balkanları özetleyen de bu balkan kadını için. "Amma" Ha bir de televizyon. Pespembe diziler.

Oyunun sonlarına doğru hamile olduğunu öğreniyoruz Balkan kadınının. Nefretle reddediyor bu bebeği.. Kate ise doğurması konusunda ısrarlı "Senin karnında bir toplu mezar var. Bu bebeğin babası savaş diyor" Tüylerim diken diken oluyor...

Yazan: MATÉI VISNIEC

Yönetmen : Orhan Alkaya

Oyuncular :Aslı İçözü, Aslı Öngören


Kendi adıma sezona iyi başlıyorum Savaş ve Kadın'la.. Ha bir de oyun Pippa Bacca anısına..


Pippa Bacca;Dünya barışı için italya' dan yola cikip da turlu turlu ulkelerden gecip beyrut' a ulasmayi isterken, guzergahinda yer alan, bastirilmis duygularina karsi koymayi beceremeyen erkeklere sahip , yasamayi istedigi seyi istedigi sekilde yasamanin gunah sayildigi, her seyin goze battigi, kadinlarin ozgurce giyinip sokaklarinda dolasamadigi, kimi kaldirimlarinda otobus bekleyen kadinlarin bile icinde erkek suruculerin bulundugu arabalar ile rahatsiz edildigi, tum bunlara benzer saymaktan utandigim ama hepimizin cok iyi bildigi bircok igrenc durumla karsilasilabilecek bir ulke de tecavuze ugrayarak oldurulmus italyan sanatci.

Savaşımızın başlamasına 5 dakika kalmıştır, lütfen cep telefonlarınızı ve çagrı cihazlarınızı kapalı tutunuz.

İyi seyirler.

26 Ekim 2008 Pazar

Üç Gün

Anlık düşüşlerle geçiyor zaman. Yüzüm bir düşüyor bir kalkıyor günlerdir. Evden çıkmıyorum hiç. Çıkmak da istemiyorum.. Gelen gidenler oluyor. Gelenler gidiyor bir zaman sonra. Sonra yine tek kalıyorum.. Düşüyorum, kalkıyorum. Geceyi güne bağlıyorum. En çok geceyi görüyorum günlerdir. Yağmur var sokakta. Evde kalmama bahane oluyor.. Peyderpey büyüyor içimdeki şey.. Anlatmadıkça daha çok büyüyor. Ama anlatmak istemiyorum. Kimsenin bilmesini istemiyorum. İçimde hin bir gurur büyüyor. Dimdik taklidi yapıyorum sağa sola. Bu yüzden "kimseyle paylaşılmaması gereken yazılar defterini" dolduruyorum akşam sabah.
Bu kadar gaddar olmamalı zaman.. Bu kadar zor geçmemeli. Geçse de herşeyin geçeceğinin sözünü vermeli. Bu sözle direnmeliyim akıp giden hayata. Olmuyor böyle, olmayacak da.. Zaman henüz işlenmemiş günahlara biçilmiş bir ceza gibi geçiyor. Tutamıyorum. Tutmaya çalışsam da canımı acıtıyor. Günbegün, anbean daha zor herşey. İçimde bir şey büyüyor. Tutamıyorum. Atamıyorum da. Boğazımda düğümleniyor zaman.. Tükürüp atamıyorum gelip geçen, delip geçen günleri..

25 Ekim 2008 Cumartesi

Blogumu Geri Ver!

Hiç kolay olmadı çocukken evden çıkmak. Eğer sıfatınız çocuksa tehlikeli sokaklar. Gördük ki büyüyünce de öyleymiş. Sokaklar herkese tehlikeliymiş. Sıfatı ne olursa olsun… Bizden ilk alınan şey sokaklar oldu. Başıboş sokaklarda başıboş gezemedik pek. Başımızda biri olmalıydı. Benden ilk sokakları aldılar. Onların kuralları benim günlük mecburiyetlerimdi. Akşam dokuzdan sonra televizyonu aldılar. Okula gittik aterimizi aldılar. Konuştuk sözlerimizi aldılar. Düşündük düşlerimizi aldılar.

Kurallara uymak ” bizden alınanlara razı olmaktır” bu yüzden benim için. Benden alınana razı olduğumda /boyun eğdiğimde kurallara uymuş saydım hep. Oyunu kurallara göre oynadığımı hissettiğim zamanlar hep bu anlara denk gelir.

Büyüdükçe kurallar da büyüdü tabii. Ama ben de boş durmadım,çıkardığım sesleri büyüttüm. Ağlamanın yerini bağırmak aldı. Ses çıkarmaktan korkmadım daha önce. Eğer kaybedecek bir şeyiniz varsa korkmuyorsunuz ses çıkarırken. Kaybedecek kocaman kocaman şeyler vardı. Benden alınmaması gerekenler. Onlar hep aldı. Ben ses çıkardım geri verdi. Sonra başka bir şey aldı. Yine ses çıkardım geri verdi. Tabii hepsini değil. Ana babamızın ruhu huzur bulsun diye okuduğumuz okullar. Öğretmen sözlü yapacak diye boğuştuğumuz kitaplar. İstediğimiz gibi öldüremediğimiz zamanlar. Bizden alınan aşklar. Bunları geri vermedi kimse.

Birileri bizden hep aldı.

Çocukken kolay değildi sokağa çıkmak. Büyüdükçe gördük ki bu ülkede hiç birşey kolay değil. Bunları öğrene öğrene büyüdük. Öğrendiklerimiz kabul ettiklerimiz olmadı tabii. Bu yüzden sesler çıkadık. Yazılar yazdık, oyunlar oynadık. Dans ettik sokaklarda. Hiçbir şeyin kolay olmadığı bir ülkede sanatı seçtik dalga geçer gibi. Güldük onlara hep. Bizbize kaldığımızda kafayı yedik. Ağladık belki hatta. Akıntıya kürek çektik durduk.. Bundan hiç pişman olmadık. Bizden alınanlara sahip çıktık en çok. Bizde kalanları koruduk.

Şimdi yazdıklarımızı istiyorlar bizden. Çıkardığımız sesleri istiyorlar. Sözlerimizi ve düşlerimizi. Biz öğrensek de onlar öğrenemedi henüz çıkarabileceğimiz sesleri.

Geri verip durmasınlar bizdekileri.. Bizden almasınlar.

Az önce size çok fena bir aduket çektim. Farketmediniz.

http://www.serbestyazarlar.com

21 Ekim 2008 Salı

Vicdan


Git, izle, tap.
afiyet olsun nurgül.

19 Ekim 2008 Pazar

Eylül'de Kalan

Fotoğraf: Uzaklara bakan bir çocuk. Yağmurlu bir Temmuz günü.

