30 Temmuz 2009 Perşembe

Kısalar

Eğer bir gün bir şeyi çok isterseniz ve artık o sizin hayattaki tek yolunuz olursa; günbegün avucunuzdan kaçanlar için çok da üzülmeyin. Yolunuzun uzunluğuna bakın, avucunuzdaki her şeyin yalnızca yük olduğuna inanın.
Eğer bir gün çıkacak bir yolumuz olacaksa; eminim ki çok istediğimiz bir şey içindir. Hayatımızın merkezine oturttuğumuz, düşlediğimiz ve düşündüğümüz şey içindir. Yol mutlak suretle uzundur. Çok uzundur. Tek tek düşerken bizdekiler, kat ettiğimiz yolda bir kilometre taşı olur.
İnsanlar gider. Gitmelidir. Zamanla en sevdiğin, en bilmediğin olur. Olmalıdır. Sen sadece durup da beklersen, bekler de gitmezsen insanlar kalır. Değişmeyen hayatının değişmeyen tanımları olur. Çok insan kaybedebilirsiniz. Eğer hayat sizi bilmediğiniz bir yola sürüklerse ve bu yola -her ne kadar bilmesen de- çok istediğin bir şey için çıkarsan hatalar yapabilirsin. Hayallerimizin içinde hatalarımız ve günahlarımız saklıdır. En büyük günahlarımız, sustuklarımız.
Zamanla unutmayı da öğrenirsin. Hayaline değdi mi parmakların; geçmiş lal olur. İşte sadece, ama sadece o zaman hayata sıfırdan başlama şansın vardır. Yolunu tamamladığında.
Bir gün mutlaka olacağına inandığınız şeyler, yani en büyük hayallerimizdir bizi en çok yoran. Bir yola çıkılmıştır çünkü. Varmak istediğiniz bir yer olsun veya olmasın. Hayaller, kayıplara eşittir aslında.

18 Temmuz 2009 Cumartesi

tümü sessiz ve beyaz..


Sesim beyaz çıkacak konuşmayı denesem...

15 Temmuz 2009 Çarşamba

Başlık

Yeni kitaplar yazılıyor. Bizim senaryosundan hiç haberimiz olmadığı filmler çekiliyor. Harıl harıl çalışılıyor.. Gazeteler basılıyor, haberler yazılıyor. Fırınlarda ekmekler oluyor. Hayat bizden bağımsız fakat hep bizim için akıyor. Bizdeyse zaman durdu. Hayat akarken, zaman demir attı ortamıza. Geçmiyor. Geçip gitmiyor.
Yoruldum diyorum. Kimse inanmıyor. Bazen kendim bile inanamıyorum yorulduğuma. Ama çok yoruldum. Hiçbir şey için çaba harcamak istemiyorum. Kendi geleceğim bir başkasının elinde olsun istemiyorum. Artık bir gelecek de istemiyorum. Önceleri isteklerim vardı. Eğer bir yola çıkmaya karar verirseniz, size bu kararı verdiren; o yol bittiğinde sizi karşılayan mucizedir. Mucizeler resimli çocukluk kitaplarımda kaldı. Bütün mucizesini orada yitirdi. Büyüdükçe avucunuzda kalan tek şey gerçekler oluyor. Kendinizi ne kadar kandırmaya çalışsanız da. İstediklerim vardı. Çoktu. Sonra azaldı. Artık hiçbir şey istemiyorum. Yarın için bir beklentim yok. Öbür gün için de... Yıllar yıllar sonra da. İstemediklerim ise öyle çok ki. Çalışmak istemiyorum. Aşık olduğum iş haricinde hiçbir şey yapmak istemiyorum. Para kaygısı duymak istemiyorum. Adam yerine koymadığım insanların benim hakkımda karar vermesini istemiyorum. Kimseyi adam yerine koymak istemiyorum. Bu ülkede çalışmak istemiyorum. Bu ülkede yaşamak istemiyorum. Bu şehrin otobüslerine binmek istemiyorum. Bir Cehov karakteriyim uzun zamandır. Oturup ağlayabilirim insanların gülüp geçeceği durumlara. Gülüp geçeceğim durumlarım da yok bayağıdır. Gülmüyorum da öyle çok. Her gün başka bir saçmalıkla karşılaşmaktan bıktım. Yarın bir hiç olacağımı düşünerek yaşamaktan da. Yoruldum bir de. Bacaklarım ağrıyor. Sıkıntıdan söz bile etmiyorum..

9 Temmuz 2009 Perşembe

zaten yazlar hep hüzün getirdi

Yazın tam ortasındayım. Bu orta yerden hemen çıkmak istiyorum. Sevmiyorum yazı. Hiç sevmedim. Sıcağı da. Sıkıntısı bol yazın. Bir çok insanın aksine yaz benim için sıkıntı demek. Hep hüzün getirdi bana yazlar. Bir türlü bitmeyen, geçmeyen yazlar. Sıcak, boğucu yazlar. Ben de bu terlediğimin yazında yazamıyorum. Boğuldum. Çünkü yazmamak demek; kendimle kalmamak demek. En çok kendimle kalmaya ihtiyacım var uzun bir zamandır. Ve tabii en çok yazmaya. Kalemi de küstürdüm, yazamıyorum da artık. Eridi gitti yaz sıcağında yazı.
Deniz ve tatil kelimelerini hiç hatırlatmadı bana yaz. Curcunalı İstanbul gecelerini de. Hep bir sıkışma bıraktı aklımda yaz. Hep arada kalma. Hep ne olduğunu bilmediğin bir yaz gecesinin, ne olduğunu hiçbir zaman öğrenemeyeceğin bir yaz sabahını hatırlattı yaz bana. Bilinmez bir zaman. Sıcağa teslim olmuş bir zaman. Annemin her yaz şehirdışında olmasından kaynaklı hep bir eksiklik, hep bir yarımlık ve dağınıklık benim için yaz. Pis bir ev, yemeksiz bir mutfak benim adıma yaz. Tadı damağımda kalmış aşkların mevsimi yaz. Lanetli bir sıcağın, bir türlü kaçılamayan gölgesi. Ferahlamaya, serinlemeye ve üşümeye ihtiyaç duyuyorum. Bir de yazıya. Ben kendimi dağıttıkça yazı avuçlarımdam kayıyor. Kendimi toplamamı, hayatı kotarmamı da yazı sağlıyor. Hem düşüş grafiğim yazı, hem de kriz programım.
Okulun, bir uğraşın olmaması kötü en çok. Nefret de etsen hergün yapacak bir şeyin olmaması kötü. Şehrin gürültüsü kötü. Cıvıl cıvıl insanlar tahammül sınırlarını zorlamakta. İş yok. Ve keşfettim ki bu memlekette yazları para da yok. Sıcak bir de sıkıntı çok.. Günler uzun, geceler yok. Öğrendim ki bu şehirde asıl yazları hayat yok.
Yazmak istiyorum. Nereden başlayıp nereye gideceğini bilmiyorum yazının. Ama istediğim tek şey -anlamlı ya da anlamsız- cümleler oluşturmak. Kelimeleri bir araya getirerek, dedim neymiş onu anlamaya çalışmak.
Kitaplar okumak, filmler izlemek, yazılar yazmak istiyorum. Yaşadığımı farketmeye ihtiyacım var. Sessizliğe ve kendime ihtiyacım var. Bunların hiçbirini yapamıyorum. Mecalim yok. Üzerimde nedeni olmayan bir uyuşukluk, tepemde güneş, takvimde yaz, ellerimde hüzün var.
Yaz bitsin, yapraklar dökülsün.