31 Ağustos 2008 Pazar

Her sözde nefesim bir kez daha kesildi. Söylenen her sözle. Üzerime düştü yavaş yavaş. Öldüm sonra yine. Ezildim koca bir yükün altında. Böyle olmamalıydı. Bu kadar kirlenmemeliydi hiç birşey. Öyle dememeliydim. Asla görmemeliydim. Böyle olmamalıydı. Hayat bu kadar acımasız olmamalıydı. Masallar böyle söylemiyordu. İyiler kazanmalıydı. İyiler kazanmak için kötü olmamalıydı. Masallarda kötüler hep kaybederdi. İyiler kazanmalıydı.
Üzerime düşen şey şimdi neyse işte adını koymuyorum. Yükünü hissediyorum sadece omuzlarımda. Hayat biraz daha zor bundan böyle. Hep içimde kalacaktır bu yük. Toprağa yaptığım bu baskıyla gün olup gireceğimdir içine. Hayatı iki bacak arasına sıkıştırıp kolaylaştıramadım. Bunu başaramadım. Hiçbir zaman da yapamayacağım ve üzerime düşenlerle yaşamaya devam edeceğim.
Böyle olmamalıydı.
Ben böyle olduğunu hiç bilememiştim. Büyük sözler etmeden de büyük hayatlar yaşanabilir. Birileri yaşıyordur mutlaka..
Ne yapacağımı bilmiyorum. Hiçbir sorunun cevabı yok. Soruları soracak adam yok. Bir kaç kelimeyi bir araya getirerek cümle kuracak cesaret yok. Yük var üzerimde. Kocaman. O kadar büyük ki gözümde.
Ben böyle olacağını hiç düşünemedim. Biri geldi. Hayat bitti. Sonra o gitti.
İyi ki gelmiş. Ölümü gördüm hayatta.
Bu kadar basitmiş koca ömür. Hayaller veya inançlar yok artık gözümde. Bir avuca sığdırdım ömrümü. İki dudağın arasına sıkıştırdım hayatımı... Kimse anlamaz. Artık anlatmaya da çalışmıyorum.
Susuyorum... En çok susuyorum. Masallara inanacak kadar aptal olmaya çalışıyorum. Yalanlar duymak istiyorum.
Kimse bilmez, kolay benim hayatım bu kadar. Anla biter. An gelir biter.

30 Ağustos 2008 Cumartesi

Yorulmak

Bacaklarım ağrıyor. Yollar ve insanlar görüyorum rüyalarımda. Başım ağrıyor. Şu sıra daha çok.
Uykusuzum her daim. Ve sıkkın. En saçması ota boka ağlamak. En sinir bozucusu sürekli yorgunluk. Beynim ve bedenim fena yorgun. Hiç birşey yapasım yok. Yapmıyorum da zaten.
Böyle geçiyor günler. Gri gri. Nedensiz ve keyifsiz. Yazın bütün yorgunluğu üzerimde. Bu şehirde gezemiyorum artık. Bu şehirden daha fazla nefret ediyorum şimdi. Sıkıldım ve yorgunum. Dinlenmeliyim her zamankinden daha fazla. Yazmıyorum da birşey. Yazacak birşey yok. Durduğumu yazıp duruyorum diğer durumda çünkü.
Bekliyorum ki geçsin. Bitsin.

25 Ağustos 2008 Pazartesi

O Çocuklar

Mevsimlerden yazdı ya da kış. Belki bahar. Yüzümüzde ter vardı veya yağmur taneleri. Henüz gözyaşı değillerdi. Bir kaç masum su tanesi. Sonra büyüdüler. Akar oldular gidenin ardından. Gidenler ağlatır. Giden gitmiştir ve kalan artık gidenin yarısıdır. Hep yarısı kalır içerde. Giden gider ama. Onda kalmaz birşey. Kalanda kalır tümü. Belki yarısı.
Günlerden Cuma'yadı veya Pazar. Birileri gitti, birileri kaldı. Üzerinden uzun bir zaman geçti. Aylar veya yıllar. En kötü ihtimalle günler. Unutmak zor, hatırlamak kolay. Yaşananlar, yaşayanın verdiği değer kadar kalır hatırda. Geride kalan hatırlar. Giden unutmuştur çoktan. Giden temizler hafızasını, kalana bırakır hepsini. Ne bir eksik ne bir fazla.
Bir çocuk gitti aylar önce, veya haftalar. En kötü ihtimalle günler. Üzerinden ne kadar vakit geçerse ihtimal o kadar güzel. Zaman -hiç sevmediğim ve asla sevemeyeceğim. - bu kez dosttur kalana.
Zaferi kazanan kalandır. Eğer bir savaş varsa ortada. Üzerinden ne kadar zaman geçerse geçsin.
Giden kolayı seçmiştir. Kolaydır gitmek. Ardında bıraktığınla, aklında kalan birbirine eşitse,kolaydır gitmek. Gitmek kolay.
Zor olan kalmak. Beklemek, durmak zor. Durup beklemek zor zamanı. Geçerken alsın götürsün birşeyleri diye. Kalanlar kalacaktır zaten kalanın içinde. Onun an olup çekip gitmesi zordur. Hatta imkansızdır belki.
Zamanla tükenir herşey. Zamanla azalır. Yok olmaz ama. Üzerinden bir yıl geçse de. Üzerinden bir ömür geçse de zor kalan olmak. Gitmek kolay. Kolayı seçmek kolay.
Giden gitmiştir ve artık kalan gidenin yarısıdır bundan böyle. Bir çocuk gitmiştir bundan aylar önce.
Gidenler kolay olanı seçmiştir. Kalıp sevememiştir. Savaşamamıştır. Eğer bu bir savaşsa. Kalan onu hep hatırlar iyi veya kötü. Unutmaz kalan. Giden unutulmaz. Yanında kalan biraz karmaşa, biraz yalnızlık, biraz soyutluktur. Ve tabii gidenin yarısıdır.
O çocuklar hep gittiler. Onlar çocuktular minicik elleri, minicik gözleri ve minicik kalpleri vardı. Hep çocuktular. Kalanlar büyür sonra, çünkü gidenin yarısı artık içindedir. Bir buçuk beden taşır bundan böyle. Yarım kat daha hatıra, yarım kat daha acı, yarım kat daha gözyaşı. Giden gider. Kalanlar artık kalandır. O kadar kalmıştır ki o anda, gözlerini kapar hayata.

24 Ağustos 2008 Pazar

Unutmak

Bugün tam bir yıl olmuş. Tastamam bir sene. Olmuş diyorum çünkü şimdi farkettim. Bugün artık dün olmuşken. Bugün aklımda biri vardı. Beynimi kapladı. Unutmuşum resmen. Şaştım da kaldım kendime. Aslında yazacak çok şey var ama şaşkınlığımdan yazamıyorum.
Tam bir yıl olmuş! Ne eksik ne fazla. Bir sene.
Çok şaşkınım. Unutmazdım ben. Unutamazdım (son anda hatırladım gerçi)
Tam bir yıl. Yazacağım ama şimdi değil. Bir yılı biraz geçince.

bir sorum(n) var



Ve tabii beklenilen cevap o değildi. Aslında cevaplar hiç yoktu. Bekledim durdum ama. Yine beklerim, böylesi güzel. Durup beklemek güzel. Hayatı hareketlerle öğrenmekten daha az zor.
Kolay değil tabii. Daha can acıtan cinsten ama daha lekesiz. Etkisiz olmak güzel. Hayatı beklemek güzel. Cesaret de güzel ama.
Ama beklenilen cevap o değildi. Ben cevap beklemeye devam ediyorum yine. Cevaplar,çoğu kez sorunun karşılığı olmasa da hiç bir zaman çözülmeyecekse de güzel. Ben böyle güzelim. Beklerim.
Yarayı deşerim ben hep. Korkmam yüzleşirken defalarca. Canımı acıtan herneyse işte canımı acıtması güzel. Sadistlik mi bu? Değil. Hayat bu. "hayat kişisel gelişim kitabı değil" çünkü. Çünkü hayat "yarın güzel olacak" diye yaşanmıyor. Çünkü yarın yok. Zaman da yok. Geçmez bende zaman. Hayatlar geçmez. Meseleler kapanmaz çoğu kez. Birikir durur. Ben böyle büyüyorum. Hayat anlarla yaşanır. En azından ben öyle yaşıyorum. Veya yaşamaya çalışıyorum.
Ve tabii beklenen cevap bu değildi. Yarın başka bir gün olacaktır. Buna eminim. Bugün de bitti. Yarın da bitecek. Hayat da bitecek. Koca bir hayat kalmayacak akılda. Benim kalmaz en azından. Zeki değilim ben o kadar, tutamam kafamda koca hayatı. Dönüp baktığım anlar kalacak benim aklımda. Onlar için ağlayıp, onlar için gülüp, "keşkelerimle" yaşayacağım. Çünkü hayat bir sonraki gün değil. Hayat; keşke, malesef, eğer.
Aniden düşmek güzel.
Aniden kalkmak güzel. Ani olmak güzel. Hayat günler, yıllar veya aylar değil çünkü. Hayat anlar. O anı gördüğün anda an senindir. Acıların da senin. Sev onları. Ben seviyorum. Nereye kadar düşersin ki? En fazla nerden düşersin ki?
Düştüm bu sabah. Yarın da düşerim. Sonra yine kalkar yine düşerim. Düştüğüm yeri öperim.
Kafamı duvara vurasım var. Ama üst komşumuz rahatsız olur.


