30 Temmuz 2010 Cuma

7'in Bitirdin

Acı hatıraların odasını terk ettim
Ötekine geçtim
Gözyaşlarım orda kaldı
Ne evlere sığıyorum ne sokaklara
Karşıdan karşıya geçerken
Havalara bakıyorum
Üstüne yürüyorum arabaların
Daha ne söyleyeyim
Bilmiyorum ki

Bu dudaklar artık seni öpmeyecek
Bu kalp senin için çarpmayacak
Senin için yaşamayacak, ölmeyecek
Senle aynı ağaca adını yazmayacak
Sen de gittin ya...

İçim boş
Odalar boş
Boşlukta yüzüyorum
Boğuşuyorum kendimle
Bir batıp bir çıkıyorum
Beni başka biri keser mi kesmez
Burda bir gün geçer mi geçmez
Yabancı yataklarda uyumaya mı alışayım
Elimden geldiği kadar yaşamaya mı çalışayım

Beni yedin bitirdin
Kırdın geçirdin
Böyle bitirdin

Çok çok çok kötü geçirdin
Burnumdan getirdin
Yedin bitirdin

Şu sıralar çok yalnızım
Kendimle konuşuyorum
Hüzünlü kitapları
Okuyup hüzünleniyorum
Sibiryadan beter bir yatak
Yattım mı başlıyor panik atak
Ağlıyorum sanıyorsun sadece
Ne uyku var ne dur durak
Sen kendine müslüman
Bu aşk değil bu tekme tokat

Beni yedin bitirdin
Kırdın geçirdin
Böyle bitirdin

Çok kötü geçirdin
Burnumdan getirdin
Yedin bitirdin

Her gece her gece
Ölünmüyor iki kere

Beni yedin bitirdin
Kırdın geçirdin
Böyle bitirdin

Çok çok çok kötü geçirdin
Burnumdan getirdin
Yedin bitirdin

27 Temmuz 2010 Salı

Ev Oturması

Temmuz da bitiyor. Yaz gidiyor yavaş yavaş. Gitsin. Bitsin. Eminönü'nde yağmura yakalanırsanız bir yaz günü sakın turistik bir kafede oturmayın. Türkçe konuştuğunuz için kendinizi çok değersiz hissediyorsunuz. Yapmayın. Alt geçitte onlarca insanla yağmurun dinişini beklemek daha güzelmiş. Ben yaptım, siz yapmayın. Hayatta da böyle kesin kurallara ihtiyacımız var. Onun öyle olmasını istemiyorsan böyle yap gibi. O kurallar var aslında. Herkesin herkesten duyduğu, üzerinde tecrübe yazan, çoğu zaman işleyen ama netice itibariyle herkesin kendi kendine varabileceği gerçekler. Hayat çok sınırlı aslında. Çok temel kurallar var. Yağmur yağdığında kapalı bir yerde durmak gibi; eğer ıslanmak istemiyorsan. Ya da acelen varsa evde oyalanma; eğer gitmen gereken bir yer varsa. Deneyip de bulduklarımız, deneyip de bulamadıklarımızın yanında duruyor oysa. Hepsi yanyana. Hayat çok sınırlı. Neler yapabilirsin ki en fazla? En fazla ne kadar ıslanmadan durabilirsin yağmurda. İstanbul gibi çileli bir şehirde yaşıyorsan geç kalmamak gibi bir lüksün yok hiçbir yere. Bunlar da temel kurallar. Her kuralın bir panzehir kuralı var. Onun yıkılması için mutlak bir neden var.
Kural Bir: Zaman geçer. Zaman hızla akıp geçer hem de. Fark etmeden, hissettirmeden notasından şaşmayan deneyimli bir orkestra gibi usul usul geçer. Eğer zamanla bir problemin varsa, onu yakalamak ve içinde kendine yer bulmak istiyorsan; evde oturup beklememelisin. Çünkü bilinir ki evde geçmiyor zaman. Ev saatiyle yerel saat arasında birkaç yıllık bir fark var. Evde zaman hep birkaç yıl geride. Zamanın içinde kendine bir yer arıyorsan dışarı çık. Zamanın Dünya'nın yerel saatiyle bir olduğu, aynı anda attığı tek yer dışarısı. Evden dışarı.
Evden dışarı çıkacak mecalim yok. Günlük "ertlemelerime" geçen her günle bir yenisini ekliyorum. Yarın giderim dişçiye gibi cümleler günlük mecburiyetlerim oldu. Fark edemediğim şey ise, benim yarınımın dışarının yarınına eşit olmaması.
Kural İki: Eğer gelecekle ilgili kaygıların, yapmak istediğin şeyler varsa üstelik bunlar çoksa evde oturma. Çünkü evin geleceği yok. Hep bir mışlı geçmiş zamanda kalarak gelecek planları yapılmaz. Romancılar bile romanlarını evde yazmaz. Dünya zamanıyla bir tutmak için kalemini sokağa çıkar, zamana karışır. Evden çık.
Aslında sıkıntılı günler yaz ayları. Hiç öyle yaz, plaj, alkol heyoo kafası değil. Yaz aylarında zaman yavaşlıyor. Aheste aheste yayılıyor etrafa sıcaklık, nem. İnsan ağırlaşıyor. Boşuna demiyorlar yaz şişkinliği diye tombik kadınlar. Yaz şişiriyor. Bu yavaşlığın etkisine girilmeyegörsün. O zaman kolunuz asla kıpırdatılmaması gereken bir cisim oluyor. İp üstünde yürüyen cambaz gibi büyük bir dikkatle kıpırdatmıyorum kolumu. Yaz ayları erteleye erteleye geçer. Erteledim erteledim Temmuz'u bitiriyorum. Ağustos'a şimdiden selam olsun. Daha fazla yazamayacağım sanırım, parmaklarım yoruldu (!)
Bildiğim ve asla uygulamadığım kurallarım ve ben evdeyiz. Bekleriz.

16 Temmuz 2010 Cuma

Bir Baltaya Sap Olamayacaklardan mısınız?

Aklını bir yere koymuş sonra kaybetmiş, yine bir yerlerde aklını -ya da ona benzer bir şeyi- tekrar bulmuş veya yine kaybetmiş biriyim. Hani ilk okulda "zeki ama çalışmıyor, çalışsa yapar" dedikleri çocuk var ya galiba o benim. Bazen kendimin böyle biri olduğunu farkedip çok bozuluyorum. Biri bam telime dokunmuş gibi geliyor. Ama öyle. Ama -ki ben her zaman kabul edip yola devam etmekle ilgili cümleler kurup, bunu sadece yazıda bırakmışken- bunu bir türlü kabullenemiyorum. Kafamı bir yere koyuyorum, sonra rahatım kaçıyor hoop başka yere gidiyorum çoğu zaman farkında dahi olmadan. Denemediğim olay kalmadı sanırım. Sanatın her dalıyla bir yerlerde bir şekilde haşır neşir olmuşluğum var. Sonra hep bir vazgeçiş, geri dönüş "cık hayır ben bunu yapmak istemiyorum galiba" deyiş var. Hayatım başlayıp yarım bıraktıklarımla dolu. Otuz yaşıma geldiğimde başlayıp yarım bıraktığım bir hayatım olmaz umarım. Çünkü teoride birçok şeyle ilgili olup, denemek güzel bir şeymiş gibi görünse de pratikte hiç öyle değil. Yıpratıcı. Herşeye yeteneğim var galiba benim derken, çok yeteneksizim sanırım bankacı olmalıyım da diyebiliyorsun. Git-geller yorucu. Başlayıp yarım bıraktığım kurslar, atölyeler, okullar, işler.. Yirmi yaşımı bitirmeye hazırlandığım şu galiz yaz günlerinde farkediyorum ki başlayıp yarım bırakma limitimi tamamen doldurmuşum. Sanırım artık başla-bitir sürecine girmeliyim. Çünkü herkesin "bu çocuk ne olacak acaba" (yarı acıyarak, yarı kınamayla) cümlesinden sıkıldım. Pratikte çok söylenip, teoride ne yalan söyliyeyim haklı kadıncağız diyorum. Tam bir şeye başlıyorum ve devam edip sonunu getirmek üzerine emin kararlarla alıyorum. Pat kendi önüme başka setler koyuyorum, kendi kendimi engelliyorum. Aman zaman geçmesin, hayat bu kadar hızlı akmasın diye evhamdan evham seçerken öte yandan Pazartesi olsun başlayacağım diyorum. Pazartesi başladığım "herşey" Salı bitti. Tekrar başlamak için hep bir sonraki Pazartesi'yi seçtim. Tembelim çok. Ve sabırsız. Hem karnım doysun hem pastam dursun bir insan olduğum gerçeği bazen rüyama giriyor. Ne yapmak istediğime eminim aslında. Eminim de nasıl yapacağım kısmında şüphelerim var. Sabrım yok. Hemen olsun bitsin istiyorum ve bu isteğim o kadar ağır basıyor ki hemen olup bitmeyince o zaman toptan bitsin deyip geri adım atıyorum. Onu mu yapsam bunu mu yapsam sürecimin bittiğine şükrederken bir de farkettim ki; peki ben onu nasıl yapacağım? sürecine girmişim. Bu daha kötü sanırım. Öyle mi yapsam? Yok. Böyle mi? Yok.
Haydi bir şeyler olsun, birkaç şey üst üste güzel geçsin. Güzel güzel hikayelerim olsun ve ben bunla ilerliyeyim. Biz bir baltaya sap olamayacaklar hep bir ivme arıyoruz. Hep bir baltanın gelip bize çarpmasını "aa bak sap oldum" demeyi bekliyoruz. Beklemekle geçmiyor ama hayat. Durup kalıyor öyle. Yapmak istediğim çok şey var ve bu uğurda harcamam gereken çok mesai var. Ve kendime ait bir eve, istediğim zaman çıkıp gidecek kadar paraya ihtiyacım var. O zaman bir sap olacağım galiba. Bunun için çalışmalarıma hız vermeliyim. Yaşıtlarım ve etrafımdaki insanlardan hep başka birşey istemek sanırım benim sorunum. Tiyatro okuyorum ama yazar olmak istiyorum. İşte hayatımın genel özeti bu sanırım. Bu durum beni ürkütürken bazen de çok güldürüyor. Tiyatro okuyup kim sosyoloji yüksek lisansı yapmak ister? Böyle biriyle tanışmak istiyorum. Galiba kendim gibi arada kalmış, sap olacağı o günleri sabırsızlık içinde bekleyen başka yarım akıllılara ihtiyacım var. Bir yerde bir şekilde karşıma çıkmalarını umuyorum.

