29 Eylül 2008 Pazartesi

Bryne,Olympia,Kök,Suzanna Hepsi Dafne'den


Palyaço makyajı yapmadım Suzi'ye. Yapamadım daha doğrusu. Maria "Saçma olur bence" dedi. Şuşan Teyzem "Ele güne rezil oluruz" dedi. Suzi duysa çok gülerdi buna. Özellikle ele güne kısmına. Kimseyi ikna edemesem de ben eminim onun böyle birşeyle çok mutlu olacağına. Yapmışım say Suzi. Ruh hastası kardeşlerin adına özür dilerim.

Saçlarımı kestirdim gidip. Sonra da boyadım. Şuşan Teyzem yarın görecek ve "elalem ne der diyecek". Hatta "arkandan deli diye bakacaklarını biliyorsan sorun yok" diyecek. Babam birşey demeyecek. Çünkü farketmeyecek eminim. Annem "sen beni öldüreceksin" dedi bile.

Birileri birşeyler dedi. Ve diyecek.

Ev kalabalık değildi Suzi'nin istanbul'a geldiği sabah. Buna sevindim. Ağlayan, zırlayan tipleri görmek istemiyordum. Zaten bunun için de cenazeye gitmeme kararı almıştım. Odaya girdiğimde Suzi yataktaydı. Öyle huzurlu görünüyordu ki. Gülümsedim yüzüne bakıp. Ellerini öptüm. Alnıma koydum bir de. Bu sefer kızmadı. Ağladım biraz. Ama çok az, Suzi'nin kızmayacağı kadar. Sonra makyajını yaptım. Bunun için önceden almıştım sözümü. Ellerini öptüm yine. Çok severim ellerini. Dünyanın en güzel elleridir Suzi'dekiler. Odadan çıktığımda Şuşan teyze girdi. Elbisesini giydirdi Suzi'nin. Gül kurusu gibi birşey, fazla şıktı. Suzi istemezdi böyle bir elbise. Siyah düz bir elbise isterdi eminim. Dizlerine kadar.

Sonra çıktım evden. Suzi'yi öptüm bol bol.

Bryne'i alıp eve döndüm sonra. Cenazede sadece biz yoktuk. Bryne ve ben. Eve döndük. Yattık uyuduk sonra... Gelenlerin sesiyle uyandık. Kapıyı kapattım sımsıkı. Kitledim bir de. Kimseyle konuşmak veya konuşulanları dinlemek istemiyordum. Bryne da öyle. Işıkları döndürdüm ve durdum yatakta...

Saçlarım on onbeş güne kadar akar gider. On onbeş gün sonra Suzi için ağlayan insanları da görmem. On onbeş gün sonra "normal" e dönecek hayat.


İlk defa gördüm Bryne'i. Bryne ablamın oğlu. Yeğenim yani benim. Dedemin adını taşıyor üstelik. Kök dedik bir de Alkım'la adına. Kök Bryne oldu adı. İlk defa bir cenaze evinde gördüm Bryne'i. Suzi'yi uğurladığım evde. Çocukluğumun geçtiği evde. Bryne tıpkı bana benziyor. Ben de dedeme benzerim. Üçümüz birbirimize benziyoruz yani. Tanısaydı Bryne'de çok severdi Suzi'yi eminim. Üçümüz de çok sevdik Suzi'yi diyorum bu yüzden. Bryne bir süre daha burda, hayat normale dönünce onlar da gidecek. Sonra hayat bizim için daha normale dönecek. Saçlarım akacak. Okullar açılacak.. Yeni insanlar olacak sonra. Hayat birşekilde normale dönecek.
Üzgün sanıyorlar beni. Arayanlar oluyor. Mesaj atanlar. Üzgün değilim oysa. Garip bir kalabalık var içimde. Etrafımda ağlayan insanlar var. Çok konuşanlar da. Dünya'nın dört bir yanından gelenler var evde. Şuan tam beş dil konuşuluyor. Kimseyi dinlemiyorum. Odamdayım hep Bryne ile.

Böyle gitti Suzi. Bryne ile yolladık O'nu dedemize..



26 Eylül 2008 Cuma

Işıklar Söner.... Neon Kapanır


En çok insanlardı genç adamı korkutan. Varlıklarıyla veya yokluklarıyla. Gelişleri ve gidişleriyle. En çok insanlardan korktu. Hayat bu kadar zor muydu yoksa herşeyden daha basit miydi. Bunu sordu durdu yol boyunca.
Korkuları oldu herkes kadar. Belki bir çok kişiden daha cesurdu ama herkes kadar korkuları vardı. Ama en çok insanlardan korktu. Sözlerinden korktu onların. Sessizliğinden. Onu anlamamalarından veya anlamalarından. Silinmekten veya silinememekten. İnsanlar onu hep korkuttu. Belki bu yüzden duramadı sımsıkı toprağın üzerinde. Ve kilosu kadar ağırlık bırakamadı kaldırımlara. Belki de hep bu yüzden son aynıydı. Hep aynıydı. İnsanlar yüzündendi. Belki onların sayesinde. Bir türlü kurtulamadı bu kalabalıktan.
Onların gidişleri ve gelişleri yaktı canını. Varlıkları veya yoklukları. Ne olursa olsun onlar varken var olamadı. Bu yüzdendi hep sonlar. Herşeyin sonunu düşünerek aldı nefesi. Akıtamadı hayatı zamana doğru. Yavaş yavaş aldı hep nefesini. Sonra... Sonrası yok. Bir tek kendi sonunu göremedi. Hayat bu kadar zor muydu acaba. Yoksa kolay mıydı her bir şeyden. Öyleydi veya böyledi. Hep korktu genç adam.
Eylül'de ölmek isterdim dedi bugün yakın bir arkadaşına. Şehrin en güzel semtlerinden birinde. En sevdiği, en korktuğu Eylül'ü de böyle bitirdi. Gelenler ve gidenlerle.
Elindeki kağıt parçaları ve sigarayla bir kaç adım daha attı sahnede. Terketti sahneyi sonra yavaş adımlarla. Kuliste kalmalıydı sahnesi tekrar gelene kadar. Sessiz bir bekleyişe kapadı gözlerini sonra.

( Sahne loş. Fonda Beethoven 9.Senfoni.. Genç adam sigarasını söndürür ve sahneden gider. Karanlık. Müzik hala duyulmaktadır)

25 Eylül 2008 Perşembe

La Vie En Rose

Uyandım ve şimdi ağlıyorum. Yokluğunu bu sabah farkettim. Beni bırakıp nereye gittin Suzi.

