6 Ağustos 2008 Çarşamba

kibritin hiç yanmayan ucu


Seni seviyorum dedi. İlk konuştuğumuzdan beri sana aşığım. Şaşırdım, çok fazla hemde. Hiç beklemediğim bir zamanda beklemediğim bir insandan duyduğum bu sözlere. Hiç geçmedi aklımdan daha önce böyle bişey. Zaten topu topu iki kere konuşmuşuzdur veya üç. Anladım O'nu. Bunu ben hep yapıyorum zaten, hatta en iyi yaptığım şeydir anlamak. Anladım. Bir yandan da hiç anlamadım aslında. Kim olduğumu bilmiyor. Ne yerim ne içerim. Kimleri severim ya da nelerden nefret ederim. Beni hiç ama hiç tanımıyor. Hatta belki sokakta görse tanımaz. Ama bana aşıkmış... Belki O'nu hiç anlayamam. Ama canını acıtmadım. Hiç bişey demedim. Nasıl aşık olabilirsin ki bana? demedim. Bana sorulmuş olan bu salak soruyu O'na sormadım.
Nedense neden! Sana ne?!
Bu O'nun aşkı, benim değil...
Ağladım O'nun için. Nefret ettim kendimden..
Nasıl ben O'nu seviyorsam O da beni seviyor. Düşünüyorum O'nu. Neler hissettiğini anlıyorum. Kendimi görüyorum. O da başkasını seviyor. O başkalarına dokunuyor. Diğeri bana dokunmak istiyor.
Ben öleyim diyorum.
Çıkamıyorum işin içinden. Tren gibiyiz. Ne adiyiz. Ne kadar kirliyiz.
Bazen kusuyorum.
Hepimiz doğru zamanda yanlış yerdeyiz. Veya yanlış zamanda doğru yerde. Hayatı böyle kaçırmaya devam ediyoruz. Bizi sevene asla değer vermiyoruz. Veya hayat bizi seveni sevemeyecek kadar dolduruyor içimizi. Başkasına yer açamıyoruz asla. Çünkü biz sadece kendi aşkımızı yaşıyoruz. Aşk asla bir bedeni daha kabul etmiyor. O yüzden aşk tek başlıdır, bunu bir şekilde hepimiz öğreniyoruz.
Sevmesem O'nu, diğerini sevebilirdim. Ben herkesi sevebilirim. O onu sevmeseydi beni sever miydi bilmiyorum. Düşünmüyorum artık...
Herkese teğet geçiyorum. Hayata dokunmuyorum. Canımı acıtıyorum. Hem de isteye isteye. Zevk alır gibi üstüne koşuyorum. Yüzmeyi öğrenmemek için elimden geleni yapıyorum.
Çünkü ben bu denize girmek istemiyorum.

Hiç yorum yok: