20 Aralık 2008 Cumartesi

Bir Takım Şeyler

Çalışıyorum. Gerçekten, şimdilerde ciddi ciddi çalışıyorum. Kapanıyorum.. Deniyorum, okuyorum, çiziyorum. Sokaklara çıkıyorum. Bariz bir adanmışlık var üzerimde. Tiyatro hariç hiçbir şeyle uğraşmıyorum.. Eşle dostla iki kelam edecek vaktim yok. Bütün boş vakitlerimde oyun izliyorum. Dolu vakitlerim okul ve provalar. Hayatım garip bir düzene girdi. Düzensiz biraz. Ama olduğu gibi iyi, dağnık ama düzenli. Odam gibi. Neyin nerede olduğunu biliyorum. Ama muntazam değil. Bu sebeptendir ki kendimdeyim. Kafamı dağıtacak hiçbir şey yok. Bazen durup soluk aldığımda bir robota mı dönüşüyorum diye soruyorum. Ama hayır, hiçbir şeye dönüştüğüm yok. Hayatımın en sağlıklı günlerini yaşıyorum. Erken yatıyorum, erken kalkıyorum. Okuyorum, izliyorum. Şimdi yapmam gerekeni yapıyorum. Kimseyle görüşemiyorum. Bundan çok şikayetçi değilim. Kafamı dağıtacak hiçbir şey istemiyorum. İnsanlar ve onların durumlarıyla bir süre ilgilenmek istemiyorum. Kendi kendimeyim. Gittiğim oyunlara da tek gidiyorum. Sonra dönüyorum, yazıp çiziyorum. Ha bir de çok vaktim varmış gibi resim yapmaya başladım.. Bu yüzden az yazıyorum belki.. Resim yaparak rahatlıyorum. Rahatlayacak bir durum yok gerçi, eğleniyorum diyelim...
Uzun bir zaman sonra ilk kez yapmam gereken şeyleri yaptığımın farkındayım. Farkında olduğum durum bir süre daha böyle olmam gerektiğini söylüyor. Bak mutluluk burda diyor kaçma, dağılma, çoğalma...
Kendimle, kendi kendime barışmayı öğrendim. Savaşı bitirdim içimde. Şimdilik belki. Sadece mutlu olmaya çalışıyorum. Ve zaman geçtikçe beni başka hiçbir şeyin mutlu edemeyeceğini öğreniyorum. Daha fazla belki.. Daha fazla mutlu edemez beni hiçbir şey.. İnsanlar beni daha mutlu edemez. Hayatım bir düzen içinde.. Dağınık, uykusuz, vakitsiz bir düzen. Ama düzen...
Zamana boyun eğmeyi öğrendim. Basit hayatımı abartmamam gerektiğini öğrendim.. Karmaşadan uzak duruyorum. Sessiz sessiz ilerlediğimi hissediyorum. Yolumu biliyorum. Hayattan sadece başarı istiyorum.
Hayatı bir fotograf karesine sığdırmaktansa uzun uzun filmler çekiyorum kafamda. Sonu güzel bitiyor. Ortalıkta görünmüyorum. Saklanıyorum. Az ses çıkarıyorum... Beni başkaları konuşuyor. Evet bunu seviyorum. Egomu okşuyorum. Güçleniyorum.
fotograf: E. Nida Dinçtürk