24 Eylül 2008 Çarşamba

non je ne regrette rien

Hiç kızmıyorum sana. Hem de hiç. Herkes kızdı. Annem, babam. Ablam bile. Ama ben hiç kızmıyorum. Gurur duyuyorum senle. Şimdi sadece gurur duyuyorum ve gücünün altında eziliyorum. Çok da iyi anlıyorum hem. Bir hafta önce doğum günümde arayıp non je ne regrette rien söylemenden anlamlıydım. Sen hiç sevmezsin ki o şarkıyı. Dedem severdi, sen değil. Ama nerden anlayacağım. Benim için söylemiştin işte. Ben seviyordum bu da söylemen için yeterliydi. İlk duyduğumda aklıma sadece bu geldi. Öyle gurur duyuyorum ki senle. Senin yerinde olsam. Senin kadar güçlü olsam ben de söylemezdim. Yakışmaz ki sana hastalık. Sana böyle usulca çekip gitmek yakışır. Ne güzel gittin Suzi'm.
Herkesten ve herşeyden çok sevdiğin adamın yanına gittin. Bakıyorsundur şimdi eminim ona hayran hayran.
Birşey diyemedim ardından. Sen zaten böyle bir kadınsın. Arkandan birşey söyletmezsin hiç. Eminim hiç ağlamadın, hiç ahlanıp vahlanmadın buna. Gün bile saydığına eminim. Hatta her gün bununla dalga geçtiğine, yine sigaranı içtiğine eminim türk kahvesinin yanında.
İçinde kalmıştır ama eminim doğduğun şehirde gitmemek. Sen en çok bu şehiri sevdin. Bu şehiri ve bu şehirdeki adamı. O adam bu şehirden gidince sen de gittin. Bir ton bahaneyle gittin. İyi ki de gittin belki. Şimdi çok çirkin zaten bu şehir. Senin çocukluğundaki gibi değil.
Hiç birşey diyemiyorum ardından. Son kez sarılmak isterdim sadece. Güzel ellerini öpmek isterdim. Alnıma koyup kızdırırdım seni. Bıraktığım piyanonun kavgasını ederdim senle. Uyku tutmayınca yanına gelirdim. Bir iki dönüşümden sonra "zozuk ya yatağına git ya zıbar" lafını duyardım. Öyle uyurdum koynunda. Ama göstermedin kötü hallerini bize. Giderken bile ardından "ne güçlü kadındı" dedirttin.
Hiç aklım kalmadı sende. Sevgilin iyi bakar sana. Bak artık kocan demiyorum. Senin dediğin gibi sevgilin o senin.
Haber vermediğin, yanında olmamıza izin vermediğin için hiç kızmıyorum. Gurur duyuyorum senle yine. Ağlamıyorum da henüz. Bu gece gurur duyuyorum. Yarın ağlayacağım.
Dedemin torunu olduğum için gurur duymuyorum bundan sonra. İkinizin de torunu olduğum için gurur duyuyorum. Hem o da yalnız değil artık orda. Rahat içim. Sen ancak bu kadar güzel giderdin. Bir gün gideceğini hiç düşünmemize izin vermeden, sessizce ve gece. Çok güzel gittin kadın. Rahat uyu da demem sana. Öyle rahat uyumazsın sen, bir gözün hep açıktır. İstanbul'da kadın olmak zordur derdin. Cennette kadın olmak nasıl acaba. Bu gece rüyama gir de anlat.

22 Eylül 2008 Pazartesi

büyüyünce çok sevileceğim ben

Küçüktüm. Okula bile gitmiyordum galiba. Üç veya dört yaşında olmalıyım. Büyüyünce ne olacaksın dedikleri yaşlardayım. Büyüyünce ne olacaksın dedi birileri. Ben hep aynı cevabı verirdim. "Çok sevileceğim."
Bunu çok iyi hatırlıyorum. Aklıma geldikçe gülerim, bazen de gözlerim dolar. Hala aynı zekada kalmış olmalıyım. Büyüyünce çok sevilmek istedim. Belki bunun için sanatı seçtim. Sevilmek için. Birileri beni sevsin diye. Belki de bu yüzden bu kadar beklentisiz, bu kadar kolay sevebildim insanları. Neden aramadan. Kolayca sevdim. Hem öyle kolay kolay da bitirmedim sevgimi. Kendimi azalttıkça sevgimi çoğalttım. Bu yüzdendir yara bereler. Ama olsun, insan sevdiğine pişman olur mu hiç. Olmaz. Sevdiğime pişman olmam sevdiğim beni artık sevmiyorsa, ya da hiç sevmemişse. Pişman olunacak o kadar çok şey varken bunlarla pişman olunmaz. Pişilir ancak. Böyle şekle giriyorum ben de belki. Sevilenler hep gider. Böyledir bu. Bizler hep sevgiyi ararız. Hep gerçek aşktan, karşılıksız sevgiden bahsederiz. Biri bizi sevdiğinde de hemen kaçarız. Sevilmek kolaydır çünkü, sevmek zor.
Küçükken büyüyünce ne olacaksın derlerdi "Çok sevileceğim" dedim. Artık demiyorum. Büyüdüğümden değil, çok sevilmeyeceğimi bildiğimden. Öğrendikleriyle mutlu olanlardanım. Kimse beni sevemez öyle çok falan. Hani kardeş anne baba da. Öyle çok sevilemem ben. Buna alışkınım. Çok severim ama. Sevebildim. Seviyorum hala.
Sevgi tehlikeli birşey. Hayatı zorlaştırıyor. Hayat zorlaşıyor sevince. Kendinden daha fazla sevince de bitiyor hayat. Her bittiğinde yeniden başlıyor. Sevgiler bitiyor.
Büyüdük böylece. Çok sevilmeden. Herşeye inat çok severek. Böyle büyüdük belki de. Hayat çok sevdiklerimi hep aldı benden. Bu yüzden kolay kolay ölmeyeceğim galiba. Yüz yaşında herkesin nefret ettiği bir bunak olacağım. Demir atacağım dünyaya. Çünkü hayat benden sadece sevdiklerimi alır. Gerisi bana kalır. Ne zaman durmaktan vazgeçip koşmaya başlasam belimdeki halat engeller beni. Otururum popomun üstüne. Bir gün o halatı koparırım belki. Kaçıp kurtulurum sevmekten.
Susuyorum evet. Susunca bitti sanıyor herkes. Geri döndün ne iyi ettin, özledik seni diyorlar. Sustuğumda bitti sanıyorlar. Konuşacak birşeyin olmadığını bilmiyorlar. Kızmıyorum onlara. Çünkü onlar beni benden çok seviyor. Öyle herkesten çok değil tabi. Öncelikli bir sevgi değil bu. Olmaz da.
Susuyorum. Sustukça eritmiyorum ruhumda. Büyüdüğünü her geçen gün biraz daha büyüdüğünü çaktırmıyorum sadece. Onlar da mutluyum sanıyor. Geçti bitti sanıyor. Varsın sansınlar. Böylesi de güzel.
Şimdi büyüdüm. Büyüdüğümde istediğim şey olamadım. Biraz daha büyüyünce istemediğim şeyler olurum belki. O zaman daha çok susarım. Hatta yazmam da. Hayatı zamana emanet edecek kadar da sabırlı değilim. Ama işte belimdeki halat, önce onun kopması lazım. Önce birkaç adım daha atmam lazım. Sonra koşarım belki. Belki de çok sevilirim o zaman.