Kırmızı bir at çizerdim,
Kırmızı bir at,
Bak bu da kafası.

'nereden geldim nereye giderdim?'
Bu da düşünen kafanın bana sorusu.
'sür beni sarp kayalıklara oradan aşağısı başka yerin konusu'

Ah dedi senin durumun fena
'ah ' dedi, ' kalbinde bu neyin acısı?'

Dayanamaz kalbim içinden çıkardım
Utanmadan dünyaya tepeden bakardım!
Kimse beni bilmez,
Bilmez beni bilmez,

Bilmez beni kimse, ben hep saklandım

' yanmalısın sönmelisin ruhları incitmeli...
İnanırken yalanlara delirmiş olmalısın!


Bakmalısın, görmelisin acıyan yerler neresi.


Varmak için heplere önce hiçi göze almalısın
Ah o kızgın bakışın bir de üzgün bakışın
Yüzlerce gülüşün ve anidir düşüşün! '

Üzülmeye gelmez, giderdim aramaya ruhumun parçalarını
Üzerime bir bir dikerdim, beni nasıl isterdin?
Tek parça
Yoksun, nedenin yoksa!
Kime güler yüzün?
Kime ağlarsın?

-çek bir sandalye çek ve otur,
Mumlar var, mumları yak
Anlatacaklarım uzun, uzundur yollar
Ve her ne yöne gidersen git beter gibi sonsuz ama
Yoksun nedenin yoksa!-


Yokum nedenim yok benim!
Kime güler yüzüm?
Kime ağlarım?
Duruyorsam ne duruyorsun?
Yarına kalsam ne umuyorsun?

Ağlarla kaplı hiç bilemezsin!
Her yanım, her sözüm, her savaşım, her yönüm
Öyle zor, öyle zor geliyor ki her yeni gün...

20 Ağustos 2008 Çarşamba

Şiirlerini okudum bütün akşam. Tek tek düşündüm kelimeleri. Satır aralarında seni aradım. Düşündüm uzun uzun. Özlediğimi farkettim. Fotograflarına baktım...
Başkalarına yazdığın şiirleri okudum. Aşklarını okudum en fazla. Yalnızlığını da. Hepsini okudum hiç sıkılmadan. Özlediğimi farkettim.
Başkalarıyla konuştum seni. Anlamaya çalıştılar veya anlıyormuş gibi görünmeye. Kızdı bazısı... Onlar anlıyormuş gibi de görünmeye çalışmadı. Anlamadılar hiç.
Beni bir tek sen anlarsın zaten. Şiirlerin de öyle yazıyor.
Bu aralar biraz daha zor herşey. Biraz daha karışık. Biraz daha anlamsız.
Bu sabah sustum ben. Bugün hiç konuşmadım. Şiirlerini okudum. Yine anladım. Ağladım hatta belki.
Bugün nedenleri hiç düşünmedim. Bugün hiç soru sormadım. Nedensizce andım seni... Hiç birşeyin sorgusunu yapmadan. Bugün özledim... Bugün çok özledim. Kimle olduğunu düşünmedim bugün. Ne yaptığını, neler hissettiğini. Neler yapabileceğini düşünmedim hiç. Bugün uyandım ve özledim. Şiirlerini okudum sonra. Hepsini tek tek.