Geçmiş Yaz'lar

Mevsimlerden yazdı ya da kış. Belki bahar. Yüzümüzde ter vardı veya yağmur taneleri. Henüz gözyaşı değillerdi. Bir kaç masum su tanesi. Sonra büyüdüler. Akar oldular gidenin ardından. Gidenler ağlatır. Giden gitmiştir ve kalan artık gidenin yarısıdır. Hep yarısı kalır içerde. Giden gider ama. Onda kalmaz birşey. Kalanda kalır tümü. Belki yarısı.
Günlerden Cuma'yadı veya Pazar. Birileri gitti, birileri kaldı. Üzerinden uzun bir zaman geçti. Aylar veya yıllar. En kötü ihtimalle günler. Unutmak zor, hatırlamak kolay. Yaşananlar, yaşayanın verdiği değer kadar kalır hatırda. Geride kalan hatırlar. Giden unutmuştur çoktan. Giden temizler hafızasını, kalana bırakır hepsini. Ne bir eksik ne bir fazla.
Bir çocuk gitti aylar önce, veya haftalar. En kötü ihtimalle günler. Üzerinden ne kadar vakit geçerse ihtimal o kadar güzel. Zaman -hiç sevmediğim ve asla sevemeyeceğim. - bu kez dosttur kalana.
Zaferi kazanan kalandır. Eğer bir savaş varsa ortada. Üzerinden ne kadar zaman geçerse geçsin.
Giden kolayı seçmiştir. Kolaydır gitmek. Ardında bıraktığınla, aklında kalan birbirine eşitse,kolaydır gitmek. Gitmek kolay.
Zor olan kalmak. Beklemek, durmak zor. Durup beklemek zor zamanı. Geçerken alsın götürsün birşeyleri diye. Kalanlar kalacaktır zaten kalanın içinde. Onun an olup çekip gitmesi zordur. Hatta imkansızdır belki.
Zamanla tükenir herşey. Zamanla azalır. Yok olmaz ama. Üzerinden bir yıl geçse de. Üzerinden bir ömür geçse de zor kalan olmak. Gitmek kolay. Kolayı seçmek kolay.
Giden gitmiştir ve artık kalan gidenin yarısıdır bundan böyle. Bir çocuk gitmiştir bundan aylar önce.
Gidenler kolay olanı seçmiştir. Kalıp sevememiştir. Savaşamamıştır. Eğer bu bir savaşsa. Kalan onu hep hatırlar iyi veya kötü. Unutmaz kalan. Giden unutulmaz. Yanında kalan biraz karmaşa, biraz yalnızlık, biraz soyutluktur. Ve tabii gidenin yarısıdır.
O çocuklar hep gittiler. Onlar çocuktular minicik elleri, minicik gözleri ve minicik kalpleri vardı. Hep çocuktular. Kalanlar büyür sonra, çünkü gidenin yarısı artık içindedir. Bir buçuk beden taşır bundan böyle. Yarım kat daha hatıra, yarım kat daha acı, yarım kat daha gözyaşı. Giden gider. Kalanlar artık kalandır. O kadar kalmıştır ki o anda, gözlerini kapar hayata.

