21 Aralık 2010 Salı

Hasta olsaydı onu görmeye gidebilirdim. elini tutardım, bana ne kadar üzgün olduğunu söylerdi ve biz yeniden birbirimizi çok severdik.

13 Aralık 2010 Pazartesi

"Ruhumu, korkumu, kırgınlıklarımı; hükmeder gibi gördüğüm ama aslında hakkında hiçbir şey bilmediğim bir dünyayla savaşma yeteneğinden yoksun olduğumu görüyor. "

bazen düş-tüğümde.

odamı sallayınca içinden sen düşüyorsun. bazı zamanlar çok özlüyorum. hepsi senden kalan şeyler. paldır küldür herşeyi atarken artık hiçbir şeye dokunmuyorum odamda. sadece düzeltip yerlerini değiştiriyorum. hayatımın da öyle. özlüyorum. sonra geçiyor. sabah oluyor. sabah olunca hep bir işim oluyor. şarkılar da değişiyor. kış geldi. bugün seninle tanışmama 12 gün vardı iki yıl önce. iki yıl önce hayatımda herşey başka bir yerdeydi. şimdi bambaşka bir yerde. büyüyoruz. değişiyoruz. herşey bitiyor. yeniden başlıyor. ben özlüyorum. sonra geçiyor. senden ayrıldığım için pişman da değilim üstelik. bir kez yaşadığım o şeyin bu kadar erken olması beni şaşırtıyor. sanki bundan sonraki tüm kışlar bomboş geçecek ve hiçbiri sana benzemeyecek gibi. zaman geçiyor. ben gidiyorum. çok az kaldı. iki kış daha geçecek. sonra ben çok uzakta olmuş olacağım. bunları yazarken ne hissettiğimi bile bilmiyorum. bilmediğim çok şeyin arasında en çok seni biliyorum. seni biliyorum: varsın. varlığına inanıyorum. seni seviyorum ve özlüyorum. ama uzakta kalmak benim kaderim. hem de bile bile.

mekanla ilişkim pek karışınca.

Şu noktada kendimle hem fikirim. Bazen seçtiğim bir yolda -ya da seçmediğim önüme gelmiş benim de üzerine binmiş olduğum bir yolda- karşıma çıkan insanlarda ve durumlarda olmadık şeylere sürükleniyorum. Bir şey olmayacaksa ben oradayım. Bir şeyin olacağı yerde ise uzun süre kalamıyorum. Bedenimi buna alıştırdım. Hayatla ortak paydamız bu. Olmayacaklarda ben varım, olacaklarda hep yol dışındayım. Bundandır demir atmak konusunda biraz yeteneksizim. Ya damir atamayacak bir liman buluyorum, ya da o limana asla demir atmıyorum. Böylece yerleşik hayata hiç geçemiyorum. Yarı sürgün yarı gezginim. Yoldayım hep. İnsanlarda da böyle mekanlarda da durumlarda da. O durum-mekan-insan üçgeninden birini henüz seçemedim. Kalamadım. Ya da kalamayacağım durum-mekan-insan oldu hikayede. Ve o hikaye bitmemek üzere kaldı. Kalıyor. Kalacak gibi hep. Benim iyi anlaştığım tek şey zaman. Zamanla gelenler zamanla gidiyor. Beynim hep temize geçiyor. Ama durduğum yerde olmuyor bu. Tam da ben o insan-durum-mekan üzerindeyken. İş üzerindeyken.
Yetmemek duygusu büyük tuzak. İnsanlar-mekanlar-durumlar yetmiyor. Mutluluğu nerede bulabileceğimle ilgili sorularım da yok. Artık sorularım çok az. Çünkü hepsi çok basit aslında; nefes almazsan ölürsün. Nefes alıyorum. Nefes almadığım zamanlarda ölüyorum. Öldüğümde de gidiyorum. Mekanlardan-insanlardan-durumlardan. Bazen de durmak, demir atmak istediğim bir insan-mekan-durum beni kusuyor. Git diyor. Gidiyorum. Böylece ömrüm yolda geçiyor. Gezdikçe kendime geliyorum. Hep bir seyahat hep bir yabancılık. Gitmek beni hayata bağlıyor. Hep gidebileceğini bilmek. Gitmek güzel. Kalmak zor. Şimdi heyecandan ölmek üzere olmam gereken bir zamanda, hep var olmak istediğim bir mekanda, durumda ve insanlarda heyecanlanmak için kendimi zorluyorum. Şimdi nereye gidiyorum bilmiyorum? Ne istediğimi sormuyorum. Ama gitmeme az var biliyorum.

4 Aralık 2010 Cumartesi

bugün

Bugünün insanı olmayı seçebilir miyim bilmiyorum. Bugünün insanı olmamayı seçebilir mi insan? Seçebilir elbet. Şehirlere yabancı olurken, dillere yabancı olurken, zamana da yabancı olabilir pekala. Ama ben bugünün insanıyım. Bu bir seçim mi bilmiyorum. Ya da seçimse ne zaman seçtiğim konusunda bir fikrim yok. İçimde hiçbir şeyin dolduramadığı, hiçbir şeyin yetemeyeceği bir boşluk var. Nerede ve ne zaman açıldığını bilmediğim bir boşluk. Bu yüzden asla mutlu olamayacağıma inandığım bir boşluk. Mutluluğun koparılıp atıldığı, bundan kaynaklı açılmış bir boşluk var. Sanki her gün biraz daha büyüyor gibi. Hergün biraz daha büyüyecek ve içinde kaybolacakmışım gibi. Günümüz insanıyım. Bugünün insanıyım. Bugün herkes böyle. Nereye dönmsem, kimi görsem mutsuzlukla karşılaşıyorum. İnsanların suratında çaresiz ölümü görüyorum. Ölümle doluyorum. Umutsuzlukla kaplanıyorum. Cilalanmış, pırıl pırıl ama dayanıksız bir mobilya gibiyiz. Hepimiz vitrindeyiz. Kendimizi deşifre etmeye meraklıyız. İnternet, sosyal paylaşım siteleri... Bunların hepsi bizim mutsuzluğumuzun aynası. Ego bir insanın mutsuzluğunun en büyük bileşeni. Homojeniz. Yaşadığımız dünyada herşey tam, biz eksiğiz. Savaşlarımız var, başarılarımız ve zaferlerimiz var, bulduklarımız ve kaybettiklerimiz var. Herşey var bu kez ama biz yokuz. Bugünün insanının tüm yokluklarının başında ve sonunda mutsuzluk var. Ben de bugünün insanıyım. Yetmiyor hiçbir şey. Herşeyin daha fazlasını istemeyi öğrendik bir gün bir yerde. İşte modern masallar hep böyle başladı. Başı olmayan, sonu gelmeyecek hikayelerimizi böyle yazdık. İçindeki tüm imla hatalarıyla.