17 Ağustos 2008 Pazar

Özlenen İnsanlar

Bitsin artık dedim üç yıl boyunca. Bitsin. Bitsin ki gideyim. Ne işim var benim burada dedim tam üç yıl boyunca. Ve bitti.
Üzerinden kısa bir zaman geçtikten sonra üniversite arkadaşlarımla buluştum bugün. Ne kadar özlemişim herkesi. Ne kadar çok şey yaşamışız birlikte. Ne çok anı biriktirmişiz. Anlattıkça güldük, hüzünlendik sıcaktan hepimiz fena halde haşatken.
Bazısı tatilden yeni gelmiş. İş güç bakınıyor kendine. Malum mezunuz artık. Bazısı ise çoktan iş adamı-kadını olmuş bile. Hatta işten çıkıp yeni işe girenler bile var. Anlatacak o kadar çok şeyimiz var ki birbirimize. Bakıyorlar suratıma tatlı tatlı.
" E bitti sonunda okul, hem artık istediğin bölümü kazandın. Ne kadar mutlusun değil mi? İstediğin herşeyi yapıyorsun tek tek. Ne kıskanıyoruz seni. " Durdum uzun uzun.
Yaptım gerçekten. Bitirdim. Kaçmadım, savaştım. Biriktirdim birsürü iyi kötü şey. Ve istediğimi yaptım. Ara vermeden hayata.
" Ne kadar küçüksün daha. Ne kadar şansılısın. Neler yapacaksın oğlum. Götümüz tavan yapacak seninle" dediler. Güldüm onlarla. Askerlik muhabbetine bile katılamadım. Bazısı yakında asker olacak çünkü. Asker yolu bekleyeceğiz bölümce. Biz bölüm olarak yerdik her haltı zaten. Birlikteyken güçlüydük. Herşeye rağmen mutluyduk. Mutluyum onlarla. Uzaklaştım bugün biraz hayattan.
Kimi evlilik üzerine ufak girişimlere bile başlamış. Sonbahar'da nişanı olan bile var. Kocaman adamlar ve kadınlar benim bölüm arkadaşlarım. En küçüğü benden üç yaş büyük. En kısaları benim hatta içlerinde.
Mutluydum bugün. Hayatımın geçen bir bölümünü gördüm onlarla. Üç yılımı dinledim onların ağzından. Akıllarında kalan çok şey var benle ilgili. Birincisi klasik Olympia formu. Sırtında çantasıyla İstanbul- Sakarya arasında her an mekik dokumaya hazır. Seyyah derlerdi bana okuldayken. Az imza atmamışladır benim için.
Ne özlemişim hepsini. Ne kadar güzel insanlar tanımışım. Bütün gün ayağı yanmış it gibi dolaştık yolda. Birbirimize doyduk. Şehirdışındakileri aradık, nispet yaptık.
Hepsinin hayatını izledim tek tek. Ne değişmişiz kısacık zamanda. Yeni işler, yeni aşklar peşine düşmüşüz. O küçücük şehirden hayatın içine düşmüşüz. Zor ayrıldık birbirimizden. En kısa zamanda diye başlayan cümleler kurduk. Sarıldık... Sarıldık.

16 Ağustos 2008 Cumartesi

Bir an durdum. Sonra koşmaya başladım, koşarken bağırmaya... Koştum ve bağırdım. Koştum ve bağırdım. Daha hızlı koşarken daha yüksek sesler çıkarmaya başladım. Sonra ilk bulduğum uçurumdan bıraktım kendimi. Düşerken bağırmaya devam ettim. Bağırdım.. Düştüm. Bağırdım. Düştüm.
Yazmak istiyorum. Yazamıyorum ama... Birkaç kelimeyi bir araya getirip cümle kuramayacak kadar karışık beynim. Çıkamıyorum kendi içimden. Sıkışıp kaldım. Süslü cümleler kuramam ben. Edebiyat sıçamıyorum malesef. Mantıklı cümle de kuramıyorum şu sıra. Bir koşsam, bir atlasam huzur bulacağım. O zaman tersten yaşamaya başlayacağım hayatı. Sıkıldım şimdi. Ben böyle olsun istemedim. Kimse böyle olsun istemedi. Seçmedim. Kimse seçmedi. Herkesin masum olduğu bu durumdan tiksinmeye başladım. Suçlu arıyorum kendime. Küfür etmeliyim birine.
Sıkıldım
Sıkıldım
Sıkıldım

Bu gece çok ağladım. Yarın ağlamam...

bana beni anlatan kadıncık

Gözünden akacak yaşı sakınıp başkalarına omuz uzatırken yeşillerinin ardındaki karanlıkları çaktırmayan. Ama büyüdükçe kendisini dahi umursamadan coşkun şarkılar söylerken, ibadet edercesine raks ederken, o tehlikeli cumbaya adım attığı andan itibaren ruhunu askıda bırakarak, sapasağlam bir Hamlet, kimi zaman Neon, en haz alarak da beş parmaklı oğlum Bozon olurken hiçbir işe yaramadığını savunup farkına varmadan bizim gözümüzü alan.

Durmak zorunda kalıyorum çoğu zaman. Susmak, gözlerimi kapatmak zorunda kalıyorum. Bir adamcık diye başlayan yazılarına gülüyorum. Yazılarına bir şekilde beni sıkıştırıp, hayatında kocaman bir yer işgal ettiğimi görmek hoşuma gidiyor. Çok az insanın hayatında yer işgal ediyorum. Çok güçlüyüm O'nun için. Sapasağlam durabiliyorum çoğu zaman karşısında. Yakasından tutup havaya çıkarabiliyorum. Beden veriyorum hayallerine. Ben bunu çok iyi yaparım. Çok iyi bir merhemimdir yaraya. Çünkü çoğu zaman unutuyorum kendimi. Farkedemiyorum, aynaya bakamıyorum. Ruhumu kaybediyorum çoğu zaman. O kadar çok şey düşünmek zorunda kalıyor ve o kadar az konuşuyorum ki. Birikiyor içimde. Benim aşklarım bitmez bu yüzden. Birikir. Canımı acıtan herşey bir iz bırakır içimde. Unutmam. Zaman bilmem ben. Gün geçer ben izlerim.
Başkalarının dertlerini, yaralarını, acılarını gördüğüm ve bildiğim için susarım. Gülerim ben hep. Birşeyler beni gülmek zorunda bırakır. Hayat ne kadar göt göt baksa da bana. Asılmıyor yüzüm. Kendini bilmeden, hiç ama hiç farketmeden gülerim öyle. Ağlanacak halime belki.

Kimselerin girmesine, zarar vermesine izin vermediği; gün ışığının bile kendi izin verdiği sürece aydınlatabildiği kalesinde kendi açtığı yaraları kendi kanatan ve hatta kendisi yalayan..Savaşlarını sakınan, kimseyi ortak etmeyen.

Kalabalık etrafım. Her köşe başında aşina bir yüz vardır muhakkak. Konuşmam ama hiç biriyle.
Birsürü söz çıkar ağzımdan ama konuşmam. Derdime ortak etmem kimseye. Sorumluluk yüklemem kimsenin omuzuna. En değerli şeydir benim yaram. Benimdir ve bende kalacaktır. Ortak olamaz hiç kimse. Çünkü anlamaz. Ya da ben anlatamam.
Günler geçerken kulağımda sevdiğim şarkılar var şu sıra. Eskiden dinlediğim şarkılar. Uzun bir zamandır duymadığım melodiler.
Ondine bilir beni. Yazar sıksık. Mutluluğum mutluluğudur çoğu zaman. Mutluluğu mutluluğum.
Dolanıyorum dünyada. Sokaklarda arıyorum hayatı. Etrafımda söylenenin aksine yine de soruyorum kendi kendime."Bir ihtimal daha var. O da sevmek mi dersin?" Çocuğum belki hala. Ondine'nin söylediğinin aksine henüz bir adamcık bile değilim. Hala sevebiliyorum. Hala inanıyorum insanlara. Hala görüyorum yaraları. Hala dokunmuyorum onlara. Kanatmıyorum.
Dinliyorum hala kendimi. Şarkılar söylüyorum. Dans ediyorum durmadan. Biriktiriyorum hayatımı anbean. Dinliyorum.. Dinliyorum... Dinliyorum. Anlamayı başarıyorum. Hala sevgiyi arıyorum. Gerçekten anlatmayı bekliyorum. Söyleyeceğim bir gün. Şimdilik dinliyorum.
Kocaman kocaman adamların, kadınların hayatımı zorlaştırmasına izin veriyorum. Bir insanın iki dudağına bırakıyorum hayatımı. Saflığımı yaşıyorum hala. Bir bozon olamadan, iago'yu dinliyorum. Ateşler içinde yanmak için. Sonsuza kadar triofon çalabilmek için. Cennetin anahtarını reddedeli uzun zaman oldu. Cehennemin peşine koşuyorum. Yanıyorum. Yandıkça büyüyorum. Seviyorum... Bir zaman daha.

13 Ağustos 2008 Çarşamba

trenler babamı da almaz

Sabahın köründe bir ton laf ederek bıraktın beni gara. Yeni uyanmıştın ve her zamankinden daha huysuzdun. Bense hiç uyumamıştım... Söylendin sıkça. Bense seni dinlemeyecek kadar uykusuzdum. Beni bırakıp gittin hemen. Aylar sonra ilk kez garda konuşmuş olduğumuzu farkettim. Trenime yirmi dakikadan fazla vardı. Bir sigara içmek için de bolca zaman. Korktum bir an trene binmekten. Trenler korkutuyor beni. Ama enteresan bir şekilde de seviyorum trenleri. Çok düşündüm ben trenlerde üç yıl boyunca. Dönüp baktığımda onbeş yaş sonrasını trenlerde görüyorum. Adapazarı-Haydarpaşa arasında. Ne çok düşündüm trenlerde. Ne çok ağladım. Ne çok konuştum kendi kendime. Hatıra defterim gibi trenler. Tam bitti derken zor günlerimden birinde yine uzun uzun düşünmek zorundayken biniyordum bu sabah trene. Uykusuzum ama uyumam. Ben trenlerde hiç uyumadım. Düşündüm. Tren hareket etmeye başladığı anda ben de düşünmeye başladım. Aklımın içinde ne varsa dökülmeye başladı raylara. Trenlerde hesaplaşmışım ben kendimle. Yine çok doğru bir zamanda -veya çok yanlış- trendeyim. Düşünüyorum uzun uzun...
Ancak böyle bir günde olabilirdi. Bu kadar "zor" bir günde. Herşey ters giderken. Sinirden ağlamak üzereyken. Ancak trene bindiğim bir günde olabilirdi. Annem aradı öğrenci işlerinde yemeğe çıkmış görevlileri beklerken. Babam fenalaşmış. Hastanedelermiş. Önemli bir durum yok sen işlerini hallet, hastanede buluşur dese de tutamadım kendimi. Ancak böyle bir günde olabilir. Bir yandan da korktum gitmeye... Babanızla aylardır konuşmamışsanız ve o hastahanedeyse gitmeniz kolay olmuyor-muş. Korktum gitmeye... Bas bas bağırdım içimden ölme baba diye. Gitmesinden korktum. Çünkü gidecekse ancak böyle bir günde giderdi. Herşey her zamankinden daha zorken. Ölme baba. Her zamankinden daha yalnızım şu sıralar. Gülme bana, konuşma, sevme beni. Ama şimdi gitme baba. Trene bindiğim başka bir gün git. O gün ben de gideyim..

11 Ağustos 2008 Pazartesi

zamansız

Bu sabah saydım tek tek canımı acıtan şeyleri. Yolumu tıkayan şeyler veya uyutmayanları. Sayamadım. Uykusuzdum çünkü. Sevmiyorum zamanı, inanmıyorum bu yüzden. Zamanla geçer diyorlar.. Ben gülüp geçiyorum. Zamanla geçmez bende. Zamanla birikir, zamanla azalır, ama geçmez.
Daha kaç kez kırılır kalp. Daha kaç kez acır can. Öfkeleniyorum çoğu zaman. Zarar verme yetim olmadığından ağlıyorum. Ve tabii anlıyorum. Zaten bu yapabildiğim en iyi şey. Ama anlatamıyorum. Hiç bir zaman derdimi anlatamıyorum. Konuşamıyorum insanların dilinden. Onları anlayabiliyorum ama anlatamıyorum. Bu sabah saydım tek tek. Saydıkça yaşlandım, ellerim buruşmaya, yüzüm kırışmaya başladı. Bacaklarım ağrıdı sayarken. Ne kadar yaşlandım bu sabah. Bu sabah ölseydim asla aklım kalmayacaktı hayatta. Bu sabah ölseydim eğer gözüm kalmayacaktı arkada. Bu sabah ölseydim eğer zaferlerim ya da yenilgilerim kalmayacaktı hafızamda. Bu sabah ölmeliydim. Bir şey ya da biri için değil ama. Bu kadar basit midir ki ölüm. Alacağın binlerce nefesten vazgeçmek kolay mıdır bu kadar. Değildir. Ama bu sabah ölmeliydim. Ruhum huzur bulacaktı. Zaman gelip geçiyor diyorlar. Zamanın gelip geçtiği yok aslında. Hiç birşey değişmeden, dünüm bugünüm birken ve hayat gelecek için asla umut vermiyorken zaman yoktur. Zamana inanmıyorum bu yüzden. Bir çok şeye inanmadığım gibi. Ve artık kendime de inanmıyor, güvenmiyorken bu sabah ölmeliydim. Sessizce ve fena halde uykusuzken.
Kalbin durması için kaç kez parçalanması gerekiyor. Bunun bir sayısı olmalıdır. Ne kadar acımalıdır can bedene kızıp gitmek için. Hayat neden bu kadar zor ve neden bizi kirlenmek için zorluyor. Neden biriktiriyoruz herşeyi ve yeniden bu kadar nefret ediyoruz. Neden sevilemiyoruz veya sevemiyoruz. Neden ölmüyoruz hepimiz. Bu sabah ölmeliydim ben. Tam da birikmişken. Sessizken ve uykum varken...

