15 Mart 2009 Pazar

Kim Korkar Virginia Woolf'tan? 3

Ekonomik kriz, iş, para, serbest piyasa ve daha niceleri beni boğuyor. İçinde bu kelimelerin geçtiği hiçbir cümlede bir söz çıkmıyor ağzımdan. Kendime ait ilkel fikirlerim var ama paylaşmıyorum. Ne zaman böyle bir muhabbetin içinde bulsam kendimi ne kadar doğru bir meslek seçtiğimi bir kez daha anlıyorum. Yirmime gelmek üzere olduğum şu zaman zarfında buna eminim. Sanırım tiyatrodan başka bir iş yapamam. Geriliyorum parasal muhabbetlerden. Eğer tiyatronun içinde kendinize bir yer arıyorsanız para muhabbetlerinden muafsınızdır. Zira tiyatroda para YOK. Paranın geçmediği tek ülke Tiyatroistan. Siz ne kadar paradan bahsetmeye çalışırsanız çalışın öyle bir kavram olmadığı için nafile çabalarınız. Eğer bu mesleğe aşık olmuşsanız bir kez bedava köleliğe da razı olmuş oluyorsunuz. İşin ilginç tarafı ise bundan gayet keyif alıyorsunuz. Kuzenim başarılı bir iş adamı. Yıllar yılı çalıştığı sektörde yükseldi. Kısa bir dönem Londra'da yaşadı ve orada kurduğu bağlantılarla İstanbul'da bir ofis açtı. Ben de diğer kuzenimle ofise gittim bugün. İkisi de fena halde müteşebbis olan kuzenlerim karışısında bolca kahve ve sigara içtim. Bir de üstüne şiştim. Bitmeyen telefon trafikleri, yapılan planlar. Anlamaya çalıştıkça uzaklaştım. İşin trajik kısmı ise iki kuzenim de aynı mesleği yapmakta ve başarıyla sürdürmekte. Ben ise onların başarıyla sürdürdükleri mesleklerinin üniversitede eğitimini gördüm. Turizmin her dalından sınavlara girdim, incelemeler yaptım, tezler yazdım. Gelgelelim zerre kadar tutmadım aklımda. Hepsini final kağıdıma bıraktım çıktım. Pişman değilim. Mezunum. Şimdi asıl istediğim bölümü okurken, hiç istemediğim bölümden uzaklaştıkça uzaklaşmışım. Arada dönüp bana sordular. Çünkü ben ayıptır söylemesi dört dönem Turizm Hukuku dersi aldım. Ama aklımda kalan tek şey plajlara 200 m'den yakına yerleşim alanları yapılmaması gerektiği. Ki ben üniversite hayatımda iki yıl plajda oturdum. İçten içe sırıttığımdan kaldı bu aklımda. Gerisi puuuff. Bir kuzenim soruyor; peki bu hukuksal olarak nasıl bir engele takılır? Diğeri ekliyor; peki turizm bakanlığı onay vermezse? Diyemiyorum ki; ben zerre kadar anlamıyorum ki bu işten. Zaten neden okuduğumu dahi bilmiyorum. Muhtemelen kendime güvensizliğimden ve kararsızlığımdan. Benim için iş sizin için hiç iş olmayan iş. Sizin iş ise benim için hiç. Bunun yerine aklıma kalmış birkaç teknik şey sallıyorum bolca dolandırarak. "Gerçek hayatta" iş değeri gören hiçbir işte başarılı olamam biliyorum. Ticaret yapsam kazıklanırım, doktor olsam duygulanırım, avukat olsam huylanırım, devlet dairesinde çalışsam çıldırırm. Belki de net olarak kendimi bildiğim tek konu bu. Sakalımı kesemem öyle hergün. Biliyorum. Biliyorum da diyemiyorum öyle her yerde. Kendime ait en iyi bildiğim konu da hiç konuşamadığım bir mevzu böyle.

yol ayrıldığı vakit

Tanrı'nın adama verdiği süre bitmişti. Belki de herkes bir kez tadacaktı gerçek aşkı. Buna hayvanlar da dahil. Bir kez karışımıza çıkacak, tarifsiz bir mutluluk ve bütünlük bırakacak ve zamanı gelince gidecekti. Mutlaka gidecekti belki. Belki de bütün aşklar, herkese gitmek için gelecekti.
Yol ikiye ayrıldığında adamın geleceği de ikiye ayrıldı. Bir başkasını tam merkezine koyduğu bütün duyguları ikiye katladığı geleceği. İkiye ayırdığı geleceği. Gelecek artık yarı yarıya eksilmişti yol ayrıldığında..
Onun mezun olduğunu hiç bilemeyecekti mesela. Neler hissettiğini. İlk işine başladığı günün heyecanını onunla paylaşamayacaktı. Cumartesi akşamı film izleyemeyecekti onunla. Veya ilk evini onunla birlikte kuramayacaktı. Tek tek alamayacaktı eşyalarını, onunla. Annesi öldüğünde onun boynuna sarılıp ağlayamayacaktı. Yazılarını ilk ona okutamayacaktı bundan sonraki zamanda. Başarılarını onunla paylaşamayacaktı veya başarısızlıklarında ondan güç alamayacaktı.
Yarım kalmıştı geleceği yol ayrımında. Yol ayrıldığı vakit ömür yarı yarıya azalmıştı sanki. Zaman dört nala hızlanmıştı.
Belki bir başkaları paylaşacaktı kalan yarı ömrünü. Onun yanında kim olduğunu, kimlerle gülüp, kimin omuzunda ağladığını, aynı yastığa kiminle baş koyduğunu düşünecekti geceleri. En yalnız kaldığında, kendine ait bir kuytu bulduğunda onunla yaşadıklarını anacaktı. Kaybettiği yarım ömrünü. Özleyecekti onu. Herkesten ve her şeyden çok. Ne kadar birleştirse de kaderin sokaklarını ve her çıkmaz yolu kendine güzargah bellese de hep onsuz kalacaktı.
Bundan sonra kalan zamanın iki adı vardı; bundan böyleki hayatı, ondan sonraki hayatı veya onsuz hayatı.
Bir evi olacaktı elbet. Farkında olmadan onunla bir evi olsaydı nasıl olursa öyle düzecekti. Onun sevdiği gibi. İçinde kim olduğunu önemsemeden. O, o eve hiç girmemiş ve girmeyecek olsa da onun olacaktı. Zaman onsuz akıp giderken, mekan sadece ona ait olacaktı. Onun bıraktığı yerde, ondan kalan izde.
Yol ayrıldığı vakit Tanrı'nın verdiği süre dolmuş olacaktı. Boyun eğecek, teslim olacaktı ışıkta. Ama bulduğu her karanlıkta onu özleyip,onun için ağlayıp, her bir hücresinde onu anacaktı. İz bıraktığı, dokunduğu her yerinde kalan onun kokusunu koklayacaktı.
Yol ayrıldığında ömür de durup beklemeyecek ikiye ayrılacaktı. Bir parçasını alıp götürecekti giden. Bir parça hüzün kalacaktı adama; ömür boyu avucunda sakladığı.