21 Eylül 2008 Pazar

kıskanç değilim sarhoşum

Üzerimden düşmesi zor olmadı. Kolay da değil. Aslında pek anlamadım. Sonraları idrak ettim üzerimden düşen şeyi. Üzerimden birşey düştüğünü üzerimden birşey düştükten sonra anladım. Ağırlığa aşina olmuş bedenim.
Geri mi döndün dedi D. Geri döndüm dedim. En azından dönmeye karar verdim. Şimdi yoldayım. Aşina gözlerim buna. Yolu severim. Şimdi yoldayım ve geri dönüyorum. Tren rayları gibi bu da. Tık tık geçiyor zaman. Zaman geçtikçe değişmiyor hayatlar. Hayatlar değişmiyor insanlar değişmedikçe. Benim değişmeye niyetim yok. İyiyim böyle. Sıkıldıkça büyüyorum. Durdukça öğreniyorum. Koşup, delip geçmekle öğrenilmiyor hayat.
Şimdiiii sınırlar var ya hani bu da öyle birşey.
Sınırları zorladım, zorladım, zorladım. E haliyle patlıyorsun bir yerde. Sıkıldım. Değişti birşeyler. İnsanlar da değişti. Onlar hep değişir. Ben değişmedim. Aynıyım, sabitim. E tabii sıkılınca buom. Bu da bir patlama anı. Sakınıyorum lavlarımı her birşeyden.
Çok pis küfür etmek istedim. Ama yani sikerler zamanı. Büyüyorsak büyüyoruz. Hem ben büyüdükçe güzelleşiyorum. Çirkindim çocukken. Güzelim şimdi. Korkunç bir insan mı olsam ne yapsam. Neyse gülüyorum şimdi. Sarhoşum mis gibi. Bir de ben Sevgi'yi kıskanıyormuşum lan.

20 Eylül 2008 Cumartesi

Eylül Yağmuru

Yıkandı bugün şehir. Sonbahar geldi artık. Eylül'de bir Sonbahar gelir. Gerisi gider. Bir de yağmur gelir bu şehre. Hüzün gibi yağmur. Hüzün gibi yağar bu şehre yağmur. Eğer nasibini aldıysan birkez, ıslandıysan gökten düşenle ve buna eyvallah diyecek kadar cesursan bu şehirde hüzün gibidir yağmur. Bir kere ıslandın mı ha bir damla eksik ha bir damla fazla.
Yağmur geldi bugün. Ne özlemişim ıslanmayı. Yağmura inat şemsiye almadım. Şemsiye taşımam zaten. Her şemsiye herhangi bir yerde unutulmak üzere alınır çünkü. Şemsiye taşımam bu yüzden. Otobüse bindiğimde çoktan çoraplarım ıslanmıştı. Yağmur kokuyordu herkes. Seviyorum bu kokuyu yağmur kadar. Kulağımda bir şarkı "yağmurdan sonra gelen toprağın kokusuna aşığım tıpkı aşık olduğum gibi sana"
Şu yandan yandan gidilen koltukların birindeydim. Kapının hemen yanında. Tam karşımda bir kadın. Islanmış fena halde. Çantasından çıkardığı mendille kurulanmaya çalışıyor. Dikkatimi çekti nedensiz. İnsanları incelemem genelde. Burnumun ucunu görmem. İnceledim kaçamak bakışlarla. Kadın zaten ona bakmamı istemiyordu. Belki de bu yüzden baktım ben de. Bir huzursuzluk vardı üzerinde. Göz göze geliyorduk. Biz göz göze geldikçe o daha huzursuz oluyordu. Ben de daha çok incelemek istiyordum. Garip teoriler oluştu kafamda. Acaba daha önceden tanıştığım ve vukuatım olan bir hatun mu bu karşımdaki. Neden huzursuz böyle. Hem benim kimle vukuatım olacak ki. Sinir oldum, daha çok inceledim. Islanmış makyajı akmış, dağılmış saçı başı. Çirkin bir kadın karşımdaki. Ama enteresan bir çirkinlik. Bir bozukluk var gibi vücudunda. Bir uyumsuzluk, bir yersizlik. Ben çözmeye çalıştıkça bayan huzursuz huylanıyordu. Ben de daha fazla rahatsız etmemek amacıyla psikopatlığımı askıya aldım. Dışarıyı izlemeye başladım. Yanındaki adam kalkınca beş altı yaşlarında bir çocukla bir kadın oturdu bayan huzursuzun yanına. Rahatsız etmiyorum değil mili pardonlu bir konuşma geçti aralarında. Sonra kız çocuğu izlemeye başladı bayan huzursuzu. Ben de kız çocuğuna bakıyordum. Kız çocuğu bayan huzursuza doğru dönüp. "sen abla mısın abi misin" dedi. Üzerimdeki yağmur nemliliği kaynar bir suya döndü bir anda. Bozardım.
Ufacık bir kız çocuğu ne kadar acımasızdı. Çocuklar ne kadar acımasızdı. Bayan huzursuza bakamadım sonra. Bir sonraki durakta indi. Ben de yerin dibine girdim. Huzur vermemişti bayan huzursuza ufak bir çocuk. Ben de. Yağmur da.

17 Eylül 2008 Çarşamba

17 Eylül 1989

Erkenden uyandım sabah. Yarı uyur, yarı durur uykumu erkenden böldüm ve düştüm yollara. Şehrin sokaklarında aradım hayatı tekrar. Büyüdüğüm yollara bastım tek tek. Her köşe başında ağladım biraz. Dolandım ve ağladım. Dolandıkça ağladım. Bu sabah çok ağladım. Herşeyi aradım sokaklarda. Geride kalan herşeyi. Hatalarımı aradım. Kendimi aradım bu sabah. Üşüdüm biraz. Sonbahar iyice gelmekte bu şehre. Sonbahar gelmekte birileri gitmekte. Kaldırımlarda seksek oynamak istedim. Büyük adamlar vardı orda yapamadım. Bu sabah şehrin sokaklarında gezindim. Gezindim ve ağladım. Ne kadar yürüdün diye sorma. Bilmiyorum.
Geride kalan herşeye geride kalanlardan biri olarak baktım. Öyle gördüm onları. Tek tek topladım arnavut yollarında Galata'nın. Hayatı parmak uçlarımda yaşamaya başladığım o binayı gördüm. Nasıl da sarıydı. Eskiden de sarı mıydı hatırlayamadım. İlk kez görür gibiydim bu sarılığı.
Acımasız bir zaman dilimi geçmiş üzerinden. Tam da benim üzerimden. Adım adım küçüldüm şehrin sokaklarında. Her adımdan geriye döndüm bir kez. Yol uzun değil. Epi topu ondokuz yıl. Anlara dayanır dostluğumuz bu zamanla. Her adımda azaldı yük. Her bir adımda azaldı gözyaşım. Geride kalanlar arttıkça huzura yaklaştı ruhum. Hiç birşey görmemişim. Hiç ama hiç büyümemişim. Zaman ilerledikçe canımı acıtan şeyler artmış. Büyüdükçe yük artmış. Geriye kalan zaman korkuttu gözümü. Geriye kalan acımasız zaman. Hayatıma girmiş ve girecek olan acımasız insanlar korkuttu gözümü.
Dün saçlarımı kestim. Ondokuz olduğum bugün saçlarım yok. Birşeyler döküldü tepemden. Geriye içi oymuş, kendine yer bulmuş yaralar kaldı. Silmek atmak zor onları. Lekesi geçmez hiç. Hep kalır.
Bu sabah doğmuşum ben. Henüz doğmama üç ay kadar süre varken. Bekleyememişim. Atmışım kendimi hayata. Doktorlar yaşamaz demiş.
Dün gece saçlarımı kestim. Kermit fotografladı. Hep biri gelip tanık oldu her anıma. Hep biri/leri vardı yanımda. Hep yalnızdım. Her köşe başında aşina bir yüz, bir gözyaşı bıraktım bu sabah. Bu sabah doğmuşum ben, üzerinden ondokuz yıl geçmiş. Doktorlar yaşamaz demiş. Zaman geçmez dememiş.
İçimde bir çocuk şarkı söylüyor utanmadan bu sabah. İçimde hala bir çocuk şarkılar söylüyor.
Bugün benim doğumgünüm. Hiç önemsemem doğumgünlerini. Bu sabah yürüdüm ben bu şehrin sokaklarında. Hayallerimi, aşklarımı büyüttüğüm sokaklarda.
Bir çocuk yürüdü bu sabah şehrin yollarında. Kaybettiklerini aradı. Az zaman sonra vedalaşmak için söz verdi. Döndü evine bir yıl daha büyüdü.

14 Eylül 2008 Pazar

Bazı zamanlar yazılmak zorundadır. Zaman gelir, o an yazılmalıdır. Öyle bir an şimdi zaman. Ölmeliyim bir zaman. Öyle yanıyor ki canım. Susmadığım kadar susuyorum. Öyle yanıyor canım. Ölesiye yanıyor.

13 Eylül 2008 Cumartesi

Karöshi İçin


Üzgünüm sadece. Diyemedim birşey. Aramaya da cesaret edemedim. Salı geç olmayacak.

9 Eylül 2008 Salı

Eylül *

{Eylül'e ara vermeye çalışmak}

Üzerimde yarı anlamlı yarı anlamsız bir hüzünle uyanıyorum birkaç sabahtır. Zor uyuyorum ve uykumu alamıyorum dolayısıyla. Ama erken kalkmak zorundaydım bu sabah. Biraz daha erken. Garip hisler dolanıyor tepemde. Günlerim anlara bölündü yine. An oluyor oluyorum. An oluyor gidiyorum. Böyle birşey işte. An oluyor anlatamıyorum. Birkaç sabahtan daha erken kalkmalıydım bu sabah. Yine üzerimde aynı his, rüyaların getirdiği garip hesaplaşmalar, kurgular. Kafamın içinde bir düğün, bir şamata. Onlarca ağız konuşur oldu bir anda. Susana susturana aşk olsun.
Bu sabah erkenden uyandım ve çocuk esirgeme kurumuna gittim. İlk dersimdi ve fena halde heyecanlıydım. Bir an kafamı temizleyip, sükuneti sağlayıp girdim kocaman kapıdan içeriye. Neler olacağını çok merak ediyordum. P. Hanım'la konuştum daha önce ilk ders için. Çocukların kafasında garip soru işaretleri olmasın, daha önce ne olduğunu bilmedikleri birşeyle karışılaşmaları canlarını sıkmasın diye kahvaltıda tanışmak istedim. Kahvaltıda onlarca çocuk. Şaşkın bakışlar. Bir çoğu saçıma takıldı ama bunu farkettim hemen =)
Sonra konuştuk biraz. Onların pek konuşmaya niyeti yoktu tabii. Sonra yirmisiyle ilk derse başlamak için spor salonuna geçtik. Sevdikleri şarkıcıları sordum. Biraz hayalkırıklığı yaşayınca bir cd seçtim ve koydum teybe =)
İsteyen bugün sadece dersi izleyebilir. Bugün içinizden gelmiyorsa bir köşede oturup bizi izleyebilirsiniz dedim. Ve dememle en gerideki sarı saçlı veled, ben istemiyorum diye çemkirdiı. Resmen küfür etmişti =)
Sadece o istemedi derse katılmak. Bir köşeye geçti ve oturdu. Oturduğu anda da bizden tamamen koptu. Umurunda bile değildik. Peki o zaman derse başlayalım ama biz ara verene kadar dışarı çıkmak yasak demiş bulundum. Kendimce saçma bir yasak koymuştum. Belki sinir olmuştum bu kız çocuğuna bilemiyorum. Yaklaşık on dakika sonra dışarı çıktı, biraz sonra geri geldi. Kendi kendine birşeyler yapıyor, bizimle hiç ilgilenmiyordu. Ben de sadece onunla ilgileniyordum. Ve ilk dersten adamımı bulmuştum. Bu küçük veled süper anarşist ruhuyla ve beni zerre kadar siklememesiyle gözlerimi kamaştırdı. Dünyalar güzeli, beline kadar sarı saçları, enteresan bakışlarıyla E. dokuz yaşındaydı. Sayesinde dokuz doğurdum bir saat boyunca.
Onun dışında diğer çocuklar tatlıydı. Sürekli ne yapıyoruz biz ifadesini taşıyanlar da vardı. Bir kaçı da istekli. Garip günler yaşayacağımı hissederek ilk dersi bitirdim. Çocuklarla sohbet ettim biraz. E çoktan tüymüştü =)
Eve gelip ardından işe gitmek ve bire kadar çalışmak oldukça koydu. Ama şu sıra başka şeylerin koymasına ihtiyacım olduğunu hissettim. E.'i tavlayacağım bir ara.

8 Eylül 2008 Pazartesi

çünkü sen hayatımda gördüğüm en güzel kızsın


Küçük bir kadın G.D. Ufak tefek bir güzellik. Hayatta herşeyi erkenden yapan, hiç birşey için geç kalmayan. Hep zaferleri olmuş bir kadın. Büyük zaferlerin küçük kadını. Kafasına kafasına vuran depresyonu, her an şaşkın ve muzur bakışlarıyla her insanın kafasında yer edecek özel bir kadın. Hayata tersten bakan, tersten baktığı hayata hep ters olan. Hiç birşeye boyun eğmemiş. Aklının yettiği kadar anarşist. Yeteneğinin çoğu zaman kendisinin bile farkındalığından çıkacak kadar büyüklüğü alır gözlerimi. Yapamacağı, yaratamayacağı şey yoktur. Tanrıçaların en küçüğüdür gözümde. Ufacık elleriyle kocaman bir dünya kurmuş, bu dünyaya kendi hayvan ve insanlarını sığdırmış, kul değil dost etmiş. Hiç yönetmemiş. Hep sevmiş.

