9 Şubat 2009 Pazartesi

Söz'üm

Bazen sadece yazmak için yazıyorum, biliyorum. Sadece yazmam gerektiği için yazıyorum. Bir mecburiyet oldu bu. Günlerce yazmadığımda çocuğuna yemek vermeyi unutmuş ya da geçiktirmiş bir anne gibi hissediyorum. Yazıyı çocuğum gibi seviyorum. Çoktandır yazarken bir başka duyguya kapılıyorum. Canım acıdığında, rahatlamak zorunda kaldığımda yazmayı bıraktığımdan beri; yani yazının bende günlük mecburiyetlere dahil olduğundan beri var bu duygu. Çocuğum gibi. Her kelimeyle biraz daha büyüyen, yazılan her cümlede karnı doyan; sessiz sakin, suspus bir çocuk. Geçen zamanla biraz daha serpilen, okula başlayan; sosyalleşen, arkadaşlar edinip tercihler yapan bir çocuk. Tiyatroya da -oyunculuğa da- bu anlamda iş sıfatını yükledim uzun zamandan beri. Hayatın tamamını kaplayan, mesainin hiç bitmediği bir meslek. Yazmak ise en mahrem, en bana ait; bir çocuk. Benden olmuş. Kaşına gözüne aldırmadan, hastalıkta, başarıda veya yaramazlıklarda atsan atamaz, satsan satamaz bir çocuk. En ben olan, bana en çok benzeyen şey. Bu anlamda iyi bir ebeveyn olmaya çalışıyorum. Çocuğuma iyi bakmaya çalışıyorum, hatta bazen onun geleceğini düşünüp, onla ilgili yarın planları yapıyorum. Yarınımın içinde, planlarımın ortasında yazmak. Çocuğumun birgün diğer tüm çocuklar gibi yuvadan uçacağını biliyorum. Benim artık hikayeler kurmaya, dünyalar yaratmaya başladığım zaman. Yarattığım dünyaların kahramanlarına ruh verip, onların ömür haritalarını emek emek işlemeye başladığım zaman. Ben hikayeler kurmaya, dünyalar yaratıp içine küçük insanlar yerleştirmeye başladığımda çocuğum kanatlanıp uçmuş, evinden ayrılmış olacak. O zaman sözüm -çocuğum- insanların elinde olacak. Yergiye ve övgüye hazır olacak. Ama yaşamaktan, beslenmekten ve çoğu zaman kızıp çekip gitmekten hiç vazgeçmeyecek. Ben hikayeler kurarken, sözüm benden gidecek; artık herkese ait olacak. Herkese ait olacak çocuğum birgün. Bu sebeptendir ki her geçen gün biraz daha besliyorum onu. Bundadır yazmanın mecburileşmesi gün içine. Zaman geçerken söz benle birlikte büyümeye devam ediyor. Zaman beni, ben sözü -çocuğumu- besliyorum.
Yazı, çocuğum bellediğimden beri daha kutsal benim için. Daha duyarlı, daha düşünceli. Yazı benim için bir başka anlama geçiş yaptı; günlük mecburiyetlere ordan da evlatlığa terfi edince. Anlamını değiştiren her şey gibi, bu da bendeki- hatta herkesteki- anlayışı değiştirdi. Daha iyi anlıyorum artık bendeki "yazmayı" Seviyorum, besliyorum, büyütmeye çalışıyorum. Sadece kendi çocuğumu değil, tüm çocukları seviyorum. Yeryüzündeki tüm çocuklar eşittir. Bunu biliyorum. Anababaları olarak bizler nasıl büyütürsek çocuklarımızı ömürleri de bu çizgi üzerinden gider; sapmadan, sapıtmadan. Ama ben hikayeler kurmaya başladığım zaman. Kendimi değil de başka insanları yazmaya başladığım zaman çocuğum yuvadan uçup gidecek. İşte o zaman yazmanın bendeki şekli biraz daha değişecek. Yuvadan uçup giden evladın özlemiyle daha çok yazmaya, daha çok ilgilenmeye başlayacağım. Şimdi burası benim çocuğumun okulu. Sosyalleştiği, başka sözlerle, onların sahipleriyle karşılaştığı yer. Daha da büyüdüğünde mezun olacak. O zaman ben hikayeler kuracağım o da bu hikayeleri emek emek örecek.
Sözün bittiği yer, benim de bittiğim yer olacak. En benden, en bana ait.

2 yorum:

Karōshi dedi ki...

Bence bitmesin sözler.. hep söyleyecek bir şeyimiz olsun.. vazgeçmeden.. devam edelim.. hem çocuk büyüse de ayrılmaz bizden.. sevdiysek O'nu..

Oly Art dedi ki...

Yok yok bitmeyecek Karöshi'im :)
Çok seviyoruz çünkü onu..