Duran Yaz

Zaman bazen durur gibi olur. Bazen hiç akmadan, değişmeden geçip gider. Geçip giden günleri farkettiğimizde zamanın da geçtiğini farkederiz. Zaman bazen evrende asılı kalır. O orada dururken işler burada daha anlamsız ve daha anlayışsız ilerler. Zaman bazen peşinden koşup yakalamaya, dizginlemeye çalıştığımız bir at iken bazen de dingin bir su gibi.
Benim suyumun dinginleştiği zamanlar hep yaz aylarına gelir. Yaz ayları bitmeyen günler, değişmeyen haberler ve kulakta aynı kalmış bir şarkı gibi.. Zamanın durup dinlendiği zamanlarım yaz ayları. Bir bilgelik, bir sakinliğe bürünmüş bu ayları sevmiyorum. Sakin ve sinsi geliyor yaz günleri. Hiçbir şey anlamadan, değişenleri farketmeden, kaçıp giden günleri bilemeden bir bakmışsın Sonbahar gelmiş. Unuttuğun faturaları toptan ödemek gibi.. Geçen zamanın ceremesini çekmek gibi Sonbahar. Yavaş yavaş değil. Durup bakarak, zamanda küçük kavisler yakalayarak da değil. Hoooop "bir zaman sonra" dizi/filmlerde bir sonraki sahneye geçerken "bir yıl sonra" yazar ve karakterlerin ve hikayenin değiştiğini, kiminin yaşlandığını, kiminin öldüğünü anlarsın peşpeşe gelen sahnelerde işte onun gibi. Yaz'dan Sonbahar'a geçiş tam da böyle benim için. İstanbul sıcağını üzerime yıktığı rehavetten midir, vıcık vıcık şehrin kargaşasından mıdır bilmiyorum ama bu zamanlar bana hep "hiçbir şeyin olmadığı/hiçbir şeyin olamayacağı günler" gibi geliyor. Oysa öyle değil. Yaz'ın da zaman geçiyor. İyi kötü şeyler oluyor, hayat akmaya yeni insanlar gelip gitmeye devam ediyor. Ama işte bir şey -neyse o bilemiyorum- bunların hepsini görmezden gelmeme, görüp de gözümü yoracak mecal bulamamama neden oluyor. Şu zamanlarda iyi-birkaç-birşey bekliyorum. Bekliyorum ki tekrar zamanın aktığına, hayatın değişebileceğine inancım devam etsin. Zaman durmuşken ben pek iyi olmuyorum. Büyüdükçe bunu anlıyor, Yaz aylarından daha çok uzaklaşıyorum.

