26 Ağustos 2009 Çarşamba

Biz küçük dünyamızda mutluyuz. Size de mutluluklar.
Hayatımın her evresinde hatalar yaptım. İtiraf etmeliyim ki bunlar çok büyük hatalardı. Bu şekilde oluştu zaten hayatımın her evresi. Yirmi yaşında olacağım. Az kaldı. Zaman geçsin. Artık şikayet etmiyorum da. Zaman geçer-miş. Kalanlar kalır-mış, gidenler gider-miş. Her zaman, zaman ne olursa olsun gidenler ve kalanlar olacak-mış. Bir masalın en güzel yerinde açmak vardı gözleri dünyaya. Olmadı. Olmasın. Dediğim gibi; biz küçük dünyamızda mutluyuz. Size de mutluluklar. Tüm büyük hatalarımla ben de büyüdüm. Bugün diyebiliyorum ki; büyüdüm. Öğrendim. İsteklerimi geri çevirmemeyi de öğrendim. İnsanlara hayır demeyi de. Aşkı da, kavgayı da. Kendimle mücadele etmeyi öğrenemedim henüz. Beynim uçup giderken, uçup da deryaları denizleri aşarken; ayaklarım hep sabit. İlerlediğimin farkındayım. Gitmediğimin de. Ama birgün gideceğim. En çok da bunun farkındayım. Çünkü katbekat daha da artıyor bu şehre nefretim. Nefretim artarken bu şehre, bu şehirdeki sevdiklerim de azalıyor. Vapurları sevmiyorum artık. Sigara içilmiyor. Sokakları da sevmiyorum. Her köşe başı biri gelip sizden para istiyor. Çok sevdiklerim de gitti zaten. Benim hatalarım yüzünden. Öyle olması gerekiyordu, oldu diyorum. Buna da hayatımın bir evresi diyorum. Galiba böyle büyüyorum. Artık içinde bu şehrin adı geçtiği bir yarınım yok. Hayallerimin içinde yok bu şehir. Gitmeliyim. Gideceğim. Nereye, nasıl, ne zaman diye sormuyorum hiç. Bildiğim tek şey, gideceğimdir. Bu şehir de benim hatalarımdan biri. En büyüğü hem de. Her geçen gün biraz daha hissizleşiyorum burada. Kaçıp kurtulmak lazım buradan. Emin olduğum şeylerden biri; bu şehrin bana huzur vermediği. Küçük bir dünya kurmam lazım. Hani en ucuz filmlerin, ucuz aşkları gibi; sıfırdan başlamak dediklerinden. En baştan. Baştanbaşa kendi ellerimle kuracağım bir dünya yaratmalıyım başka bir şehirde. Yaratmalıyım. En çok da bunu yapmalıyım evet. Yazmalıyım. Çok yazmalıyım. Çok okumalıyım. Bu şehri silmeliyim hafsalamdan. Unutmalıyım. Umutlanmalıyım bir de. Öyle uzun zaman oldu ki yazmayalı, kendimle başbaşa kalmayalı. Bu şehirde insanın kendiyle kalması zor. Zira her gün, her mevzu bir savaş meydanı. Yalnız kalmak kolay değil burada. Benim için yazmak da. Yazmam lazım. Çok özlüyorum. Tekrar kendimi hatırlamam lazım. Üç yılım kaldı diye tahmin ediyorum. Sonra gitmeliyim. "Yolların beni götürdüğü son noktaya kadar."
Burada şans denen şey yok. Kimse size bir şans vermiyor. Her konuda. Yerinde saymaya mecbur bırakıyor bu şehir. Ne dostlarınız şans veriyor, ne sevdiğiniz, ne de insanlar. Hatalarımızla ve yanlışlarımızla bu şehrin yollarına gömülmek zorundayız hepimiz.
Öyle yapmak istemiyorum. Ben bunu istemiyorum. Özgürlüğümü, kendiliğimi sonsuz bir sessizlikle hissetmek istiyorum. Yanlışlarımı unutmak istiyorum. Hatalarımı silmek istiyorum. Yarın benim için güzel geçsin istiyorum. Hüzünlü bir istanbul sabahı vedalaşmak istiyorum bu şehirle. Yollarımızın sonsuza kadar ayrıldığına dair verdiğimiz sözle.

8. Ay'a :)

?

Eveet, blogumdaki uzun sessizliğimi bozuyorum. Bugün canımı çok sıkan ve blogumla paylaşmak istediğim bir konu var. Benim hiç alakam olmasa da zaten okusam da bugün bunu buradan haykırmaktan gurur duyuyorum; konservatuvar sınavlarında torpil var kardeşim! Pırıl pırıl insanların kaderini belirleyen üç beş tane dinazor, kakala "konservatuvar memuru" o juri koltuklarında oturmaya devam ettikçe, eşine dostuna sahneleri emanet ettikçe devlet konservatuvarları benim .imde olmayacaktır. Nokta.