Dönem dönem karışan. Dönem dönem rotası belli koca bir gemiye dönen bir kadın G.D. Dönemleri olan bir kadın. Dönemlerinin sık sık değiştiği bir kadın. Çoğu zaman delirtir beni. Umutuzdur. İnanmaz. İçinde kocaman bir hayal taşır ama. Öyle büyüktür ki dönem dönem bedene ağır gelir işte. Dönemleri bundandır. Dönemleri çoktur çünkü yük büyüktür.


Her daim kendimden biraz daha güveneceğim, biraz daha inanacağım ama hiç o olmayacağım. Birebir aynı olduğumuzu hissetsek de farklılıklarımı hep koruyacağım. Onun farklılıklarına saygı duyacağım. Öyle veya böyle uzak veya yakın, hep yanımda olacağına inandığım küçük kadın. Birkaç kadın daha var hayatımda. Farklı tatları olan farklı kadınlar. G.D. farklı. Herkesten ve herşeyden. Bu farkın kendi bile farkında değil bazen. Ama o böyle güzel. İniş çıkışları güzel. Hayatla dans edişi güzel. Sesini dünyaya duyurması güzel. O hep güzel.

7 Eylül 2008 Pazar

Yaşasınlardan bildiriyorum; yaşasıığğn!
Bugün uzun zamandır beklediğim bir haber aldım. Nasıl da mutlu oldum ahanda bu kadar olur. Çocuk esirgeme kurumunda bebelere dans dersi vermeye başlayacağım salı günü.
uzun zamandır başıma gelen en güzel şey. fena halde heyecanlıyım =)

un amour platonique

{Eylül'e ara}

Gerçek aşklar tek başlı olanlar. İki kişi aynı anda aşık olamıyor modern dünyalarda. Aşkın o hastalıklı hali (bir de bunun -de hali -den hali var- ancak tek kafada var oluyor. Ve insan bu hastalıklı durum içerisinde beyninde bir ur yaratıyor hızla. Hergün biraz daha hızla. Kocaman kocaman oluyor ve bir iğne ucunda son buluyor. Dağılıyor tüm bedeni sarıyor. Anı olarak kalıyor. Her hastalıktan sonra beden güçleniyor. Bağışıklık kazanıyor. Kimileri böyle büyüyor.
Aşk saçmalıyor insanı. Hele bir de saçma bir insansa bu aşık olma gafletindeki varlık. Hiç düşünmediği asla düşünemediği şeyleri düşlemeye başlıyor. Kafasında bir evren yaratıyor. O evrenin merkezine birini oturtuyor. Önünce secde ediyor sonra. Tabii sonra ateist de olabiliyor ama bunun konumuzla ilgisi yok. Kendi kendine yarattığı bu evren kendinden bağımsız bir şekilde, kendi kendini yok ediyor. Bu da kıyamet ama bunun da konumuzla ilgisi yok.

Aç parantez. Ramazan dolayısıyla üzerimde bir dini, bir ruhani dangalak dolaşıyor ve bu da cümlelere burnunu sokarak sinirimi bozuyor. Kapa parantez.

Aşk insana yapmayacağı şeyleri yaptırıyor. Hastalığın belirtileri bunlar. Kafasından garip garip şeyler geçiyor. İşte bunların hepsi bittiğinde saçma sapan triplere giriyor. İki gün önce aşkından geberdiği adam/kadından amına kodumun çocuğu/karısı diye bahsediyor. Tabii bu saçmalama ritüelinin en hafif boyutu. Kendi kendine intikam yolları arıyor. Canını acıtmak istiyor karşısındakinin. Sanki suçu varmış gibi karşıdakinin. Kendi yarattığı dünyadaki küresel saçmalamanın faturasını bu dünyanın tanrısına çıkarıyor. Kendi yarattığı tanrıya.
Oysa anlamıyor karşısındakinin suçsuzluğunu. Herşeyin sorumlusunun kendisi olduğunu anlamıyor. Anladığı anda öğrenmiş oluyor. Eğer anlamıyorsa bunu asla öğrenemiyor ve büyüyemiyor. Öğrendiğinde ise yoluna devam ediyor. Bu aklı başında kişi, bu saçma süreçten sağlam çıkabilmiş insan modeli. Bu süreç boktan. Bu süreçten çıkma çabaları da boktan. Zaten böyle çıkabildiğinde aklında güzel şeyler kalıyor. Ne kızıyorun kafanda yarattığına, ne köpürüyorsun. Sadece öğreniyorsun. Karşındakinin özünü görebiliyorsun.
Aşk insanı saçmalatıyor. İlişkiler değil ama. Onlar yıpratanlar. Aşk diye bahsettiğim şey tek bedende ve tek beyninde vuku bulan hadise. Aşk zor. Mantıksız ve nedensiz. Aşk insanın zekasını düşürüyor. Davranışlarını değiştiriyor. Bu süreç bittiğinde ise -aklı başında bir insansa eğer- herşey normale dönüyor. Bunu da yaşamam gerekmiş diyor. Bir tık daha büyüyor. Karşısındakini sevme nedenlerini görüyor. Eğer bu hastalık bitince hala sevilebilecek bir insan olduğunu gördüğünde, güzel bir insan tanımış oluyor. Hele aşık olduğu kocaman bir adam/kadınsa eğer kalbinin içinde hep kalıyor. İleride bazen gülüyor bazen gözleri doluyor.
Aşk bitiyor. Bitmeyenler kandırılmışlık, ihanet ve bile bile açılmış yaralar.
Aşk bitiyor. Bittiğinde hala sen, sen olarak kalıyorsan, bir tık daha büyümüş, karşındakine hala insan olarak değer veren bir insan oluyorsun. Onun suçsuzluğunu, hayatın cilvesini öğreniyorsun.
Hatta ve hatta iyi ki sevmişim ben bunu diyorsun, öyle huzur doluyorsun.

