11 Mart 2009 Çarşamba

konseptsiz bir ay olarak mart


Mart gibiymişim. Şimdi farkediyorum. Zaman var ki Eylül'de anlattım hep kendimi. Bu yüzden en çok Eylül'ü sevdim belki. Ya da hiç sevemedim Eylül'ü. Gelenlerin, gidenlerin ve değişenlerin çok olduğu Eylül. Gelenlere, gidenlere ve değişenlere hiç alışamamış ben. Ben ve Eylül. Aramızdaki uçurumlar ve renk farkları sevdirdi belki de en çok Eylül'ü. Ya da tamamen Eylül'ün kendine ait melankolik hali ve tüm klişeleri yazdırdı Eylül'ü. Öyle veya böyle Eylül gibiyim diyordum hep. Tanrı'nın tüm mahlukları gibi ben de belki yanlış bir yoldan, yanlış bir rüzgarla yürümüşüm. Tersine tersine. Akıntıya kürek. Mart gibiymişim.
Şimdi anlıyorum bunu. Belki de daha önceden anlamışlığım ama kabullenememişliğim, kendimi sahiplenememişliğim vardır, hatta muhtemeldir. Ki benim için hiç de sıradan olmayan olgular bunlar; anlamamışlık, kabullenememişlik, sahiplenememişlik. Mart da böyle. Tevekkeli değil aşkı bulduğum da Mart'da bulmuş kendini. Hayat ince bir mizah çizgisinde giderken; anlamadığım, kabullenemediğim, sahiplenemediğim ay olan Mart'ı ben bulurken; anladığım, kabullendiğim, sahiplendiğim de Mart'ta bulmuş kendini.
Şimdi ben de Mart'ı anlamaya, kabullenmeye ve sahiplenmeye çalışıyorum. Mart benim gibi. Ben de en az Mart gibiyim; kararsız.
Unutkan bir ay Mart. Unutmaya mahkum halet-i ruhiyesini. Ne iyi olduğunun farkında ne kötü. Ne yakın ne uzak. Ne kendinde ne kaybetmiş kendini. Ama bir türlü de bulamamış tam anlamıyla. Bu durumda Mart; farkındalıksız, karasız ve kendinden uzak. Mart'ı tanımlarken kendimi de tanımlıyorum bir yandan. Bir kendinden uzak, kararsız ve farkındalıksız Mart'a bakıyorum bir de senebesene kafası daha çok karışmış, ne yapacağına asla karar verememiş, her daim sinirli ve kavgalı ama çoğu zaman neye sinirli ve kimle kavgalı olduğunu unutan, inatçı bir keçi fakat vazgeçmeye, pes etmeye her an hazır, ne yolda olduğunu ve nereye varacağını asla bilmeyen, yıllar var ki yanlış insanlarla, yanlış zamanlarda, yanlış mekanlarda olmuş bana. Mart'la benziyoruz. Bu benzerlik her ne kadar canımı sıksa ve senebesene gözümü kapamaya neden olsa da.
Ve özbeöz kardeş hatta tek yumurta ikizi olsak dahi her daim üvey kardeşim olarak anacağım ayda Mart'ta aynıyım; kafam allak bullak. Ha bir de sinirliyim çok. Mart gibi. İki güneş açıp az buçuk çehresi yumuşadığında, durun daha kara kış burada diyen, gün yüzü göstermeyen Mart gibi. Rengini her an sakınan. Sinsi Mart. Bir anda parlayabiliyorum. Nedenler değişiyor. Kendime. Çoğunlukla bir başkasına. Genel olarak hayatımdaki herkese. Hayatımdaki herkes demişken en az Mart kadar gaddar oluyorum ve "hayatımdaki herkes" i işin içine alarak yüzde altmış küsürünün gerizekalı olduğuna karar veriyorum. Ve bu kararımdan da dönmeyeceğime üvey kardeşim Mart önünde yemin ediyorum.


İnsanların pervasızlığından, rahatlığından, düz mantığından ve bilgisiz fikirlerinden tiksiniyorum. İşte o zaman Mart ayında olmanın yetkisine dayanarak önüme geleni haşlıyorum. Buna Tanrı'da dahil. Şu dönem iyi olan yanımdan geçsin, mükemmel selam verebilir. Mart kadar egosu yüksek ve ukalayım. Ve sinirli. Ve onun gibi dönüm noktasındayım. Biliyorum bahar gelecek ama kışın tüm kasveti içimde birikti ve son noktasında olduğunun teminatını verebilirim.
Tanrı'dan selam istemiyorum şu sıra. Biliyorum mükemmel değil. Ne demiş Plath; " Mükemmellik korkunç bir varlık, çocuk sahibi olamaz zaten."
Şu sıra en Mart olduğum zamanlar. Patlamaya hazırım her an. Kelimenin tam manasıyla canım burnumda.
Mükemmel değiliz ben ve Mart. İçinde bulunduğumuz koşul adına da anlayış bekliyoruz.