14 Mart 2009 Cumartesi

Kim Korkar Virginia Woolf'tan? 2


Zamanımı boşa harcamak en büyük meziyetim. Bir zaman katiliyim. Hayatım uyuşukluk ve pervasızlık arasında sıkışıp kalıyor. Ve de çok memnun bu daralmışlıktan. Keyfine diyecek yok. Sürekli ertlediğim işlerim ve kendimi yorgun, yoğun hissedişlerim var. Zaman; suçu bağışlanması mümkün olmayan bir savaş suçlusu; asılmaya mahkum. Duran yanım her dem durmaya, durdukça kök salyama, kök saldıkça daha da ağırlaşmaya başlıyor. Durduğu yerde duruyor. Bundandır her dem yorgun olmam, bitap düşmem bomboş geçen günün sonunda. Beni yoran da bu boşluğun, boşalığın kendisi. Bir de kendimi ikna etsem bu hususta, durup beklemeyi unutacak bedenim.
Oysa zaman kavgası yiyip bitiriyor içimi. Koşan yanım hep kavgalı zamanla. Beynimin içinde kelimeler, işler, hikayeler, insanlar dönüp duruyor. Bir panayır yeri bilinçaltım. Gürültüsü bol, kalabalığı sürekli. Duran yanım ve koşan yanım çekip duruyorlar her bir uzvumdan. Durup durup koştuğumdan çabuk kesiliyor nefesim. Nefesim kesildiğinde de pervasızlığım giriyor devreye. Zaman ki akıp giden bir nehir. İçinde türlü türlü mahluklar barındıran. Tutup karınını doyurması da güzel, izleyip keyiflenmesi de.
Doğrusu yok bu işin. Hayatı kaçırmamak, peşinden koşmak, zamanla kanlı bıçaklı olmak, anları biriktirip anılar yaratmak güzel. Durup beklemek, bekledikçe pişmek, piştikçe hayatı tatmak, sessiz sakin varoluşa boyun eğmek de güzel. Doğrusu yanlışı yok.
Zaman ve mekandır hakikat. Ya da hülyanın ta kendisi. Aslolan zaman içinde zaman, mekan içinde mekan. Senin olan, sana ait mekan.. Senin bilmediğin, tik taklarını işitmediğin bir saat daha dönüyor bilmediğin bir şehirde. O zaman senin zamanın değil. Bilmediğin mekanın, bilmediğin insanlarının durup beklediği ya da peşine koştuğu zaman senin değil. Senin zamanın sadece senin için geçen zaman. Mekan; içinde bulunduğun mekan.
Zaman ve mekandır hakikat; eğer içinde sen varsan ve senin için akıyorsa saatler.
Zamansızlıktan mürekkep kaygılarım. Uzun bir zamandır geçip gidiyor içimden bu endişe. Geliyor, geri gidiyor. Bir duruyorum, bir koşuyorum. Ama aslında boşa kaygılarım. Henüz zamanın ne olduğunu bilmeden, içten içe kendi yaşına hürmet etmeden olmuyormuş öyle zamanla mücadele. Önce gelip geçene teslim olmak gerekmiş. Önce hayata teslim olmak gerekmiş. Veya hayatın hissedilebilir kısmına; zaman ve mekana. Bilindiğinin aksine soyut değil, yaşamın somut hali olan; zaman, mekan.
Teslim olmak da durup beklemek değilmiş güzel balıkları. Yemesen de sevmekmiş, dokunmakmış onlara. Belki de nereden gelip, nereye gittiğini düşünmeden inanmalı sadece suya. Bilinmeli ki bilmediğin bir şehirde, tatmadığın bir zamanda değil bu su, sana ait olan mekanda, zamanda.