Yanıyor Sivas


Çok değil aslında, onbeş yıl öncesi. Dört yaşındaydım, hayal meyal hatırlıyorum. Sivas cumhuriyet tarihinin -hatta belki insanlık- en rezil gününe ev sahipliği yapmıştı. Mişli zaman evet.
"Biz oraya elimizde güllerle gitmiştik, savaş için değil barış için gitmiştik" diyor aydınlar sahnede.
Dostlar Tiyatrosu geçen sezondan beri hatrı sayılır bir seyirciyle oynadığı Sivas 93 adlı, belgesel oyunuyla bu Cuma gecesi Cadde Bostan Kültür Merkezi'ndeydi. Mutlaka izlenilmesi, görülmesi gereken bir oyundu. Geçmikmiş de olsa izlemenin rahatlığıyla oturdum yerime. Oturduğuma utandım, sıkıldım, çıkıp gitmek geldi içimden. Böylesine bir rezilliğin yaşandığı ülkede nefes almama utandım. Burada yaşadığıma utandım, bu insanların belki sokakta yanımda yürüme ihtimalinden utandım. Diri diri yakılan insanlar, öldürülen aydınlar, sanatçılar, şairler... Beyni pas tutmuş adamlar, bağnaz algılarını savaş sebebi eylemiş yobazlar... Kusuyordum.
Yaşadığımız ülkenin yakın tarihindeki bu büyük utanç, objektif bir şekilde sahnede. Genco Erkal'ın yazdığı ve yönettiği belgesel oyun Meral Çetinkaya, Yiğit Tuncay gibi başarılı oyuncuların, güçlü performanslarıyla büyük bir etki yaratıyor.. Tek perde olan oyunda bir an olsun dikkatler dağılmıyor, tersine güçleniyor, güçleniyor... İlerleyen zamanla birlikte oyunun gücü de artıyor. Arkadaki ekranda Sivas Katliamı ile ilgili görüntüler ise oyunu fazlasıyla zenginleştirmiş.
Unutma temmuzu silme beyinden
Alevler içinde, yanıyor Sivas
Ölüm emri gelmiş kara beyinden
Dumanlar içinde yanıyor Sivas
Gözümüzün önünde yanıyor Sivas.. Gözümüzün önünde gidiyor nice aydın.. Kapkara beyinler yakıyor yurdun geleceğini.. Gözümüzün önünde oluyor hepsi. Ama birileri farkında birileri değil. Birileri hep görüyor, gözüne gözüne sokmak istiyor bu ülkenin. Gözlerini sımsıkı kapatan ise çok.. Mecburi "provakasyona" aldırış etmiyor halk. Devlet büyükleri acıları paylaşıyor(!) Polis, jandarma yaşanan vahşetin ortağı oluyor. Gözümüzün önünde yanıyor Sivas. Madımak bu ülkenin geleceğinin mezarı oluyor.

Muhlis’in Asım’ın ne suçu vardı,
Dillerinde tevhit Sivas’ı sardı,
Kaldıkları otel onlara dardı
Kara beyinlere kanıyor Sivas
Tam onbeş yıl geçti üzerinden.. Tastamam onbeş yıl. Bugün Madımak otelinin altında kebapçı var. Başımızda aynı zihniyetin adamları. Aynı katiller, aynı insanlar.. Onlarca duruşma, yitip giden insanlar, dinmeyen yaralar, hala cayır cayır yanan Sivas.. Üzerinden gelip geçen zamanda o gün unutmayan, o gün bas bas bağıran bugün de bağırıyor. Değişmiyor bir şey. Geçmişte kalan unutulmaya, üzerine oluk oluk toprak atılmaya devam ediyor... Sahnede yükselen çığlıklar. Yanıyor Sivas, yanıyor! Işıklar kapandı, karanlık heryer.. Kadınlar kaçıyor, türküler söylüyor genç kızlar içerde.. Camlar kırılıyor, atlayan atlıyor, atlayan ölüyor. İçerideki ölüyor. Cayır cayır yanıyor bembeyaz kapler.. Pir Sultan Abdal yanıyor bu kez dörtyüz yıl sonra yine. Öyle bir yangın çıkıyor ki Madımak'ta, yobazlar bir yakıyor, bin yanıyor, bir yakıyor bin alıyor... Yanıyor Sivas sahnede onbeş yıl sonra tekrar.. Yanıyorum oturduğum yerde. Kalkıp kaçmak istiyorum. Öyle gerçekler ki karışmda, öyle cayır cayır yanıyor ki Meral Çetinkaya karışımda. Bağırmak istiyorum. Kurtarın bizi!
Artık konuşulsun Sivas diyor Genco Erkal.. Aslında çok büyük bir konu var diyor, kapamayın gözlerini unutmayın diyor... Öyle güzel diyor ki sahnede. Toplumsal belleğimizin anasını belliyor, hepiniz salaksınız diyor bağıra bağıra.. Hepiniz aptalsınız, balıksınız hepiniz diyor. Aziz Nesin'i anıyor.. Giden otuzyedi canı anıyor. Kaybolan geçmişin, yitip gitmiş geleceğin suratına tükürüyor. Genco Erkal ve Dostlar Tiyatrosu'nun yürekli dostlarını, cesaretini alkışlıyorum dakikalarca...
Mutlaka ama mutlaka izleyiniz, utanınız hiç utanmadan.. Yüzünüz kızarsın azıcık.
Rezilliğimizin başlamasına dakikalar kalmıştır. İyi seyirler.

