4 Eylül 2008 Perşembe

Eylül 4


Evvel zaman içinde diye başlar ya masallar, çok değil az zamanlar evvelsi. Bir pervane böceği yaşarmış bataklıkların birinde. Mutlu mesut uçarken bu oralarda bir dert gelip bulmasın mı fakiri. Bir kelebek görmüş gelen baharla. O güne kadar bir tek kendi suretini görmüşmüş bu bataklığın suyunda, bir kendini sanırmış en güzel, bir kendini sanırmış uçup kaçan. "Sen ne güzelsin a canım" demiş. "ben gariban kaldım yanında" Kelebek hain çıkmış, iki günlük ömrünün acısını bundan çıkaracağım diye kandırmış onu. Hani demiş "akşam olunca o uzak ışıkları görürsün ya ta oralarda, sihirli o ışıklar orda kelebek yapıyorlar sen gibileri." Aldanmış buncağız. Düşün taşın, biraz da kaşın pervanecik o uzak ışıklara uçmaya başlamış en nihayetinde. Yol uzun mu uzun bitmez mi bitmez... Yaklaştıkça ışığa dili damağı kurumuş kanatları yanmış kavrulmuş. Işıklar yalancı, ışıklar sahtekar. Pıt diye düşüvermiş yere, pıt diye. Bir su verenim yok mu derken, yakışıklı bir prens görmesin mi bunu. Görüş o görüş. "Adın ne" demiş prens. Emine demiş pervane. Adı da mı varmış bunun deme, masal bu, yersen. "Ne eylersin burda a benim canım" demiş prens. Yazık sana. "Kelebek olmaya geldim" demiş kız böcek. e demiş görmez misin kendini. "Kelebeliğin ömrü iki gün, neyin eksik kelebekten, sen zaten en güzelsin, sen zaten en şirinsin." Tutup kaldırmış bunu prens yerden. Özünden ayrı, özünden başka güzel olur mu hiç bir mahluk.

Böyle işte. Sonu mu? Sonunu sorma bana, sonu yok ki masalın. Hiç bitmemiş bu masal, mutlu mesut hala yaşarlarmış oralarda bir yerlerde...