Eylül 3

Bazı şeyleri öğrenmek güzel. Öğrenme süreci kötü ama. Eğer öğrendiğiniz şeye inanmak istemiyorsanız, öğrenmeye çalışma süreci zor. Ama sonuçta öğrenmek güzel. İnsan kafasında yarattığı şeyin sıfatlarını da kendi katıyor. Kendi dünyasında var ettiği o neyse işte yine kendi dünyasının içinde şekilleniyor. Yarattığı şey o oluyor. İçini kemiren cümleler bir şekilde senden bağımsız ilerleyince karşına "öğrendiğin şey" olarak çıkıyor. İlk çıktığında kötü. Kaşları çatık, umutsuz ve acımasız. Ama bu öğreti sonunda muhtemelen doğru olan oluyor. İnsan ilişkilerinde veya kendi içsel yolculuğunda bu öğrenme süreci hep sancılı. Bir şey öğrenmek güzel ama. Eğer gerçekten akıllı bir insansan -ya da ne bileyim akıllıysan ama ısrarla kullanamıyorsan da olur- öğrendiğin şey her zaman yararına oluyor.
İnsanlara tahammül sınırlarım daraldı biraz. İnsanlar aptal, saygısız ve düşüncesiz. Onları öyle kabul etmek sancı. Onları artık öyle kabul etmemeye başlamak ise öğrenmek. Öğrendiğinizde biraz daha rahat herşey. Süreç kötü tabii. Herşeyin süreci kötü. Beklenen herşey kötü aslında. İşin içine zaman girdi mi kötü herşey.
Kafamda oluşmaya başlaması bundan iki hafta öncesine dayanır. Ama kabullenemedim bir şekilde. Çünkü kabullenmek öğrenmek. Öğrenmek istemedim bunu. Belirsiz olsun istedim birşeyler. Belirsizlik güzel çünkü, belirsizliğin olduğu yerde umut var. Umut güzel bazen. Ama bir şekilde içinde yarattığın şey ufak ufak, damla damla erimeye başladığında, tüm gücünle kafandan ittiğin bu kabullenme biraz daha büyüyor. Büyüyor ve sonra öğrendiğin şey oluyor.
İnsanları çabuk severim ben. Başta kıl olunacak kadar ukala, şımarık ve kendini bilmez değilse her insanı sevebilirim kolaca. Çok kolay da soğurum ama. Tersim pistir. İnadım inat.
Şimdi öğrenmek zor geliyor gözüme. Birşey öğrendikten sonra hayat daha kolay. Bildiğin soruyu çözüyorsun hiç takılmadan. Ama öğrenmek bir şekilde de kabullenmek. İnsanları, hayatı. Bazı şeyleri kabullenmek kötü. O çaresizlik. Bazı şeyleri kabul etmek güzel. Bu öğrenmek. Öğrendiğinde daha kolay herşey. Aslında hayat kolay. Zor eden biz ve kafamızda yarattığımız nesneler.

6 Eylül 2008 Cumartesi

Eylül 9

Üzerinden bir yıl geçmişti. Küçük bir şehirde, küçük mutluluklar içinde kocaman birşey düşmüştü üzerime. Geçen yıl şu günler. Şu günler zor günler. Eylül hep zor ama. Eylül gitmek ayıdır. Eylül'de gidilir. Gitmek için en güzel aydır. Birini göndermek için en kötü aydır. Hüzünle gelir Eylül, yaralarla gider. Eylül hep gider. Sonra Eylül'e ve Eylül'de gidenlere ağlanır. Gidene ağlanır.
Geçen yıl bu zamanlar zordu günler. Günler yoktu aslında. Gün ışığı yoktu geçen Eylül'de. Gece vardı. Bazen bir şarap şişesinde, bazen bir yastığın köşesindeydi geçen Eylül. Geçen Eylül kaldı orda. Şarap şişelerinin içinde, yastık köşelerinde.
Dönüp bakıyorum sık sık. Baktıkça batıyorum tekrar. Gidenin üzerinden yıl geçer, belki birkaç Eylül daha geçer. Ama giden Eylül'de gitmiştir. Eylül'de kalmak zor. Gitmek kolay.
Ustaca örülmüş ağların arasında yüzmeyi bilmeyen bir balıktım geçen Eylül. Kayalıkların arasından ilk çıktığımda yakayı eleverdim gözü dönmüş bir balıkçıya. Hala öyleyim. Yüzmeyi hiç öğrenmedim. Boğulmaya mahkum, suyun kaldırma gücünden mahrum bir bedenim. Hala öyleyim. Hala geçen Eylül'deyim. Hiç geçmeyen Eylül'deyim. Asla geçmeyecek, ömrüme demir atacak Eylül'deyim.
Ben Eylül'leyim.

5 Eylül 2008 Cuma

Eylül 7

Birileri var, birileri var. Bir de birileri var. Hepsi bu. En fazla bir de birileri. Bu kadar azlar. Ne güzeller, ne mutlular. Kıskanırım arada. Onlar gibi olmaya çalışırım. Teorik olarak ama. Pratiğe gelince iş yine kendim olurum. Dönüp dönüp kendim olurum ben. Ben bizzat kendimim. Deniyorum bazen, zorluyorum hatta ama olmuyor. Olmayacak da. Ben böyle güzelim...
Hala temiz aşklar var burda. Hala sevebilecek cesaret var. Hala ruh var bedende. Kovuyorum bazen. İçimdeki toplumsallık çıkıyor ortaya. Herkes gibi olmaya çalışıyorum. Başaramıyorum tabii. Herkes gibi olmaya çalıştığım zamanlarda ya gülüyorum anıra anıra, ya da ağlıyorum salya sümük. Hep bir şaşkınlık, hep bir uzaydan yarın gelecekmiş ifadesi beliriyor yüzümde. Birileri saf diyor bana, birileri temiz, birileri de salak. İşte en fazla birileri de onlar. Onlar onlar. Canımdır onlar. Böyle olmaya çalışmıyorum. Gidip hayatımı yaşamak için de kasmıyorum kendimi. Dönüp baktığımda hayatım bu diyorum kendime. Ben hayatımı böyle yaşıyorum. Öteki de güzel. Ama öteki onların. Onlar güzel. Ben de güzelim ama. Yere biraz yakın olabilirim. Yerçekimiyle aram fazla iyi olabilir. Ama olsun yirmi santim yukarda benim ayaklarım.
Hala hayallerim var. Hala bir yolum var belirsiz. Hala belirsizliklerim var. Belirsizliği seviyorum. Belirsizliğin olduğu yerlerde olasılıklar vardır, olasılıkların olduğu yerlerde umutlar. Umutlar güzel, yaşatır insanı. Fazla hayalperestsin diyor bazıları. Yeter artık saçmalama demenin kibarcası, biliyorum. Hayat o kadar kibar değil tabi. Ben de çok kibar sayılmam. Yaşanmıyor zaten öyle kibar kibar.
Hayat ümitlerle kolay değil. Hayat belirsizliğin olduğu her noktada kötü. Bazı belirginler, çoğu belirsizlikten daha kötü.
Belirsizlik güç verir bazen.
Onlar öyle demiyor. Birileri bana birşeyler diyor. Bazen kıskanıyor ve onlar gibi olmaya ruhumu askıda bırakmaya çalışıyorum. Henüz küçüksün büyüyeceksin diyorlar. Öyle büyünmüyor bilmiyorlar. Ben de bilmiyorum ama. Belirsiz benim hayatım. Dönem dönem gömsem de toprağa hala umudum var benim. Hala çıkacak bir yolum var. Hala sevdiğim insanlar var. Hala aşığım mesela. Belirsizlikler içinde.
Onlar sevmiyor bunu. Ben onları seviyorum. Hala toleranslıyım insanlara. Herkesin bir yolu var. Ben henüz çıkmadım o yola. Oyuncak tren rayları gibi dönüp dolaşıp aynı yere geliyorum. Dönüp dolaşıp, biraz araşıp içime dönüyorum. Döndüğümde gördüğüm manzara hep aynı. Benim hayatım böyle... Gidip hayatımı yaşamak gibi bir arzum yok. Ben hayatımı yaşıyorum... Ben hayatımı belirsizliklere bölüp hayat gücümü böyle besliyorum.
Hala aşk var, hala tertemiz kimi kalpler. Dünya herşeye rağmen güzel. Şimdilik böyle. İçime döndüm ben yine..

Eylül 11


İkisinden biriymiş seçim. Üçüncü bir şans vermeyiz kendimize. İki şans vardır hayatta. Seçimini yaparsın ve sonuçlarına boyun eğersin. Boyun eğmek biraz katı -veya sonuçlarının keyfini çıkarırsın.- Hayatta şanslar vardır. Bir bölümü cebimizde "dış görünüşümüz, yeteneğimiz, kişisel özelliklerimiz, ailemiz, para vs" bir bölümü elimizdedir. Cebimizde olanlar güzel. Hazır ve nazır bir şekilde, tek tek aşmak için yolları güç verir bolca. Eğer aşılması gereken bir yol, gidilmesi gereken bir yer varsa. Diğer durumda elimizdekilere mecburuzdur. Elden gelmeyen şeylere mahkum. Bir yolumuz veya gidilecek bir yerimiz yoksa hayat daha zordur. Şanslardan artık "teptiğimiz şanslar" veya varlığını göremediğimiz, görüp de inanamadığımız şanslar diye bahsederiz. Tabii uzun bir zaman sonra. Artık o şans yokken yani.
Hayat seçimler ve seçilmeyenler olarak iki ayırlılır böyle bir teoride. Üçüncü bir şans yok yine. Seçemediklerimiz zor, seçtiklerimiz kolaydır bir süre. Biraz daha süre geçtiğinde -zaman değil- seçtiklerimiz daha zor gelmeye başlayabilir. "Ama ne yapalım? Hayat zor!"
Birşeyler seçtim dün. Seçemediklerimi ve seçtiklerimi çıkarınca cebimden.
Yolum var. Uzun mu uzun. Gidilecek bir yer yok ama. Bir yere ulaşmak için çıkılmaz her yola. Yola çıkış amacı sadece yola çıkmaktır. Aradığın şey yoldadır nasılsa.
Seçimlerim üzerine bolca kafa yorarken, adaletsizliğin kırıntılarını gördüm düşlerimde. Hayat adil değil. İnsanlar da. Tanrı da adil değil. Yollar adil ama. Herkesin bir yolu var. Bu yola çıkmak için nedenleri. Nedensizce yaşamak ne kadar kolay olsa da herkesin bir yolu var. Farketmeden de bu yola çıkmak için nedenler.
Nedenlerimiz var. Nedensizlikten uzak nedensiz hayatlar yaşarken, seçimlerimiz ve seçimlerimizin nedenleriyle çıkıyoruz yola. Seçemediklerimizin cezasını çıkarıyoruz yoldan.
Yollar ne olursa olsun güzel. Kötüsü yol bitince. Her yolun bir sonu var çünkü. Her seçim bir şansla gelir. Her seçimin bir nedeni vardır. Ve iki şansı. İki de yol. Yollar sınırlı, hayat bir fanus. Bu sınırdandır; hayatın içinden çıkıp gitmek, yollara düşüp ömür haritasını çizmek. Her seçimle, her seçimin nedenleriyle çıkılan yolda hayatın sınırları zorlanır. Varmak istediğin bir yer olsun veya olmasın...

Eylül 8

Bir aşk için yapabileceğin her şeyi yaptığına inanıyorsan ve buna rağmen hala yalnızsan, için rahat olsun. Giden zaten gitmeyi kafasına koymuştur ve yaptıkların onun dudağında hafif bir gülümseme yaratmaktan başka hiçbir işe yaramayacaktır.

Sen kendini paralarken o her zaman bahaneler bulmaya hazırdır. Hani ağzınla kuş tutsan "Bu kuşun kanadı neden beyaz değil?" diye bir soruyla bile karsılaşabilirsin.

İki ucu keskin bıçaktır bu işin...

Yaptıklarınla değil yapmadıklarınla yargılanırsın her zaman...

Bu mahkemede hafifletici sebepler yoktur. İyi halin cezanda indirim sağlamaz.

Sen, "Ama senin için şunu yaptım" derken o, "şunu yapmadın" diye cevap verecektir ve ne söylesen karşılığında mutlaka başka bir iddiayla karşılaşacaksındır.

Üzülme, sen aşkı yaşanması gerektiği gibi yaşadın.Özledin, içtin, ağladın, güldün, şarkılar söyledin, düşündün, şiirler yazdın. "Peki o ne yaptı" deme. Herkes kendinden sorumludur aşkta. Sen aşkını doya doya yaşarken o kendine engeller koyuyorsa bu onun sorunu. Bir insan eksik yaşıyorsa, ve bu eksikliği bildiği halde tamamlamak İçin uğraşmıyorsa sen ne yapabilirsin ki onun için?

Hayatı ıskalama lüksün yok senin. Onun varsa, bırak o lüksü sonuna kadar yaşasın.

Her zaman ki gibi yaşayacaksın sen. "Acılara tutunarak" yaşamayı öğreneli çok oldu. Hem ne olmuş yani, yalnızlık o kadar da kötü bir şey değil. Sen mutluluğu hiçbir zaman bir tek kişiye bağlamadın ki.... Epeydir eline almadığın kitaplar seni bekliyor. Kitap okurken de mutlu oluyorsun Unuttun mu? Kentin hiç görmediğin sokaklarında gezip yeni yaşamlara tanık olmak da keyif verecek sana...

Yine içeceksin rakını balığın yanında. Üstelik dilediğin kadar sarhoş olma özgürlüğü de cabası...

Sen yüreğinin sesini dinleyenlerdensin ve biliyorsun asıl olan yürektir. "Yürek sesi ne?" bilmeyenler, ya da bilip de duymayanlar acıtsa da içini unutma; yasadığın sürece o yürek var olacak seninle birlikte. Sen yeter ki koru yüreğini ve yüreğinde taşıdığın sevda duygusunu...

Elbet bitecek güneşe hasret günler. Ve o zaman kutuplarda yetişen cılız ve minik bitkiler değil, güneşin çiçekleri dolduracak yüreğini...