26.07.08

Uzun uzun baktı çocuk giderken. Bana değil ama geride kalan herşeye. Eğer bir yolunuz varsa çıkılacak, bakarsınız geride kalan herşeye. En büyükten en küçüğe, hafızada yer etmiş her kareye bakılır tek tek. Uzun uzun baktı çocuk giderken. Bana değil ama ben onun gerisinde kalan herhangi birşey değildim. Geride yoktum hiç.
Geriye bakıldığında orda bırakılanlar görülür tek tek. Başkalarının silüetleri, hatıralar, anlar ve dostlar. Hepsine tek tek. Ama en çok kendine baktı çocuk. Geride bıraktığı kendine. Delik deşik bedenine, ruhların en lekelisine. Bir iz bıraktı bu şehire. En kırmızısından.
Ve böyle gitti kahramanım. Çıkacağı bir yolu vardı ve çıktı. Geriye baktı çıkmadan önce. Hemen yolun başında. Orda ben yoktum. Hiç olmamıştım ve hiç olamayacaktım. Böyle gitti. Geriye dönüp baktığında beni görmese de bıraktı gerisinde. Yolun hemen başında bir yerde durmuştum öylece.. Ve gitti. Ben kaldım geride. Tanıdığım kahramanımla giden kahramanım hiç benzemiyordu birbirine. Değişen zaman mıydı kahramanım mıydı yoksa değişen birşey yok muydu. Acaba kandırmış mıydı beni kahramanım. Ufak bir çocuğun el izinden birşey olmaz hemen silinir ve geçer diye mi durmuştu karşımda. Önce hiç his olmayan yerlerine, sonra ellerine dokunmuştum. O da benim. Öylesine çocukçaydı, öylesine masum. Ufak bir çocuk muydum gözünde. Diğerlerinden farkılı, diğerleri olmaya aday her an. Diğerlerinin arasından ben çıkmıştım karşısına, veya o benim karşıma. Her ne olursa olsun ömür haritamız öyle çizilmişti. Birgün bir yerde karşılaşmak üzere. Karşılaştık. Birgün rastlaştık bir yerde. Kötü kokan bir yerde. Kaldırımları çamurlu bir sokakta. Ordaki çocuklar hep kirliydi. Onlardan biriydim ben de. Ordaki çocuklardan biri. Kirlenmem de an meselesiydi dolayısıyla. Oysa kirlenmek dediğin oturmak mıdır çamurlu kaldırımlara. Değildir. Gördüm bunu defalarca kahramanımdan. Her zerresi bembeyaz her zerresi tertemiz bir çocuktu kahramanım. Öyle bir çocuktu. Küçücük elleri, ufacık bir boyu yoktu. Şaşkın bakışları da yoktu. İyi biliyordu bu sokağı. Her kaldırımında oturmuştu bir kere. Ama pis diyordu bu sokak. Bu sokağın çocukları pis diyordu. Sen öyle değilsin, bu sokakta değilsin diyordu. Birşeyler diyordu kahramanım.. Acaba beni kandırmış mıydı. Tecrübesiz bir çocuk olarak ben mi kanmıştım o kandırmasa da herşeye. Her sözü ben mi söylemiştim. Bilmiyorum. Sormuyorum da artık. Cevaplar sorulardan daha fazla acıtacaksa canı sormanın lüzumu yokmuş. Korkarım bu sorunun cevaplarından. O yüzden sormuyorum. Tertemiz, güzelden güzel anıyorum kahramanımı.
Ve gitti kahramanım. Çıkması gereken bir yol vardı ve çıktı. Geride bıraktığı herşeyle gitti. O herşeyden biri ben değildim. Ama gitmesiyle hiçbirşey olmaya mahkumdum. Ya bir süre ya da bir ömür boyu. Bunu şimdi kardeş edindiğim zamana bırakmaktan başka şans yok karşımda. Kahramanım gitti, olasılıklar içine düştüm. Olası bir hayat var gözümde. Bir hayat var gözümde. Öyle demiyordu kahramanım, hiç ağzından çıkmıyordu böyle sözler. Kahramanım tertemizdi. Hep temiz kaldı ve hep temiz kalacak aklımda.
Ama bu şehirde kalmayacak artık. Başıboş sokaklarda karşıma çıkması veya bir bahaneyle onu görmeye gitmem gibi bir şans bırakmadı bana. Hiç şans vermedi bana. Giderken kendinden koca bir yük, dudaklarımda tuzlu damlalar bıraktı. O gitti kalanlar bana kaldı. Kalanların hepsi benden kaldı.
İlk adımı attığında çocuk sonsuzluğa, ömür haritamdan bir kızıl çizgi geçti boydan boya. Geri dönüp baktığında göremeyeceği, asla geriye koymadığı bir çocuğun ömründe bir çizgi oldu kahraman.
Ve gitti kahramanım. Onu ne kadar sevdiğimi, ne kadar sevebileceğimi anlamadan. Beni hiç sevmek istemeden ve karartarak ruhunu. Ben onu seviyordum diye o da beni sevmeli değildi tabii. Sevginin zamanı değildi zaten. Ben de zamansız çıkmıştım karşısına. Hiç istemediği bir zamanda hiç bir zaman istemeyeceği bir adamdım karşısında. Beni hiç istemedi. Sevginin zamanı değildi şimdi. Hem sevgi yoktu ademin son oğlullarının nefes aldığı bu havada. Bu atmosferi terkedeli çok olmuştu. Böylesine bir havayı solurken sevemezdi kahraman. Hiç sevmedi beni, hiç sevebileceğini düşünmedi. Bir yolu vardı çıkılması gereken. Ve inanılacak bir sevgi yoktu gözünde. O sokağın çocukları sevemezdi, sevse de giderdi birgün. Kahraman böyle öğrenmişti. Haklıydı. Bu kadar acımasız olmamalıydı belki bana. Kahramanım ne istemişti benden? Ben mi olmalıydım o istemese de acısını çıkardığı hayattan. Bunları sormamaya söz vermiştim. Bu soruların cevabı acıtırdı canımı şimdiden daha fazla.
Ve kahramanım gitti. Geriye leş bedenli fahişeler, yitik aşklar, kaybolmaya yüz tutmuş bir hayat, bir de içinde bu şehrin geçtiği hayallerini bırakarak. Bir de hiç istemese de beni bırakarak.
Ve gitti kahramanım önce aklını sonra ruhunu en son da gözünü kararttı ve gitti. Son bir sigara yaktı, çekti çiğerlerine, burnundan saldı dumanı bu şehrin sokaklarına. Çektim içime, öyle sarhoşum şimdi.