15 Temmuz 2010 Perşembe

Yabancı-lık

Yaşadığın ülkede başkası olmak, başka bir ülkede yabancı olmaktan daha zor. Sokaklarında yürüdüğün şehrinde başka levhaları farketmek, başka binaları beğenmek kadar sırdan bu ayrım. Dünya büyüdükçe hangi şehirde olursan ol ortak bir dile sahip oluyorsun. Zaman hızlandıkça dünya büyüyor. Zaman daha hızlı akmaya, günler daha çabuk geçmeye başlıyor. Bu hızın içinde de hemen herkesin kulağına aynı müzik, aynı sözcük, aynı olay takılıyor. Dünya büyürken günlerimiz küçülüyor. Hepimiz aynı şehrin yabancı sakinleri oluyoruz hızla. Dünya'nın bir parçası olmaya, hızla geçen zamana ve gündeme tutunmaya çalıştığımız bu yüzyılda yabancılaşıp başkalaşmamız en büyük çelişkimiz. Herkesin bir fikri var. Ama zaman o kadar hızlı akıyor ve öylesine hazırcı oluyoruz ki bütün fikirlerimiz televizyonda gördüklerimiz ya da sabah işe/okula giderken otobüste duyduklarımızdan ibaret oluyor. Bu sebeptendir ki fikirlerimiz yarım yamalak. Bilgi edinmeden fikir sahibi oluyoruz. Zamanın hızı bizi bilgi edinmekten alıkoyuyor. Ya da buna sığınmaktan başka şans vermiyoruz kendimize. Yarım yamalaklığımız aslında bizi başkalaştıran. Fikirler ayrıdır, bilgi tektir.
Sosyal belleğimizin hızla yinelendiği bir yüzyılın hızlı yaşamaktan ve hızla tüketmekten mükellef insanlarıyız. Böyle başkalaşıyoruz. Hızlandıkça geriye dönüp bakmaya korkuyor, bastırıyor ve neticede en olası şeyi kabul edip unutuyoruz. Kimimiz unutmuyor. Zamanı bir adım geriden takip etmek zorunda kalıyor. Öylesine hızla geçiyor ki günler, dün evet dediğimize bugün de evet demek için bir adım geride kalmak zorunda kalıyoruz. Daha geride kalanlar var, biraz daha geride kalanlar var. Tam bugünde olan tüketip unutan, hıza ayak uyduran, gündemden bazı başlıklarla sosyal hayata tabii olanlar var. Bir zaman ileride olup gelecekle ilgilenenler var. Aynı yüzyılın başka zamanlarında yaşayan insanlarıyız. Başka düşünmek bizim kaderimiz. Başka anlamak, başka yorumlamak zorunda kalıyoruz. Birbirimizi bu zorluğun içine itiyoruz. Her şeyden haberimiz var. Her şeyden haberimiz olmak zorunda olduğu için "bir şeyi bilmiyoruz". Her şeyin, değişen-gelişen farkına varmaya çalışırken, bizden bir zaman geride ya da bizden bir zaman ileride yaşayan insanların kendi kimliğimize mıhladığı süzgeçle farkına varıyoruz/varamıyoruz.
Günlerdir "Türkiye Türklerindir" yazan pankartları ve standlarıyla İstanbul'un hemen her semtinde karşıma çıkan genç insanlar var. Gelecek zamanla ilgili fikirleri var. Gelecek zamanda olmasını istedikleri şeyler var. Geçmiş zamanda olup biten, kimi büyüklerinden duydukları şeyler var. Irkçılık ve milliyetçiliğin ayrılma noktası hakkında fikirleri var. Öte yandan Türkiye'de arı ırkın kalmadığı -dünyada da hemen hemen böyle- hakkında bir fikirlerinin olup olmadığını sorguluyorum. Onları sorguluyorum ve onlardan ayrılıyorum. Onları "başka" sıfatına koyuyorum, kendimi başkalaştırıyorum.
Yabancılık düşünceyle başlar. Bir başkasından "başka" düşünüyorsak onun için el oluruz. Aynı dili konuşup aynı şeyi anlayamamak, farklı dilleri konuşup aynı şeyi anlayamamaktan daha hüzünlü. Anlamamak, anlayamamak, anlamak istememek hüzünlü. Dünyanın her yerinde toplumsal kimlik üzerine tartışmalar yapılıyor. Toplumda ötekileştirmek, sindirmek ve değiştirmek üzerine yapılan her politika her kesim tarafından eleştiriliyor. Bizim gibi farklı görüşte ve farklı algıda insanların ezici çoğunluğu belli başlı bölümlerini oluşturduğu toplumlar marjinalliğin sınırlarını yokluyor. Hepimiz başkasını, sonra kendi içimizdeki başkasını, sonra onun özündeki başkasını yaratıyoruz. Zaman hızlanmışken başkalaşanlar da başka başka zamanlarda, başka başka ayrımların sahibi oluyorlar. Hepimiz kendi içimizde sınırsız başkaya bölünüyoruz. Çağımızın hastalığı yaftalamak.
Dinler tüm güçlerini mezheplerle yıkmış, diller lehçelerle, İmparatorluklar milletlerle. Çoğalmaya başladığımız anda bitiyoruz. Kendi içimizde bölünürek çoğalmak, birbirimizi etiketleyip yabancılaştırmak kendi sonumuzu getiriyor. Tarihe sımsıkı sarılıp hala Osmanlı'nın peşinde olan da Avrupa Birliğinin ülkemize getireceği sınırsız iyilikten bahseden de aynı neticede tökezliyor. Bugünde yaşayan, al-tüket-at hayatı yaşayanlar da tökezlemeye mahkum olanlardan. türk-kürt-eşcinsel-kadın-laz-ermeni-tiyatrocu-yazar-kemalist-islamcı-ilerici-gerici-sosyalist-faşist-zengin-yoksul gibi milletlerin fertleriyiz. Hepimiz daralan dünyanın, hızla akan zamanında yolunu arayan, ararken diğer yolları kapayan çocuklarıyız.