Nazım Hikmet Ran

4 Eylül 2008 Perşembe

Eylül 4


Evvel zaman içinde diye başlar ya masallar, çok değil az zamanlar evvelsi. Bir pervane böceği yaşarmış bataklıkların birinde. Mutlu mesut uçarken bu oralarda bir dert gelip bulmasın mı fakiri. Bir kelebek görmüş gelen baharla. O güne kadar bir tek kendi suretini görmüşmüş bu bataklığın suyunda, bir kendini sanırmış en güzel, bir kendini sanırmış uçup kaçan. "Sen ne güzelsin a canım" demiş. "ben gariban kaldım yanında" Kelebek hain çıkmış, iki günlük ömrünün acısını bundan çıkaracağım diye kandırmış onu. Hani demiş "akşam olunca o uzak ışıkları görürsün ya ta oralarda, sihirli o ışıklar orda kelebek yapıyorlar sen gibileri." Aldanmış buncağız. Düşün taşın, biraz da kaşın pervanecik o uzak ışıklara uçmaya başlamış en nihayetinde. Yol uzun mu uzun bitmez mi bitmez... Yaklaştıkça ışığa dili damağı kurumuş kanatları yanmış kavrulmuş. Işıklar yalancı, ışıklar sahtekar. Pıt diye düşüvermiş yere, pıt diye. Bir su verenim yok mu derken, yakışıklı bir prens görmesin mi bunu. Görüş o görüş. "Adın ne" demiş prens. Emine demiş pervane. Adı da mı varmış bunun deme, masal bu, yersen. "Ne eylersin burda a benim canım" demiş prens. Yazık sana. "Kelebek olmaya geldim" demiş kız böcek. e demiş görmez misin kendini. "Kelebeliğin ömrü iki gün, neyin eksik kelebekten, sen zaten en güzelsin, sen zaten en şirinsin." Tutup kaldırmış bunu prens yerden. Özünden ayrı, özünden başka güzel olur mu hiç bir mahluk.

Böyle işte. Sonu mu? Sonunu sorma bana, sonu yok ki masalın. Hiç bitmemiş bu masal, mutlu mesut hala yaşarlarmış oralarda bir yerlerde...

2 Eylül 2008 Salı

Eylül 1


Dokunamamışsa hiç tenime, ruhumda erittiğim şarkılar. Hiç bir söz denmemişse bundan önce bir nefes daha alış sebebi olsun. Bir fahişeyle görmemişsem eğer gün batımını. Eğer gerçekten öğrenmemişsem hiç birşey. Kirden almamışsam nasibimi ve bir aptal gibi sığınmışsam kitaplara. Oyunlar oynamışsam bundan önce. İnanmışsam diğerleri gibi bütün saçmalıklara. Aşkı her tattığımda biraz daha yalnız kalmışsam ya da aşk sanıp sığınmışsam yılanların koyuna. İz bırakmışsa birileri ellerimde. Çamur mudur ki bu? Yıkasam çıkar mı?
Ya gerçekten bir ihtimal daha varsa hayatta ve ben bunu göremeyecek kadar safsam. Bugün için ağlarken yarına inanacak bir güç varsa eğer hayatta.
Acı üstüne acı çekerken. Sessiz ve yalnızken. Lekesiz ve tecrübesizken orospuluktan. Ya hepsini tattıysam sırasıyla. Bunu ben bilmezken diğerleri bilebilecek kadar akıllıysa ya benden.
İnanmak dediğin şey anbean içini kemiren,bir ura dönüp, beynimi tane tane aldıysa her geçen gün?
Ben beni ne kadar tanıyorum veya siz beni ne kadar tanırsınız dar-ı dünyada. Üç günlük mutluluklara parçalayıp onüç günde bitirdiysem eğer hayatı?
Beni bana anlatacaktır bir gün sokaklar. Leş eller dokunacaktır sırayla daha önce dokunulmamış yerlerime. İşte o zaman mı büyümüş, akıllanmış, öğrenmiş olacağım hayatı?
Hayat acı çekerek günbegün batarak mı öğrenilir bataklığa? Hayat böylemidir. Kan çanağı gözlerle mi bakmalıyım hayata. Yarın sabahı düşünmeden, adını bilmeden sevişmeli miyim bedenini toprağa satmış, kalbi kapkara çocuklarla. Bir çocuğun minicik avuçlarında mı vermeliyim son nefesimi. Ölüm gerçek midir ki bu kadar. Kapkaramıdır gözleri son kez kapamak. Bu yüzden mi yıkarlar bizi ve bembeyaz çarşaflarla görmerler yerin yedi kat altına. Tanrının soracaklarını mı öğretecek bize o çocuklar. O çocukları tanır mı peki tanrı. Biz tanıdık mı daha önce o çocukları. Kalp atışlarını duyduk mu?
Ellerimdeki izi görmezsin sen. Görmeyeceksin de. Gündüz vaktiydi hepsi. Bundan iki yaz önce. Çok sıcakken, susuzken ve uyurken. Ne kadar yalan söylediğimi, ne kadar oynadığımı bilemezsin perdelerin ardından. Ben sahnede oynamam.
Gün gelir yazılır hepsi. Önce avuca sonra kağıda. Okur birileri ve unutur. Hayat böyle. Bizim olmayanlar unutulur. Bizim olmayacaklar unutulmaz. Olasılıklar kalır akılda.
Bundan böyle diye başlayan yazılar için geç şimdi vakit. Hem Eylül hiç uygun değil böyle yazılar için. Sinsidir Eylül. Ne sen onu anlarsın ne o seni. Geçer gider ama mutlaka bir yara açar veya bir iz bırakır. Bundan böylesi yok bundan böyle. Burda biter hikaye. Ne kadar yazarsam yazayım yalanlar anlatılamaz kağıda. Böyle gider bu.
Çok el gördüm kimse görmeden. Kirliydiler. Kimi doğuştan lekeli. Kimi yaramaz çocuklardı. Kimi de annelerine küsüp kirletmişti ellerini. Gün gelir de avucumu açarım diye beklemez kimse. Açmam çünkü. Ne avucumu bilir, ne içindekini.

Konuşmak

Masada biralar vardı. Bir de sigara. Hemen herkesin ağzında ve küllükte. Bolca. Neyin var diye sordular. Neden konuşmuyorsun dediler defalarca. Sinir bozucu olmaya bile başlamıştı bu durum. Bunu yapan çok sevdiğim insanlar olsa da. Gerildim. Yirmi dakika aralıklarla. "E konuşsana" "Neyin var?" gibi sorular duydum. Bira içiyordum.
Biraların ve sigaraların sayısı arttıkça daha sessiz kaldım. Her sigarada bir cümleyi daha yerim beynimde. Konuşmadım...
Konuşmak için toplaşmıştık. Son zamanlarda hepimizde açılan irili ufaklı yaralar için bir aradaydık. Anlattı onlar uzun uzun. Ben de herkes gibi dinledim. Biraların ve sigaraların sayısı arttıkça benim de konuşmaya başlamam gerekti.
Bir kaç cümle kurdum birbirinden kopuk. Asla söylemek istediklerim onlar değildi. Bir türlü anlatamadım derdimi ve uzatmadım.
Bilmiyorum, önce kafamda çözmem lazım dedim. Masadakilerin boş bakışları arasında yine sustum.
"Bu konular" açıldığında konuşamıyorum ben. Konuştuğumda da demek istediğimi anlatamıyorum. Bu yüzden "bu konuları" sadece dinliyorum.
Birşey oldu.. Sonra şey oldu. Ama o öyle değildi. Ben bunu demek istemedim. Ben bunu hep dedim.
Susmak güzel şimdi. Daha fazla karıştırmamak için içi. Şimdi güzel susmak.
Bir sabah uyandığımda geçecek hepsi. Ama uyumalıyım.. Uzun zaman sonra ilk kez gerçekten uyumalıyım..