Bir Kalp Kırıldığında

bir oyun oynayalım mı
herkes açsın kalbini
oyun oynayalım mı
her kalp bir büyük dünya
ve bir kalp kırıldığında
hayata dair ne varsa
üzerinde o dünyanın başlar yok olmaya
bir kalp kırıldığında
denizler kurur toprak küser
denge kalmaz o dünyada
her kalp kırıldığında
bir yerlerde yolculuk başlar
mavi renkten siyahlığa
her bir kalp kırıldığında
bir oyun oynayalım mı
kırmayalım birbirimizi
oyun oynayalım mı
her kalp ayrı bir dünya
ve bir parça kristal aynı zamanda
bir de bilmeyerek değil ama bilerek kırılmışsa
artık acı da duymaz başlar yok olmaya
bir kalp kırıldığında
denizler kurur toprak küser
denge kalmaz o dünyada
her kalp kırıldığında
yolculuk başlar mavi renkten siyahlığa, karanlığa
her bir kalp kırıldığında

6 Ağustos 2008 Çarşamba

kibritin hiç yanmayan ucu


Seni seviyorum dedi. İlk konuştuğumuzdan beri sana aşığım. Şaşırdım, çok fazla hemde. Hiç beklemediğim bir zamanda beklemediğim bir insandan duyduğum bu sözlere. Hiç geçmedi aklımdan daha önce böyle bişey. Zaten topu topu iki kere konuşmuşuzdur veya üç. Anladım O'nu. Bunu ben hep yapıyorum zaten, hatta en iyi yaptığım şeydir anlamak. Anladım. Bir yandan da hiç anlamadım aslında. Kim olduğumu bilmiyor. Ne yerim ne içerim. Kimleri severim ya da nelerden nefret ederim. Beni hiç ama hiç tanımıyor. Hatta belki sokakta görse tanımaz. Ama bana aşıkmış... Belki O'nu hiç anlayamam. Ama canını acıtmadım. Hiç bişey demedim. Nasıl aşık olabilirsin ki bana? demedim. Bana sorulmuş olan bu salak soruyu O'na sormadım.
Nedense neden! Sana ne?!
Bu O'nun aşkı, benim değil...
Ağladım O'nun için. Nefret ettim kendimden..
Nasıl ben O'nu seviyorsam O da beni seviyor. Düşünüyorum O'nu. Neler hissettiğini anlıyorum. Kendimi görüyorum. O da başkasını seviyor. O başkalarına dokunuyor. Diğeri bana dokunmak istiyor.
Ben öleyim diyorum.
Çıkamıyorum işin içinden. Tren gibiyiz. Ne adiyiz. Ne kadar kirliyiz.
Bazen kusuyorum.
Hepimiz doğru zamanda yanlış yerdeyiz. Veya yanlış zamanda doğru yerde. Hayatı böyle kaçırmaya devam ediyoruz. Bizi sevene asla değer vermiyoruz. Veya hayat bizi seveni sevemeyecek kadar dolduruyor içimizi. Başkasına yer açamıyoruz asla. Çünkü biz sadece kendi aşkımızı yaşıyoruz. Aşk asla bir bedeni daha kabul etmiyor. O yüzden aşk tek başlıdır, bunu bir şekilde hepimiz öğreniyoruz.
Sevmesem O'nu, diğerini sevebilirdim. Ben herkesi sevebilirim. O onu sevmeseydi beni sever miydi bilmiyorum. Düşünmüyorum artık...
Herkese teğet geçiyorum. Hayata dokunmuyorum. Canımı acıtıyorum. Hem de isteye isteye. Zevk alır gibi üstüne koşuyorum. Yüzmeyi öğrenmemek için elimden geleni yapıyorum.
Çünkü ben bu denize girmek istemiyorum.

