19 Mart 2009 Perşembe

Kadın Şehir

Bir Şehir kendine hem aşık hem düşman edecekse; bu ya İstanbul olmalı ya da yok olmalı. Fatih'in yirmibir yaşında gönlüne, gönlünden avucuna düşen bu şehiri yirmibir yaşımda görmek istemiyorum. Gitmek istiyorum. Kurtulmak. Üstüme üstüme gelen arabalar, çirkin binalar, medeniyetin beşiğinde bir gıdım medeniyet aradığım insanlar, yağmur, çamur ve nicesi. Adımımı attığım anda bu şehrin sokaklarına içimden öfke, dilimden küfür eksilmez oldu. Ama aptal bir aşık gibi seviyorum bu şehiri. Platoniklerin en aptalı. En saçması. Bile bile lades bu şehri sevmek. Çünkü sevmiyor bu şehir bizi. Senebesene öfkesini arttırdığımız şehir kusuyor vargücüyle üzerimize. İtip kakıyor bizi, püskürtüyor. Gidin diyor. Kaderime boyun eğmek ve gitmek istiyorum. Vazgeçmek istiyorum bu sevdadan. Ama bileklerimizden bağlamışlar bizi boğaza. Gitmek zor bu şehirden. Gözü karartıp geriye bakmamak zor. İstanbul'u herhangi bir şehirden ayıran, başka yapan şey kadın olmasıdır. Diğer tüm erkek şehirlerden farklı olarak kadındır İstanbul. İçinde sevginin, umudun zerresini barındırmayan, yüzyıllar boyu daha da çirkinleşmiş bir kadın. Dünyanın en kaprisli, en çekilmez, en kibirli ve en aşık olunası kadını. Yalancı güzelliğiyle yalandan umutlar dağıtan kadın.. Bir kez avlusuna adım attın mı ne kadar oraya ait olmasan da diyarın olan kadın. Tüm kötülüklerine karşı terkedilemeyen kadın. Tüm ihanetlerine boyun eğilen kadın. Terkedilmesi zor kadın.. anbean başka bir çocuk doğuran, gitmeni engelleyen kadın. Umutlarını biriktirdiğin kadın. Her şeye rağmen sokaklarını sevdiğin kadın. Pis kokusu efsunlu kadın.
İstanbul’da bir sevdiğin varsa,
üstüne üstlük bir de İstanbul’u seviyorsan eğer,
Ne kadar uzağa gidersen git ve nasıl bir hızla,
gene de kurtulamazsın
bu şehirle cebelleşmekten rüyalarında…

Kim Korkar Virginia Woolf'tan? 4


İçimde adını bilmediğim bir adam var. Huyunu suyu ezberimde olan, neye nasıl tepki vereceğini adım gibi bildiğim bir adam. Sadece adını bilmediğim. Ha bir de ne zaman, ne yolla içimi kendine mesken ettiğini bilmediğim. Bildiğim tek şey "nasıl" bir adam olduğu. Telaşlı, çekingen, endişe üzerine endişe biriktiren, yarın kaygısıyla yaşayan, metanetsiz, vefasız. Bu ben değilim dediğim ve ona isim aradığım adam. İçimde büyüyen adam. Bir de üstüne tembel ve mutsuz. Bir insan hem tembel hem mutsuz olmamalı. Ya da hem tembel hem de tembel olduğu için mutsuz olmamalı. Bu adam öyle ama. Hem tembel hem mutsuz. Kadının biri -en sevdiklerimdendir- İçimdekini denize gönderdim. Mutluyum şimdi dedi. İçimdeki adamı denize bırakmak istiyorum ben de. Artık veda vaktinin geldiğine inanıyorum. Yine beklerim, hep gel demeden yollamak istiyorum. Sahte bir el sallama ile. Göndermek istiyorum onu. Canımı sıkıyor. Bana ait olması, benden olması hatta korkarım ben olması canımı sıkıyor. Göndermem lazım onu. Arınmam lazım. Bahar gelmiş olmalı. Ya da geliyor olmalı. Ben bunu hissederken dışarıda kar yağması -Mart'ta- Tanrı'nın espri anlayışına hayranlığımı arttırıyor. Bahar gelmiş olmalı. Çünkü birçok insanın aksine baharın gelmesiyle canlanmam ben öyle. Tersine içime kapanırım. Arınırım kendimden. Düelist bir inancım olsaydı cehenneme giderdim sanırım. Ama yeniden doğma zamanım böyle benim. Kaygılarımdan arınmam demek bahar. Sessizleşip, durulmam. İçimdeki adam gitmenin sinyallerini veriyor şu günlerde. Haftalardır başta sevgilime, arkadaşlarıma, aileme ama en çok da kendime çektirdiğim nerden gelip bana ne yaptığını anlamadığım bunalım gidiyor. Sakinleşiyorum. Şimdi ben Mart bitiyor desem sebebini buna bağlasam yalan mı söylerim? Hayır. Mart gidiyor. Arınıyorum ondan. İpek bir eşarp gibi düşüyor Nisan. Zaman geçerken adam gidiyor, sessizleşiyor içim. Bitti mi? Bitmedi henüz. İçimde hala nereden gelip nereye gittiği bilinmeyen bir sıkıntı var. Bitecek ama, hissediyorum. Duruldum. Dışarıda kar yağıyor, benim içim ısınıyor. İçimdeki gürültü biterken, zaman beni şaşırtmaya devam ediyor.