Bugün Git Yarın Gel

İstabul Şehir Tiyatroları'nda yeni bir oyun var; Deri Ceket. Sadece Deri Ceket yok tabii oyunda bir de Hikmet Körmükçü var! Şehir Tiyatroları'nın en sevdiğim, en beğendiğim oyuncularının başında gelen Hikmet Körmükçü her performansıyla kalbimi birkez daha çalmayı başarmış, büyük hayranlığımı kazanmıştır. İyi Geceler Anne, Trendeki Derviş perfomansları kafama kazınmıştı. Ve yine Hikmek Körmükçü... Büyük bir heyecanla gidiyorum oyuna.. Oyun Daha önce Roma Hamamı, Otobüs gibi oyunları da Türkiye'de sergilenmiş olan Bulgar Tiyatrosu'nun çağdaş yazarı Stanislav Stratiev'e ait. Rejisör Arif Akkaya. Oyuncular ise Yiğit Sertdemir, Hikmet Körmükçü, Cengiz Tangör, Can Ertuğrul, Yeliz Gerçek, Ertuğrul Postoğlu, Güneş Doğan, Selçuk Yüksel, Melahat Abbasova, Nevzat Çankara ve Yağız Pala.
Oyunda bürokratik işleyişin labirentinde kaybolan idealist bir öğretim görevlisinin trajikomik durumu anlatılırken, diğer yandan da var olan bürokratik yapı içindeki toplumsal ve bireysel yozlaşma hicvediliyor... Deri bir ceketin, bürokratik bir hata sonucu koyun olarak kaydedilmesi ve bu yüzden Dilbilimci Yiğit Sertdemir'in vergi vermek zorunda kalmasıyla başlıyor.. Bu saçmalığa itiraz etme gafletinde bulunan Dilbilimcimiz kapı kapı dolaşarak "Benim koyunum yok!" diye bağırıyor.. İşin kapı kapı kısmı şahane, çünkü kapılar geziyor. Kapılar çoğalıyor.. Sonra her yol bir kapıya, ve kapının içinde bürokrasinin kölesi olmuş bir devlet memuruna çıkıyor.. Bu kadarı ancak Türkiye'de olur cinsten bir hikaye. Ama hayır hikayemiz Bulgaristan'da geçiyor. Demek ki bu işler böyleymiş.. Bürokrasinin düşük lqsu dünyanın herhangi bir yerindeki herhangi bir yurtdaşın çıldırma sebebi olabilirmiş pekala...
Hikmek Körmükçü yine büyülüyor beni. Farklı devlet memurlarını canlandıran Körmükçü, oyunda asalak, kurnaz, idealist olarak karışımıza çıkıyor defalarca.
Dilbilimci derdini anlatmaya kararlı. Benim bir koyunum yok! Sadece deri bir ceketim var..
Yiğit Sertdemir'in başarılı performansı Hikmek Körmükçü ile birlikte oyunun enerjisini yükseltse de genel olarak oyunculukları zayıf buldum.. Bu da yer yer oyundan kopmama neden oldu.. Ama zekice tasarlanmış dekor, bir çok oyuncudan daha fazla enerji kattı olaya. Dürüst olmak gerekirse Yiğit Sertdemir, Hikmek Körmükçü ve dokoru izledim.. Bu yüzden oyun sonundaki alkışlarımın büyük bir kısmı Gamze Kuş'a aittir.
Ülkemizde de sıkça rastladığımız devlet dairesi zorluklarını, kimi zaman trajikomik durumları barındıran, absürd bir dille sahnelenen oyun izlenilmeye değer.. Ama ben sıkıldım biraz.. Bu yüzden de böylesine sıkıcı bir eleştiri yazdım.
İyi seyirler.