kAnservatuvar sınavı

Sabahın köründe kalkıp düştüm yollara. Ama öncesinde yarım saat kadar sınavda giyeceklerimi aradım. Bir gece öncesinden hazırlık yapmayacak kadar sorumsuz ve salak olduğum için. Yarım saatlik bir sinir harbi sonucu düştüm yollara yarı uyur şekilde. Okula geldiğimde sınavın başlamasına yarım saat vardı. Tanıdık yüzler görmek iyi geldi. Heyecanlı değildim gerçi. Sınav yarım saat geç başladı ve başladıktan bir saat sonra sadece ilk otuz adayın izleneceğini diğerlerinin ise yarın gelmesi gerektiğini söyledi saygı değer juri. Ben yarın gelmesi gereken kerizlerdendim. Ama hemen gitmedim, biraz bekledim. Sınavın nabzına bakındım öyle. Karöshi'yle oturdum biraz. Milletle konuştum. Eve geldiğimde yorgunluktan geberiyordum. Aslında o gün sınav olmamam da iyi oldu. Kötü bir gece geçirmiştim ve çok uykusuzdum.
Ertesi sabah biraz geç gittim okula. Çünkü yirmibirinci girecektim sınava ve erkenden gitmenin bir manası yoktu. Okula gider gitmez pat diye soktular beni sınava. Hala ayakta uyurken. Benden önce girmesi gereken onaltı kişiye bişey olmuş heralde. Olmamışsa da olsun... Paldır küldür girdim sınava. Ne olup ne bittiğini anlamadan. Jurinin öküz tavrı sayesinde ayıldım biraz ama sahnelerimi hala hatırlamıyorum. Ruh gibi oynadım. Sınavdan çıktıktan sonra biraz daha rahattım. Karöshi' ile karşılaştım yine. Oturduk biraz. İkinci bölümü, doğaçlama ve mülakatı bekledim.. İşkence gibiydi...
İkinci bölüm başladı. Sıra yine bana geldiğinde daldım içeriye.
Hoca garip garip suratıma bakmaktayken ben sahnenin yarılıp içine düşmeyi bekliyordum. "barış sen niye böylesin bugün? konsantrasyonsuz ve dalgınsın. daha iyi bişey bekliyordum senden" dedi. Bir süre bişey söyleyememekle birlikte uykusuzum, fena halde başım ağrıyor falan dedim. -iç ses: boktan okulunuzun siktiğimin sınavına 2 saat erken girdim daha ayılmamıştım bile. ordan oturup izlemek çok kolay değil mi?!-
Bir kaç soru sordu, doğaçlama yaptırmadı ve çıktım. Mulakattan en erken çıkan ben oldum galiba. Sınavdan çıktıktan sonra daha rahattım. Kazanamamıştım ve bence bu pek de kötü bişey değilidi :)
Yine çıktım Karöshi'ye, krize girdik. Herşeye güldük boş boş -hastayım bu kadına ya=)-
"ben çok salağım yaa"
Karöshi gülüyor.
O kazanacağımı düşünüyordu. Benim ise hiç umudum yoktu. Hoca gayet siktir git canım dedi çünkü.
Beykentten çıktığımda Taksim'e gittim. Sınavda tanıştığım iki arkadaşla yemek yedik. Sonra kermit'le buluştum. Bira içtik. Galataya gittik.
Paso sınavdan konuşurken Karöshi aradı. Yine gülerek.
- ben sana demedim mi?
- kazanmış mıyım?
- eveeeet!

1 Ağustos 2008 Cuma

sizi ciddiyete davet ediyorum tanrım!

Babamı yollarken karöshi'yle konuşuyordum. Babam gitti. Bir süre sonra da karöshi gitti. Uzun uzun konuştuk.. Bir yere varamadık yine dünyayı kurtaramadık veya mutluluğun sırrını çözemedik.
Yaklaşık on gün boyunca yalnızım evde. Babam "diplomatik" bir nedenden dolayı "memlekete(!)" gitti. Annem de sabahın köründe evden çıkıp ta gece geliyor zaten. Geliyor bir iki saat sonra da uyuyor. Babam gelene kadar düzeni böyle. Yalnızım yani on gün. Garip geçecek bu hafta. Pazartesi sınav var. Salı da yine "diplomatik" bir sebepten ötürü konsolosluğa gitmem gerekiyor. Annem dalga geçiyor la ergenekon davasından içeri almasınlar sizi diye, çok güldüm buna. Belki de annemin şu zamana kadar yaptığı en sağlam espridir. Gidelim bakalım Consulat général de France à Istanbul' a. Yine ne yumurtlayacaklar çok merak ediyorum.

Heeerrrrrrrrneyse. Bugün ordaydım.

İlk sevgilimin eski sevgilisin şuan taa bundan dört yıl önceki sevgilimle birlikte olduğunu öğrendim. Çok güldüm. Şu sıra herşeye fena halde gülmekteyim zaten. Üzerimde salak bir neşe var. Gizem'i arayıp; biliyor musun hala ezberim tam değil derken, telefonu yutuyordum az daha. Sınava iki gün kaldı, rolü bitirmeyi bırak ezberim tam değil! Bunu yazarken de gülüyorum... Of iyice kafayı yiyorum galiba. Sadece kafayı değil elime geçen herşeyi yiyorum. Doyma hissimi almışlar galiba ben dururken. Neyse işte, ilk sevgilimin eski sevgilisi, sondan üçüncü sevgilimle birlikte şuan. Çok gülüyorum. İlk sevgilimin eski sevgilisiyle bir durum yoktu da (=P bu dil gerekliydi evet) şuan birlikte olduğu eleman sağlam koyup gitmişti (burda dile gerek yok) Çok güldüm. Gerçekten. Tutamıyorum kendimi... Hala gülüyorum. Ayrıca babam giderken iç çamaşırlarını koymayı unutmuş. Buna da gülüyorum. Çok gülüyorum. Bakalım allah ne zaman belamı verecek!

=)
p.s. farkettim ki bu ağustosun ilk yazısıymış..
gülüyorum :)