22 Mart 2009 Pazar

Masal

Mucizelere inanmazdım ben, eğer doğmamış olsaydım. İnsan ki dokuz ayda varoluyor ve bilinmez bir yolculuk sonunda, bilinmez bir zamanda yok oluyorsa vardır mucize. İnsanın kendisidir mucize. Hayalin ta kendisidir mucize, aynı zamanda hakikatin. Zaten uzak mıdır ki hayalle hakikat birbirinden. Hayalin olmadığı yerde nerede buluruz hakikati. Güneş doğmasa ay batmaz mı? Ya da ay batması için gerekmez mi güneşin doğması? Bir yaz gecesi ay ile güneşi yüzyüze görüyorsak gökte, uzak mıdır hayalle hakikat birbirinden?
Yazabildiğim kadar çok yazdım. Yazabildiğime yazdım, zamanla. Başarmak için değil ama, hayatımı kolaylaştırmak için yazdım. En zor anımı yazdım. En çıkmaz sokaklarımı aradım yazıda. İyi veya kötü yazdığımı düşünmeden, yarın kaygısı olmadan yazdım. En büyük telaşlarımı yazdım, hiç telaş duymadığım yazıda. Yazı değil midir ki mucizenin hası. Kurduğum her cümlede bir mucize gerçekleştirdim, kurulan her cümlede gerçekleşen başka mucizeleri okudum. Bu mucizeyi hem okudum hem yazdım. En çok da bir masal yazmak istedim; hayallerin en hayali, hakikatin kendisi...
Dilimin ucuna, oradan kaleme hep bir masal düşsün istedim. Bu masalın gelmesi için
yazdım..
Herbir mucizeyle yeniden bir masal başlar, biten her mucizede hakikatin kendisi yaşar. Ancak bir masal fısıldar hayatın tüm hakikatini. Ve ancak bir masal hatırlatır bize hayatın koca bir hayal olduğunu..
"Bilinmez bir zamanda, bilinmez bir çocuk yaşarmış. Odasından çıkması yasakmış. Hayal kurmak harammış. Yasakların en yasağı, haramların en günahıymış çocuğun rüyaları. Ne bu oda varmış gözünde ne hakikatmiş gerçeği. Çıkıp gitmek istemiş hep, koca koca bulutlarda, uçsuz bucaksız deryalarda yaşarmış. Hayali hakikatiymiş. Hakikati koca bir hayal.
Bir ateş düşmüş içine. Nerden gelip nereye gittiği bilinmeyen bir ırmak akmaya başlamış yüreğine. Buz gibi suları dondurmuş kalbini. Buz kesmiş. Koca bir hayalmiş bu ırmak. Yalandan balıklar, sahtekar balıkçılar tarafından avlanmış. Çorak bir araziden farksız kalmış. Tek başına akmaya, zamanla buhar olmaya, seneler sonra kurumaya başlamış. Gürül gürül akan ırmaktan bir sızıntı belli belirsiz geçer olmuş.
Hakikate geri dönmek istemiş çocuk. Hayatın kendisine. Zamanla ilk kez orada tanışmış. O hayalindeki ırmakta kapamışken gözlerini, hakikat durup beklemeden, soluklanıp dinlenmeden koşmuş...
Ne hayaline geri dönebilmiş, ne hakikatte kendine yer edebilmiş. Zamanla yalnız kalmış her mahluk gibi. Yalnızlığın köhne sokaklarında bir başına kalmış. Hayale gitse umduğunu bulamamış, hakikate gitse kendini bulamamış. Aitsizlikle orada tanışmış. Ne hayalmiş mesken edeceği ne de hakikat. Bir arafta sıkışmış kalmış.
Peki neymiş içine düşen ateş? Neyin uğruna kaçmış hakikatten? Tanrı'nın gönül bahçesine ektiği bu tohum hangi çiçeğinmiş?
Bir arafta sıkışıp kalmışken orada, kendi gibi yolunu kaybetmiş başka çocukları görmüş. Yalnızlıklar ülkesiyle böyle tanışmış. Bir de bakmış ki sağı solu, önü arkası çocuk. Tüm çocuklar buradaymış. Bir kendisini bilirmiş hayalde tutunamayıp, hakikatten kovulan. Bir kendisini bilirmiş yalnız. Bir kendisine yasak değilmiş meğer odasından çıkmak, hayaline varmak. Bu ırmağı da kurutanları böylelikle tanımış olmuş.
Bir çocuk görmüş öteden. Tıpkı kendi. Pırıl pırıl bir gölde aksini görmüş gibi irkilmiş. Karışısına dikilmiş kendisi, öylece bakmaktaymış.
Gülmüş çocuk, diğer çocuklar da gülmüş.
İçine düşen ateş bu muymuş? Peki neymiş de bu eminmiş şimdi hem de bu arafta içindeki ateşin bu olduğuna. Avuçları terlemiş. Gitmiş yanına çocuğun.
- Bir ben bilirdim kendimi; günahkar, yalnız. Bir ben kovuldum bellerdim cennetin bahçesinden. Demiş.
Çocuk hiçbir şey söylememiş. Terleyen avucunu açmış. Çocuk gözlerinin önündeki avuca koymuş elini. İçindeki ateş sönmüş, kül olmuş anbean. Terlemiş iki avuçla birlikte tekrar akar olmuş ırmağın suyu..
İşte o zaman bilmiş içindeki ateşi; hakikatten kaçıp, hayallerde aradığı ateşi; aşkı. İlk kez o zaman bilmiş aşkı. İlk kez o zaman bilmiş hakikatin hayalden farksızlığını. Tanrı'nın tüm mahluklarının bu arafta sıkışıp kaldığını.
Üç elma düşmüş sonra gökten.
- Neden? demiş çocuk. Neden düşer bu elmalar gökten?
- Çünkü bu masal. Demiş çocuk,avucu su dolu.
- Peki demiş çocuk. Peki neden düşmedi bizim başımıza.
Çocuk güzel gözlerini dikmiş çocuğun gözlerine.
- Farzet ki bizim başımıza düştü. Hakikatten bize ne? "


Üç elmanın düşmesiydi masalın sonu. Kimin başına düştüğünün ne önemi vardı ki.
İşte bir kez de böyle inandım hayatın mucizesine. Hep yazarken inandım. Bir gün bir masal yazdım. İçimdeki ateşle tanışınca. Elim yanınca aşktan. Telaşım bitince, durulunca, huzuru bulunca. Bir mucizeye inanmakmış hakikat. Mucizenin bittiği yerde başlarmış hayal.
Bir masal yazmak istemiştim bundan yıllar önce. Hep bir masalım olsun istemiştim. O zaman bilmiştim tüm hakikatin masalda olduğunu. Şimdi biliyorum bir aşkın mucizeden farksız olduğunu. Ve ancak bir aşk yazdırırdı muzicelerin en büyüğünü; masalı.
Ve üç elmanın düşmesiydi masalın sonu. Kimin başına düştüğünün ne önemi vardı ki?

Hiç yorum yok: