18 Ocak 2009 Pazar

Dantel


Zaman kasabadaki tüm evleri yıkıp geçen çığ, hayat doğmamış bedenlere biçilmiş kaftan. Nokta, yazılan tüm hikayelerin bitme zorunluluğu, bitiş yeniden başlamaya çaresizce bir neden.
Elindeki su dolu bardağı yanı başındaki masaya koyması zor oldu. Hastalık veya halsizlikten değildi tabii. Acı bazen üzerimize öyle büyük bir yük bırakıyor ki; bedenin ağırlığı, ruhun kararsızlığı evrendeki yerimizi büyütüyor. İşin ağlanılası tarafı da tam bu noktada başlıyor belki.. Biz küçüldükçe uzaydaki yerimiz büyüyor. Fizik, acıyla ters orantılı.. Bardağı bırakırken masa örtüsüne irişti gözü. Doğdu doğalı bu odada bu masanın üzerindeki örtü, belki ilk defa bu kadar dikkat çekiciydi. Özenle işlenmiş, emek emek örülmüş.. Hatta belki uykusuz gecelerin sebebi olmuştu. Sonra bu altı yedi metrekarelik odanın içinde yıllarca bırakılmak olmuştu kaderi. Onun gibi. Acılarımız bazen Zeki Müren şarkılarıyla artarken, bazen de Zeki Müren kirpiğiyle hafifliyor böyle.. Dikkat dağıtan her şey, gökten yağan bir damla yağmurun bereketi gibi toprağa. Toprak, su, masa örtüsü, fizik kanunları. Evrenin bu denli büyüklüğü telaşımızın sebebi çoğu zaman. Bazı zamansa içimizdeki tüm telaşeyi susturan, lal eden.
Bardağı bıraktı.. Ayaklarının buz kesmesi, serçe parmağının uyuşması bile yatağa gömülüp uyku savaşı vermemesine sebep değildi. Üzerimizdekilere aldırış etmeden, bir yorgan da biz çekeriz kaderimize. Ne kadar gömülürsek yatağımıza, o kadar mahrumuz hayatın kötülüklerinden.. O kadar kaçmışızdır akıp giden ritimden. Bir de cenin gibi büzüşmüşsek karnımıza,başımız düşmüşse göğsümüze; cennetten bir tutam yer bulmuşuzdur. Şimdi daha fazla huzur vermez hiçbir şey. Acı, uzaydaki yerimizi arttırırken, yatakta kapladığımız hacim azalır. Öyle karmaşık bir grafiğe dönüşür ki anlarımız; anlamaya yeltenmeyiz bile. Şimdi zekamız buna yeterli değildir.
Nedenini anlatmadı kimseye, nedensizce geçen zaman içinde... Nedenlerin ifadesizleştiği, anlamını yitirdiği her noktada, o tehlikeli cumbadan geçildikten sonra susmak, suspus olmak avuçta kalan son şans. Konuşmak sadece acıyı tazeler, kesif bir koku bırakır. Sustu. Evrenin bu denli büyüklüğü telaşesini nasıl susturduysa, o da öyle sustu. Ölesiye sustu.
Yatağın içinde geçen günler dünya zamanıyla sayılmaz. Zamanın çok dışında, zamanı daha önce hiç bilmemiş bir zamanda geçer o. Zamanın zamandan haberdar olmadığı zamanda. Ya da zamanı unuttuğu zamanda. Anbean küçülen, un ufak olan anın içinde. Şimdi zamanını bilmediği bir anda solundaki pencereyi açtı. Şubat girdi içeri. Belli belirsiz deniz sesi.. Pencereden bakkala bağıran bir kadının rahatsız edici tizliği, ne sattığını anlayamadığı bir adamın ekmek kavgası.. Kaldırımlardaki hışırtılar... Gri kahverengiler girdi içeri. Zamanını bilmediği bir zamandan beri bu oda birden fazla kişiyle doldu. Ayakları daha çok üşüdü.. Dantel masa örtüsü rüzgardan katlandı, tül uçuştu. Rüzgar içeri girdi. Evrenin kalabalığı, telaşı davetsiz bir misafir gibi ekşidi odaya.. Günler sonra zaman bu odaya uğradı.. Misafirlerin yanında ceninliğine ihanet etmek zorunda kaldı.. Ayağa kalktı. Bu kez sadece ayakları değildi üşüyen.. Titredi vücudu Şubat'tan ötürü.. Zaman bu odaya kendini hatırlattı. İstasyondan tren sesleri geldi. Sadece ses değil, bu şehre birileri geldi. Bu şehirden birileri gitti. Kavuşanlar oldu, ayrılanlar. Arkasını döndüğünde uzun zamandır görmediği, nerden tanıdığını hatırlayamadığı birini gördü.. Yüzündeki morluklara takıldı gözü.. Çekindi, nedenini soramadı. Yüzünü elledi, ellerine baktı.. O'nu nerden tanıdığını hatırladı.. Bugünü hatırladı. Bugün bugündü. Zaman kaldığı yerden akmaya başladı.. Zaman henüz işlenmemiş günahlara biçilmiş cezalardı dün. Ellerindeki, gözlerindeki yanıkların sebebiydi bu.. Tekrar dışarı baktı.. Üst kattan bir şarkı sesi duydu.. Dönüp dantel örtüye baktı.. Yüzünde teslim olmuş bir gülümseme belirdi.