15 Ekim 2008 Çarşamba

Yokuz |15.10


p.s: birileri gerçekten "yokluğu" hakediyor çoğu zaman. biz de onların olmadığı yerlerde varoluyoruz. yürüdüğümüz yollar ve aklımızdan geçenler aynı. sahte bir varlıktansa "yok" olanı tercih ediyoruz. onların sahte varlıklarının içindeki kocaman kocaman "yoklara" bakarak... kimi zaman gülerek hatta.
Nokta.

Başkalar

Nasıl da değişiyor hayat bir anda. Yoksa değişmiyor da değiştiğine mi inanmak istiyorum. Bilmiyorum. Ama şimdi başka bir yere doğru akıp gidiyor hayat. Ben de çok ses çıkarmadan, oyunlar oynamadan izliyorum akıp giden hayatı. Zamanın ustaca yazılmış oyunlarının karşısında küçülüyorum. Figürasyonun ötesine geçemiyorum. Ama en güzeli de böyle şimdi. Hayat akıp giderken çok da karıştırmamak içi. İçine pek de girmemek güzel böyle durumlarda. Şimdi zaman bir başka geçiyor. Hayat çok da bilmediğim yollarda geziniyor. Karamsar karamsar bakmıyorum. Yerin dibinden görmüyorum olup biteni. Tam da ortasında duruyorum. Ama dokunmadan. Pürüz yaratmadan...
Başka akıyor zaman. Başka insan var şimdi. Başka arkadaşlar, başka işler. Başka şeylere gülüp duruyorum. Başka hayallerle doluyor beynim. Gökyüzü başka. Hergün geçtiğim yollar başka. Zaman bir başka şimdi. Hayat başka bir yere doğru akıp gidiyor.
Geçmişe bakmıyorum hiç. Güzelce paketledim, ve bağladım. Yapıştırdım sımsıkı. Benim için çok güzel içindeki. Geçmişe koyduğum şey benim için çok değerli. Ama o geçmiş. Dönüp bakmıyorum artık hiç. Dönmüyorum geriye. Alzheimer bir kahin rolü oynuyorum kendime. Yarına bakıyor gözlerim. Geçen her günü unutuyor şimdilik. Güzelce paketleyip kaldırıyor rafa. Arada açıp inceler nasılsa. Huyudur şaşmaz bundan.
Ve geride bırakılan unutulan değil çoğu zaman. Şimdi sadece geride bırakmak zorundayım. Çünkü biriken bazı şeyler azalmaz. Zamanla bütünleşir bedenle, önceliğini kaybeder günlük mecburiyetlerin içinde. Ama bitmez. Sizi bilmem, bende bitmiyor kolay kolay. Bitsin de istemem hiç. Öyle tertemiz kalsın paketimde. Bana kalsın, benim için kalsın. İnsan hayatta bir kez karşılaşabilir bununla. Yüzünü güldürmemesi değersiz kılmaz. Benim hayatımdaki en değerli şey paketimdeki. Geride bıraktıklarım. Ama şimdi gerideler. Açmıyorum hiç.
Başka başka hikayeler fısıldıyor şimdi kulağıma sokaklar. Hayatı başka yollarda, başka insanların ağzından dinliyorum. Zaman bir başka geçiyor.
Bir anda nasıl da değişiyor hayat. Ben nasıl da hayatın hala değişebileceğine inanacak kadar güçlüyüm. Şaşıyorum kendime. Gelip geçenlerin arasında durup izliyorum herşeyi. Ama hiç dokunmadan.

Bahar oldu aman
Al kese astım gül dalına
Adadım yarin adına
İki göz oda
Dağ yeşil, dallar yeşil
Uyandılar bayrama
Her gönül şen
Bir benim bahtım kara
Kokuyor buram buram
Fulyalar vakit tamam
Bir bana uğramadı
Bu bahar bayram
Ağlama hıdrellez
Ağlama be bana
Acı ektim yerine aşk yeşerecek,başka bahara
Ne yolu var ne izi
Tanıdık değil yüzü
Dileğim Allah’tan
Aşk sözün özü
Sevdiğim yok eşim yok
Ağardı bir gün daha
Ey benim şans yıldızım gülümse bana

12 Ekim 2008 Pazar


bir dilek tuttum dün gece.
sağım solum, önüm arkam sobe!

9 Ekim 2008 Perşembe

Duman Ninnisi 2


Boşluğa bıraktığımda kendimi,
Hani dans eder gibi
Gördüğüm şey; merdiven
Her yer merdiven
Düzlükleri yok bu sokağın.
Nedir bu gözümün önündeki duman.
Andırır sefil kulunu.
Etrafımda bir çember.
Koskoca.
Öyle büyük.
Yarın, altında yerin yedi kat.
Bir duman.
Mahkum eden çembere.
Bu duman,
Bu duman sonsuz gibi.
Nedir ki zaman bu çemberde.
Bir gemi olmalı
Pusulasız.
Delik deşik yelkenleri.
Rotasız ve kaptansız.
Kocaman bir deniz şimdi gözümde,
Bu duman.
Çıkılmış bir yola.
Ölüme olsun bahane.
Bir duman gözümün önünde.
Uyutan beni mışıl mışıl.

Do notasından yoksun bir şarkıydı hikayesi. Hep eksik birşeyler. Her hikayenin bir sonu vardı. Tam biterken başladı. Bitmişken başladı.
Bu gece eksiksiz hikayem. Bir bütün. Şimdilik kül kokuyor sağım solum. Ama sevdim ben ateşimi.
Bir yaktım bin yandı. Bir yandı bin aldı.
Bu gece bir bütün hayatım. Eksiksiz. Hikayem tam şimdi. Esas çocuklar, küçük insanlar, şık bir giriş ve güzel bir son.
Bu gece hepsi tam.

welcome to beykent

Okul açıldı. Pazartesi ne olduğunu anlamadığım "açılış kokteyline" gitmedim. Zaten uzun zamandır bunu yapıyorum. Yok kardeşim deneyemem ben öyle herşeyi. Deneye deneye geldik zaten bu hale. Bilmediğim şeyden uzak duruyorum hatrı sayılır bir zamandır. Bilmediğim mekana gitmem, bilmediğim yemeği yemem. Ne olduğunu bilmediğim bu şeye de gitmedim. İlk gün uzaylısı olmak da istemedim. Zaten artık herşeye ikinci seferle başlayacaksın. İlk filmin olmayacak mesela, kariyerine hep ikinci filminle başlayacaksın. Ya da ilk konserin. Okula da ikinci gün başlama kararı aldım. Salı günü okula gitmek için çıktım evden. Bir trafik bir tarafik ahanda bu kadar olur. Ne çalışkan bir milletmişiz, herkes yollarda. Tam dört vesaitle iki bucuk saatte vardım okula. Küfürlerden küfür beğenerek. Yirmi dakika kadar geç kalmıştım. Ama dersin nerde olduğunu biliyordum. Hemen sahneye gittim tüm bölüm orda ve sahnede E. B.
Bu kadına tap-tım! Harika mimikler, arada ettiği küfürlerle şahane bir konuşma... E. B. şimdilik favorimdir.
Okulum ilginç. Bu konuda birşeyler duymuştum. Gerçekten de öyle. Yani şöyledir böyledir diyemedim. Bilemedim henüz. Diyebildiğim şey ise "ilginç" Aklıma bu geliyor.
Bölümle kaynaşmadım henüz. Ama tatlı tipler var... Elemanları seçtim şimdiden. Çok konuşan, dikkat çekmeye çalışan, herşeye bok atan bir klan var karşımda. Onlar da ilginç..
İlginç bir süreç bekliyor beni. Uzuuun bir okul yolu ayrıca.
Şimdilik bölüm hakkında fikir edinmek istemiyorum. Bölümün yapısı bakımından sürekli iç içe olmalıyız. Zamanla oturacaktır taşlar. Bakalım.
ps: dans klübünün başkanı yaptılar beni. Hiç birşey anlamadım. Pazartesi anlatacağım ben sana dedi T.
ps2.: Ç.E.K.'de herşey yolunda. İşin enteresan tarafı; fena halde yolunda. Zamanımın büyük çoğunluğunu orada geçiriyorum. E de benimdir ayrıca. Hooccaa diyor bana. Sonra da kaçıyor. Hastayım kendisine. Ayrıca saçımı kestirmeden önceki son tokamı ona verdim. Artık derslerde saçlarını topluyor veled.

8 Ekim 2008 Çarşamba

kocaman açmak gözleri


Bir sabah uyanmak; hiç bilmediğin bir şehirde. N'apıyorum ben burada demeden. N'oluyor? Niye buradayım? Hiç soru sormadan. Uyanmak bir şehirde, daha önce görmediğin bir denizi görmek. Hiç bilmediğin insanları görmek ilk. En güzel hayalim bu benim. Bir sabah uyanmak hiç bilmediğim bir şehirde. Hiç soru sormadan.
Gerçek üstü ve üstün gerçekçilik. Bunları düşünüyorum bu aralar. Mesleğimle ilgili kafa yorduğum mevzular bunlar. Gerçeğe daha çok yaklaşmak, içine gerçek üstünü de katarak. Bunu hayal ediyorum. Zaten gerçekten ne kadar uzaklaşırsak o kadar dokunmuyor muyuz "gerçeğe"
Ne kadar uzaktan izliyorsam kendimi öyle buluyorum sonunda beni. Şimdi bulduğum şey güzel. Çok güzel hem de. Etrafında güzel kızlar şarkı söylüyor. Dans ediyor sokaklarda insanlar. Ucuz bir müzikalin başrolü şimdi. Öyle güzel.
Detone bir sesle anlatıyor kendini. Kocaman koskocaman açıyor ufacık gözlerini.

4 Ekim 2008 Cumartesi

"büyüdükçe büyüdü" |Son|


Ve ben o kadar karanlıktaydım ki bir türlü sızılarına elimi sürüp iyileştiremiyordum. Barış, bu yüzden “benim benden daha iyi olan diğer yarım”dır. Kendi kendini iyileştirir. Hem de kendi de farkında olmaz. Barış sadece hayalini gerçekleştirmedi şimdi, kendine kendi gücünü de kanıtladı. Tarif edemediğim bir gurur ve kontrolsüz bir sahiplenmesi güdüsüyle taşıyorum. “Barış yaptı” diyorum, “benim barışım yaptı!”. "Barış olan yarım" alacalar içinde şimdi. Festival müzikleri çalıyor. Koca bir güneş parlıyor tepesinde ve rengarenk balonlar uçuşuyor. Minik insanlar kol kola girip dans ediyorlar. El çırpıp eş değiştiriyorlar. Taptaze meyve kokuyor benim"barış olan yarım". Ondan güç alıyorum. Ama hala kendime yarayamıyorum. Kendi yarım hala karanlık ve sessiz. Kimse de yok içerde. Hem de kibrit kokusu var hala kesif kesif. Dün geceden sonra isler kapladı biraz da, elim yüzüm kararıyor sanki düşündükçe. Ama Barış! Barış öyle mi? "Barış olan yanım" bu sabah benim hafifletici sebebim. Onun için cümlelerimin tükendiği yere dayandım yine. Barış bu sabah muzır bir cin değil, kendi etrafında dans ederek kahkahalar atan puck.

Önce diğerleri ve diğerleriydi günlük mecburiyetler. Bu yüzdendir; şöyle bir aynaya bakıp ben olamamam. Öyleydi veya böyle. Artık kimsenin umurunda değil zaten. Yaşanan herşey yaşayanın umurunda. Veya bazen o da değil. Neyse. Erol hoca şöyle derdi ben Puck'ken "Perde kapanınca bitmez oyun. Makyaj silinince biter ancak. Hatta o da yetmez, üzerini çıkarıp sıcak bir duş sonrası kendin olarak kaparsan gözlerini güne oyun öyle biter." Bu yüzden sonlara inanmam. Bitişlere daha doğurusu. Seyirci için bitmiştir oyun. Seyreden için bitmiştir hikaye. Ama oynayan için henüz bitmez, onun biraz daha zamana ihtiyacı vardır hikayesini bitirmesi için.
Öyle baktım hep bitişlere. Bir hikayenin seyreden tarafında olamadım bu yüzden. Bu yüzden kolay bitmez bende hikayeler. Ancak üzerine başka bir hikaye anlatılmaya başlandığından önceliğini kaybeder. Sonra biraz daha tabii. Ve hikayenin üzeri kapanır. O zaman gerçekten kapanır perdeler.
Hep bir hikaye anlatmak istemiştim aslında. Hep bir hikayem olsun istemiştim sonu güzel biten. Yakışıklı prensin, güzel prensesle evlenip sonsuza kadar mutlu olduğu hikayelerden. Küçükken öyleydi hikayeler, güzeldi hep sonu. Büyüdükçe sonlar kötüleşmeye başladı. Aslında hikaye tamamen kötüleşti. Ne prens iyiydi ne de güzel prenses. Kötü kalpli kraliçe ile ayırt bile edemez olmuştuk. Biz büyürken onlar kötüleşti. Biz büyüdükçe hep kötüye gitti. Ya da kötüyü gördük, bilemem.
Ama her hikayenin bir sonu olmalıydı. Erken veya geç biten.
Güzel bir son düşündüm hikayeme. Bulamadım ama... Güzel şeyler de oldu tabii hikaye içinde. Ama hikayem modern dünyanın masallarına yenik düştü. Kötü bitti. Ya da iyi bitmedi. İyi bitmeliydi oysa. Hikayeler güzel bitmeliydi. Çocukken hep öyleydi.
Bir son düşündüm ama bulamadım. O yüzden kahramanım Puck bitirsin istedim.

Biz gölgeler, kusur işlediysek eğer,
Şöyle düşünün ve bizi hoş görün.
Bu hayaller görünürken sahnemizde,
Sizde kestirdiniz yerinizde.
Diyelim cılız ve anlamsızdı konumuz,
Ama rüyada geçmedi mi oyunumuz?
Sayın, baylar, bayanlar bizi bağışlarsanız,
Bir dahaki sefere daha iyi oynarız.
Övgüyü hak etmedikse bile,
Duygularınızı getirmeyin dile.
Bu doğrucu Puck' a güvenin,
Bize fırsat verin.
Yine beğenmezseniz,
En yalancı Puck, deyin.
Şimdi sizlere iyi geceler;
Verin elinizi, anlaştıysak eğer.
Puck hepinize sağlık ve esenlikler diler.


Işıklar söner... Neon kapanır.

1 Ekim 2008 Çarşamba

"E şimdi N'apıcaz?"

Hayatı "normale" döndürmeye çalışıyorum var gücümle. Bazı değişiklikler yapıyorum. Yarın odamı değiştireceğim mesela. Büyük odaya geçeceğim... Yeni bir odam olacak yarından sonra. Duvarlara resimler yapmak istiyorum. Aklıma çok güzel şeyler geliyor.
G.D. ile vakit çok güzel. Kayalıkların üzerinde oturup bira içmek bir tek onunla keyifli. O bugün bana bunu söyleyince farkettim ben de. Bir tek onunla keyif alıyorum kayalıklarda.
Hayatı normale, normali normalin üstüne almaya çalıştık. Öyle güldük ki tesadüflere. Şaşırttı bizi hatta. "Yoksa?"... "Yoksa kader ağlarını mı örüyor ne?!" Çok güldük bunlara. Ve karar verdik. Satmak yok bundan sonra birbirimizi üç kuruşluk depresyonlara.. 2009 dedik. Ama en geç. Hatta Temmuz.
Hadi bakalım dedik. Güldük yine çok.
Şöyle diyeceğiz koca meydanda birbirimze bakarken.
"Ee şimdi n'apıcaz?! Çok güldük buna, hem de çok.